Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Hatasız ben, ‘Ben’ değildir!

Hata yapmak öğretir. Hata yapmak, ardından hatanın üzerine konuşmak, hatayı değerlendirmek hatasız öğrenmeye kıyasla daha kalıcı sonuçlar doğurur. Yani, genel  kanının aksine hata yapanlar başarısız olanlar değil, daha iyi öğrenenlerdir. Deneyimleme şansı elde edenler ve bu tecrübeleri iyileştirme yolunda harekete geçenlerdir hata yapanlar

Atılan her adımın toplum, yöneticiler, akranlar, patronlar ve diğerleri tarafından sıklıkla değerlendirilmesi, yoğun eleştiriye maruz kalınması hata yapma korkusunu perçinler. Özellikle ebeveynlerin çocuklar üzerindeki baskıcı tutumu, hata yapma korkusunun köklerini en derinlere salar. Oysa bazen ebeveynlerin baskıcı tutumunun da sebebi el âlem ne der korkusudur.  Toplum öğretir, birey uygular, birey toplumu yeniden pekiştirir. Ardından toplum korkuyla büyüttüğü bireylerden cesur kararlar vermesini bekler!..

“İnsan inandığı şeyler uğruna muhteşem hatalar da yapabilir. Kızmamalısın. Darılmamalısın eğer bir kardeşlik varsa aranızda. Sevgi, hoşgörü takıntıları da değil. Bir elmanın kırmızı olması, bir gülün öyle kokması, bir derdin halledilmesinin ardından gelen ferahlık kadar sıradan ne güzeldir hata yapmak da.” 

Businessman Builds a Tower

(Şükrü Erbaş, Çırpınıp İçinde Döndüğüm Dünya)

Kim taşımak ister ki hataların sonucunda hissedilen üzüntüyü, utancı, rahatsızlık duygusunu? Kim taşımak ister olumsuz sonuçların sorumluluğunu? Kim yargılanmak ister el âlem tarafından?.. 

Aklı olan ister mi hata yapsın?

İster!.. Aklı olan, kalbi olan, ruhu olan, ol’maya çalışan herkesin ihtiyacıdır hata yapmak.

Hata yapmak, bir şey yapmış olmaktır. Hiçbir şey yapmamaktansa hata yapmak hayat ile aramızda hâlâ bir ilişki olduğunun utanç dolu veya gururlu bir göstergesi olabilir.  

Bir şeyi yapmadan önce, yapılacak şeyin olası olumsuz sonuçları doluşunca insanın zihnine, yapılacak olana ket vurulur. Gerçekleşebilecek hatanın endişesinden dolayı eylem başlamadan son bulur. Hata yapmaktan doğan korkunun sonucunda yapılmaktan vazgeçilen eylemler adım adım insanı hareketsizliğe sürükler. Bu hareketsizlik hali bedenin hareketsizliğinden çok ruhun ve beynin hareketsizliğidir. Hata yapma riskinden uzakta olmak, güvenli rutininin içinde olmaktan ziyade güvensizlikten kaçışta hapsolunmuş bir hücre gibidir. 

“El âlem ne der” korkusu

Kapısına kilit vurulmamış, ancak hep kilitli olduğuna inanılmış bir hücre. Hücrenin dışına çıktığımızda masmavi bir gökyüzü, neşeli sesler, keyif dolu günlerle karşılaşabileceğimizi biliriz. Aynı zamanda zihnimizin içinde, dışarıda kopan fırtınaların, zelzelelerin, salgınların var olma olasılığı da yankılanır. İki olasılığın da eşit olduğunu bilmemize rağmen masmavi gökyüzü düşüncesi bizi adım atmaya ikna edemezken, fırtınalı bir hava düşüncesi bizi adım atmamaya ikna edebilir. Ancak en korkutan sonuç dışarıdaki havanın nasıl olduğu değil, dışarıdakilerin ve içeridekilerin bizim hakkımızda ne diyecekleri düşüncesidir.

Masmavi gökyüzüne erişme şansına rağmen hata yapıp diğerleri tarafından eleştirilmektense risk almayı reddederek gri, havasız hücremizde kim olacağımızdan vazgeçmek daha kolay gelir. Ancak yargılayan bir kültürün içinde her atacağımız adımdan korkarken, hoşgörünün güvenli kollarına sığınamazken hata yapıp, ol’maya çalışmak hiç söylendiği kadar kolay değildir. Bir kırmızı elma dahi bazen çok kırmızı olduğu için bazen az kızardığı için eleştirilebilirken, eleştiri korkusu sarmaz mı insanı?  

Atılan her adımın toplum, yöneticiler, akranlar, patronlar ve diğerleri tarafından sıklıkla değerlendirilmesi, yoğun eleştiriye maruz kalınması hata yapma korkusunu perçinler. Özellikle ebeveynlerin çocuklar üzerindeki baskıcı tutumu, hata yapma korkusunun köklerini en derinlere salar. Oysa bazen ebeveynlerin baskıcı tutumunun da sebebi el âlem ne der korkusudur.  Toplum öğretir, birey uygular, birey toplumu yeniden pekiştirir. Ardından toplum korkuyla büyüttüğü bireylerden cesur kararlar vermesini bekler.

Ya başıma bir şey gelirse!..

Yönlendirici baskının yoğun olduğu yerlerde bağımsız kişiliklerin çıkması oldukça zordur. Bu baskıya rağmen bağımsız kişilikler ortaya çıksa dahi kabul görmeme, dışlanma ve yargılanma korkusuna sahip olabilirler. Küçük yaşlarda içimize yerleştirilen hata yapma korkusu, ilerleyen yaşlarda kendimizi bu ikilemin içinde bulmamıza neden olabilir. Deneyim kazanmanın kazançları, hissedilen korkusunun yanında değersiz kalır.  

Diğer bir yandan hata yapmaktan duyulan korku bizim güvenli duygumuz haline de gelir. Mutsuz bir halde içinde bulunduğumuz hücremizin bize dışarıdan daha güvenli gelmesiyle eşdeğerdir. Dışarıyı merak ederiz, neler oluyor bilmek ister, deneyimleme arzusu duyar, tecrübe kazanmak isteriz. Ancak ya başımıza gelecek belirsizlikle baş edemezsek, diye de endişelere kapılabiliriz. Olumlu ya da olumsuz sonuçları omuzlamaya hazır olduğumuzda dahi belirsizlikle mücadelenin endişesi bizi istemeye istemeye aynı yerde kalmaya ikna edebilir. Bundandır belki de başımıza gelecek bilmediğimiz şeylerin korkusu yaşayıp yeni tepkiler geliştirmektense, aynı korkuyu güvenli yerimiz gibi saklamaya devam etmek. Aslında yaptığımız, içinde olduğumuz an’dan kopmak ve kendimiz olmaktan vazgeçmek; henüz gerçek olmayan bir gelecekte, yaşanmamış bir geçmişle var olmaya çalışmak.  

Hata insana özgü

Bizlerin hata dolu geçmişleri olmasa, hiçbirimizin kendisi hakkında gizli bilgilere ulaşma, derin gerçekleri keşfetme şansı olmazdı. Acı veren her deneyim, öğrenmek ve büyümek için önemli bir fırsat. Hatalarımızın sorumluluğunu almak olgunlaşmak için önemli bir adım. Hata dediğimiz yaşantılar sayesinde kazandığımız içgörüler bizim psikolojik ve duygusal gelişimizi desteklemekle mükellef. Önemli olan hata yapmanın yüceltilmesi değil, hataların insan olmanın bir parçası olduğunu idrak etmemiz olabilir. Hata insana özgüdür. Hayatımızı hiç bitmeyen ol’ma süreci olarak değerlendirirsek yaptığımızı sandığımız hatalar aslında bizi besleyen kaynaklar olarak görünecektir.  

Başarısız (?) ilişkilerin ardından söylenen “bir hataydı” sözü yerine, yaşadıklarımızın aslında bize kendimizi anlatmak için görevlerini yerine getirdiklerini düşünebiliriz. Mutsuz olduğumuz, kendimizi değersiz hissettiğimiz hata ilişkilerden çıktığımızda, çıktığımız hücrenin tüm olumsuzluklarına odaklanmak yerine, oradan çıkmayı başaran kendimize odaklanmalıyız. Eğer bunu başarabilirsek, hata yapma riskini göze alan, ancak hata yapmak yerine sürekli tecrübe kazanabilen bireylere dönüşebiliriz. Her insan hata yapar, hatalar bizi değersiz kılmaz, hata yapmak bizi kusurlu kılmaz, hata yaparsak başarısız sayılmayız, hata yaparsak öğrenemedik anlamına gelmez, hata yapmış olmamız pes etmemizi gerektirmez, bir kere hata yaparsak, bundan sonra hata yapmamalıyız sonucu çıkmaz. 

Aksine hata yapmak öğretir. Hata yapmak, ardından hatanın üzerine konuşmak, hatayı değerlendirmek hatasız öğrenmeye kıyasla daha kalıcı sonuçlar doğurur.* Yani, genel  kanının aksine hata yapanlar başarısız olanlar değil, daha iyi öğrenenlerdir. Deneyimleme şansı elde edenler ve bu tecrübeleri iyileştirme yolunda harekete geçenlerdir hata yapanlar. 

Hatadan değil, hatasız kalmaktan kork!

Elbette hataların anlık kötü görünen sonuçları olabilir: ekonomik dertler, kaybedilen statüler, incinen bağlar… Ancak kaybedilenin karşısında sınırlanmamış olasılıklarla dolu kapılardan birini aralama şansı elimizde geçmiştir: Daha iyisini deneyimleme şansı.  Kaybetmemiz, kazanım sürecinin bir parçasıdır. Ömür boyu dediğimiz ilişkiler bittiğinde, hayatımın işi denilen pozisyonlar gittiğinde daha iyileri için bir kapı aralanmıştır. Belki içinde bulunduğumuz hücreden istemeden çıkmışızdır, ancak hatırlanması gereken, hatalara bağlı bu zorunlu çıkış hücresiz bir yaşam için önemli bir adım olabilir. Çakmak taşını vurarak ateşi bulan atalarımız, bir taşı deneyip vazgeçseydi, elimizdeki medeniyet hiç ilerlememiş olabilirdi. 

Duygusal yönden hatalı sandığımız ilişkilerimiz olmasa, içinde kendimiz hissedeceğimiz ilişki arayışımız hiç olmayabilirdi. Ekonomik açıdan hatalı görülen kariyerimiz olmasa, ilerleme ve kendimizi geliştirme arzumuz doğmayabilirdi. Havva ve Âdem elmayı ısırarak insanlığın ilk hatasını yapmasalar, belki de insanlık var olmayabilirdi. 

Hata yapmaya karşı hissedilen korkunun kendi esaretimiz, hata yapmanın kendi cesaretimiz olduğunu anladığımızda; yaşadığımız tüm tecrübelerin ben’imizi bulmamıza yardım ettiğini idrak etmeye başladığımızda çıkabileceğiz hatasız kısır döngülerimizden…  

* J. Metcalfe, ‘Learning from Errors’. Annual review of psychology, 68, 2017, s. 465–489.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi