Isadora Duncan-IV

Aylardan Eylül’dür; boynunda, hiç yanından ayırmadığı kırmızı ipek şalı sarılıdır. Hızla yol alan arabanın rüzgârı şalını boynundan çözüverir ve boşta kalan uç otomobilin arka tekerleğine dolanır bir anda. Göz açıp kapayıncaya kadar boynu kırılarak son nefesini verir benzersiz sanatçı.

Isadora Duncan’ı iki çocuğunu yitirdiği trajik kazanın yasını tutarken bırakmıştık geçen yazıda. Kaybını unutmak için, pek de tanımadığı heykeltıraş Romano Romanelli’den yaptığı bebeğin de kısa bir süre sonra yaşamını yitirmesiyle iyice karanlığa gömülen Duncan, alkol ve eğlenceyle acısını dağlamaya çalışacaktır.

1921’de Isadora’yı çok heyecanlandıran bir şey olur, yeni kurulmuş SSCB’nin ilk Halk Eğitim Komiseri(1) Lunacharsky’den, Moskova’da bir modern dans okulu kurma daveti alır. Rus klasik balesi, ulaştığı düzeyle uzun zamandır dünyanın en iyisi olsa da, özünde aristokratlar için geliştirilmiş bir sanat dalı olan baleye yeni ve halkçı bir soluk getirmek isteyen Lunacharsky’nin aklına ilk olarak bu öncü dansçı gelmiştir; üstelik Isadora, Sovyet Devrimi’ni desteklediğini ve insanlığın yeni bir aşaması olarak gördüğünü sıklıkla dile getirmektedir her yerde.

Yesenin

Moskova’da, her yerde olduğu gibi sanatçıların ve entelektüellerin gözdesi olur Isadora Duncan. Davet edildiği partilerin birinde genç şair Sergey Yesenin’le tanışır. Gittiği her yerde erkekleri ışığın büyülediği pervaneler gibi kendine çeken Isadora da yirmi beş yaşındaki bu coşkulu şairden etkilenir. Aralarındaki on dokuz yaş farkı hiç önemli değildir, sevgili olurlar, birkaç gün sonra da birlikte yaşamaya başlar çift.

"Yeni Puşkin" olarak anılan Sergey Yesenin, Devrim’in en gözde şairlerindendir. Köklü Rus şiir geleneğini Ekim Devrimi'nin yenilikçi soluğuyla birleştiren Yesenin köy kökenlidir. Küçük yaşlarda gönül verdiği şiire duyduğu tutku, onu önce Moskova ardından da Saint Petersburg’a sürüklemiştir. Anatoly Marienhof ve Vadim Shershenevich’le birlikte ortaya attıkları ve “sözcüklerle resim yapma” diye özetlenebilecek “İmaginism” (Hayalcilik) akımının önde gelen temsilcisi olur Yesenin. Ne var ki, devrimin  uyandırdığı coşku ve heyecanın düş kırıklığına dönüşmesi uzun sürmez. Aslında duygusal olarak köyden hiç kopamamış, lirik ve pastoral bir şair olan Yesenin’in devrime duyduğu bağlılık, devrimle birlikte yoksul köylülerin toprak sahibi olacakları umudundan beslenmiştir o güne dek. Ancak köylülük, yeni rejimin, eski düzenin payandalarından biri olarak gördüğü ve “dönüştürmek” istediği bir toplumsal durumdur;  çiftçilerin, kendi toprağı yerine “kolhoz” ve “sovhoz”larda(2) çalışmaya zorunlu bırakılarak tarım işçisine dönüşmeye zorlanması yüzünden devrimden umudunu keser Yesenin:

"Eskiden de bizi aşağılarlardı, şimdi de aşağılıyorlar. Hangi devrime ait olduğumu artık hiç anlamıyorum. Tek bildiğim bunun ne Şubat ne de Ekim devrimi olduğudur. Bizim içimizde Kasım gibi bir şeyler vardı ve hâlâ var..."

Avrupa ve ABD’de

Isadora Duncan’la Sergey Yesenin tanışmalarından kısa bir süre sonra evlenir ve bir yıl sürecek Avrupa ve ABD gezisine çıkarlar. Kimileri, o güne dek evliliği küçümsemiş, tüm çocuklarını evlilik dışı yapmış Isadora’nın bu evliliğe, Yesenin’in Sovyetler dışına çıkabilmesi için razı olduğunu öne sürer çünkü yeni rejimin kuşkuyla izlediği genç şairin yurt dışına çıkmasına izin verilmemektedir bu evlilik öncesinde.

Avrupa ve ABD’de geçirdikleri zaman sürecince Isadora, Yesenin’in tanınması için elinden geleni yapar ancak sorun şu ki genç şair yalnızca Rusça konuşabilmektedir ve şiirleri de henüz yabancı bir dile çevrilmemiştir; bu yüzden şiirlerini yalnızca devrimden kaçmış olan Ruslara okuma şansı bulsa da, bir kısmı zaten devrime nefretle yaklaşan, bir kısmı da  komünist damgası yemekten endişelenen Rus göçmenlerin çoğu Yesenin’den uzak durur. Isadora’nın söyledikleri de, çiftin Sovyet casusu olduğu yönündeki söylentileri körüklemektedir bir yandan. Gittiği her yerde uzun, kırmızı ipek şalını takan Isadora, bir gösteriden sonra şalını izleyicilere doğru sallayarak, “İşte kızıl! Ben de öyleyim! Yaşamın ve gücün rengi budur! Sizler de bir zamanlar yabaniydiniz, sizi evcilleştirmelerine izin vermeyin!” diye bağırır coşkuyla.

Öte yandan ikilinin ilişkilerinde de fırtına eksik değildir, özsever (narsisist) iki güçlü kişiliğin ilişkisinde sıkıntılar eksik olmaz, doğru, ancak Isadora ve Yesenin’in bunun dışında bir de iletişim sorunu vardır. Yalnızca anadilini konuşabilen Yesenin’e karşılık, İngilizce, Fransızca ve Almanca’yı kusursuz konuşabilse de ancak birkaç kelime Rusça bilen Isadora Duncan…Gittiği her yerde, dillerini bilsin bilmesin, sanatıyla herkese ulaşabilen bir dansçı ve Rusya dışında, en güçlü silahından, sözcükleri kullanma yeteneğinden yoksun, eşine bile duygularını sözcüklerle ifade edemeyen, öfkeli ve alkolik bir şair.

Gittikleri lokanta ya da kaldıkları otellerdeki gürültülü kavgaları basına bile konu olan ikili bir yıl sonra Moskova’ya döner. Döner dönmez şunu söyler Isadora, “Pekala, bu çocuğu evine geri getirdim ve artık onunla bir işim kalmadı”, Yesenin de altta kalmaz, “Seni seviyorum ama seninle yaşamayacağım”.

Ayrıldıktan sonra Yesenin kendini iyiden iyiye içkiye kaptırır, sarhoşken çıkardığı kavgalar genellikle karakolda biten Yesenin için yakın arkadaşı şair Vladimir Mayakovsky şöyle der, “Amerika’dan döndükten sonra, Sergey gazetelerin şiir sayfasından çok üçüncü sayfa haberlerine konu oldu”.

Elveda

Yesenin için sonraki birkaç yıl, ölesiye içerek, kimisinden çocuk sahibi olduğu kadınlarla ve skandallarla dolu olarak geçse de, ileride bu yıllar en iyi şiirlerini ürettiği dönem olarak kabul edilecektir. 1925 başında Leo Tolstoy’un torunu Sophia Tolstaya’yla evlenen Yesenin mutlu değildir, üstelik ruh sağlığı da gitgide bozulmuştur. Aynı yılında Kasım ayında durumu daha da kötüleşince bir akıl hastanesine kaldırılan Yesenin, bir ay sonra Noel için izin verilince evi yerine doğruca çok sevdiği Hotel Angleterre’ye gider ve bir oda tutar. Mürekkep bulamadığı için bileğini keser ve sevgili dostu Mayakovsky’ye seslendiği son şiirini kaleme alır kendi kanıyla yazarak:

ELVEDA SEVGİLİ DOSTUM

Elveda sevgili dostum elveda,

Sen kökleri içimde uzanan...

Ayrılık yazılmış alnımıza

İlerde gene karşılaşırız inan...

Elveda dostum, el sıkışmadan

Sessizce... Ne keder ne tasa gerek:

Ölmek yeni bir şey değildir bu dünyada

Ama yaşamak da yeni bir şey olmasa gerek.(3)

Ancak kan kaybından ölmez genç adam, ertesi sabah odasına giren otel görevlileri onun cansız bedenini, odadaki yüksek bir pencerenin üst çerçevesine bağladığı kalın bir ipin ucunda sallanırken bulurlar.

Yesenin’den sonra bir buçuk yıl daha yaşar Isadora. Hüznünü eğlenceyle ve genç sevgililerle  bastırmaya çalışsa da yitirdiği çocuklarının ve çocuk ruhlu Yesenin’inin anısı durmaksızın kanatır içini. Yine bir gün genç sevgililerinden birinin Bugatti marka üstü açık kırmızı spor arabasıyla gezmeye çıkarlar Nice sahilinde. Aylardan Eylül’dür; boynunda, hiç yanından ayırmadığı kırmızı ipek şalı sarılıdır. Hızla yol alan arabanın rüzgârı şalını boynundan çözüverir ve boşta kalan uç otomobilin arka tekerleğine dolanır bir anda. Göz açıp kapayıncaya kadar boynu kırılarak son nefesini verir benzersiz sanatçı.

Isadora Duncan’ın dansa getirdiği yeni soluk, Gerçeküstücülüğün resim sanatına getirdiğinden çok farklı değil benim için. Birinde bilinçaltı ve rüyalar temel esin kaynağı ve gerçeklik düzlemiyken, diğeri  de sanatçının içinden taşan ve önceden tanımlı jestlere indirgenemeyen yaşam enerjisinin dışavurumudur (iki akım, hiç dans ya da resim eğitimi almamış kişilerin kendini sanat aracılığıyla ifade etmesini olanaklı kılmalarıyla da benzeşir).

Açtığı yolla, onu izleyen Martha Graham, Merce Cunningham ve sonraki Pina Bausch gibi modern dansın sınırlarını genişleten sanatçılara örnek, ya da en azından esin kaynağı olan Isadora Duncan’ın anısı, kendini sanatla anlatmak isteyen herkese cesaret veriyor hâlâ…

  1. Eğitim dışında sanat dallarıyla da ilgilenen bakanlık.
  2. “Kolhoz”, mülkiyeti devlette olsa da kooperatiflere uzun sürelerle kiralanmış ve kollektif birlikler tarafından işletilen tarım çiftlikleridir, “sovhoz”da ise toprak bütünüyle devletindir.
  3. Çeviri:Attila Tokatlı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi