Milano'da tasarım, İstanbul'da sanat

Geçtiğimiz haftaların tasarım ve sanat ajandası yüklü geçti. Global ölçekte tasarımın en görkemli haftası ve dünyanın önemli mobilya fuarlarından biri olan Salone del Mobile ile iki yılda bir kapılarını açan aydınlatma fuarı Euroluce küresel salgın sonrası yeniden 61. Kez konuklarını ağırladı. İstanbul’da ise İstanbul Modern’e duyulan özlem sona erdi ve müze usul usul kapılarını açtı.

2019 yılındaki edisyonundan sonra ortaya çıkan küresel salgın sonrası ilk kez zamanında gerçekleşen Milano tasarım haftası, izleyicilerine ve katılımcılarına ilham vermeyi başardı. Etkinlik gücünün ve kapsamının nerede ise %50 sini kaybetti. Yapılan resmi açıklamalara göre bu yıl 37 farklı ülkeden katılımcılarla birlikte fuarı toplam 307.418 kişi gezmiş. Kente yayılan ziyaretçileri ölçümlemek elbette mümkün değil. Yine fuarın açıkladığı rakamlara göre 550 yeni ve genç tasarımcı bu yıl katılım göstermiş, 28 tasarım okulu da bu haftada yerini almış.

Milano tasarım haftası süresince kentte konaklama

ve yeme-içme sektörleri de canlanıyor. En

yenilerden Six Milano, Mauro Orlandelli tarafından

açıldı. Mimarlığı gastronomiyi müziği buluşturan

mekan farklı adreslerde boy gösterecek.

Tasarım sektöründeki devlerin boy gösterdiği dünyanın bu en yaratıcı vitrininin kampanyası bu yıl “Do you speak Design/Tasarım dili konuşuyor musun?” sloganıyla sesleniyordu ve bu kampanya bizlere Deyan Sudjic’in yıllar önce kaleme aldığı benzer içerikli bir kitabı anımsatıyordu; alfabedeki her harfin yaratıcı endüstrilerde bir karşılığı var.

Salone del Mobile iletişim kampanyası.

Daha önce sizlere bu etkinliği kanepemden teknoloji yardımı ile izlemenin keyfinden bahsetmiştim. Bu yıl açıkçası bir hava değişimine ihtiyacım vardı ancak deprem sonrası yıkım kararı alınan eski apartmanımdan apar topar taşınmam gerektiği için yine her şeyi teknoloji yardımı ile izledim; bilgim tam; heyecanım az oldu.

Lasvit firması için Amerikalı tasarımcı David Rockwell

tarafından tasarlanan aydınlatma serisi ilhamını New

York tren istasyonunun ünlü tavan resimlerinden almış.

Fuarı izleyenlerin de heyecanı eski günlerdeki gibi değildi. Özellikle fuarın sektörel sorunlara işaret eden bir içeriğinin olmaması, dünyadaki diğer ülkelerde gerçekleşen içeriği sağlam fuarlarla kıyaslanmasına ve Milano’nun yüzeysel bulunmasına sebep oldu. Fuarın artan fiyatları ve zorlu koşulları pek çok markayı fuar dışında kalıcı farklı çözümler yaratmaya itiyor. Kentin çeşitli bölgelerindeki sergiler bu yıl da göz doldurdu ve kimi marka, tüm yıl boyunca açık kalacak merkezler açtı. Bu da Milano’yu her zamankinden daha güçlü ve kalıcı bir tasarım Merkezi yapmaya yetiyor. Bu fuar ve tasarım haftası, büyük sorunlara derman olabilecek çözümleri aradığımız ve bulabildiğimiz bir yer olmaktan çok insanların birbirleri ile buluştuğu, markaların en yeni tasarımlarını sunabildiği, keşfedilmeyi bekleyen genç nesilin de boy gösterebildiği bir iklim oluşturuyor. Kim ne derse desin ve izleyici sayıları ne kadar azalmış olursa olsun, etkinliklerin gelecek edisyonları için heyecan duymamak için bir sebep yok.

Gufram ve NewYorklu Snarchitecture işbirliği.

İSTANBUL MODERN AÇILDI

İtalya, tasarım ile coşarken İtalyan bir mimarın imza attığı ve Türkiye’nin ilk çağdaş sanat müzesi olma ünvanını taşıyan İstanbul Modern kapılarını İstanbul’da sessizce açtı. Kültür yapıları ile haklı bir şöhrete sahip olan mimar Renzo Piano, İstanbul Modern’in Tophane’deki eski yerinde inşa edilen yeni binanın de mimarı oldu. Türkiye böylece, Kengo Kuma tarafından tasarlanan OMM ve Grimshaw tarafından tasarlanan Arter’in ardından Piano gibi önemli bir mimarın eserine de ev sahibi konumuna geldi.

Her nitelikli mimari yapıda olduğu gibi bu yapıda da pek çok olumlu/ olumsuz kritik ortaya çıkacaktır. Beni ilk günden beri heyecanlandıran ve çok beğendiğim Piano yapısı, mühendislik bilgisini gösteren cephesi ve detayları ve müze binasını zemin katta neredeyse şeffaflaştıran ve denizle buluşturan insancıl duruşu ile, kentlilere yepyeni bir deneyim sunacak.

Beş yıl aradan sonra tüm görkemine karşılık müthiş bir tevazu da barındıran çağdaş sanat müzemiz, alt katındaki dükkanı ve kafesi ile insanlarla dolup taşacak. Ülkenin tüm zorlu koşullarına ve istikrarsızlığına karşılık böylesi önemli bir yatırımı yapan Eczacıbaşı ailesini ve yıllardır emeği geçen herkesi kutlamak gerekli.

Açılış günü katlar arasında gezinirken müthiş koleksiyon ve sergiler arasında bir kentli heyecanı içimde pırpır etti. İstanbul boğazını her alanda geniş geniş hissedebildiğiniz bu Piano mimarisi içerisinde kafanızı çevirerek Sarkis’e veya Lee Bul’e takılmak ne ayrıcalıklı bir his. Sanat, mimarlık ve güzel İstanbul ile aynı anda, hep birlikte tek nefes alabilmek tarifsiz bir duygu.

Nobel ödülüne sahip tek yazarımız Orhan Pamuk, müzeler için şunun gibi bir şey demişti: Müzeler sadece gösterişli sanat eserlerinin gösterildiği yerler olmamalı; günlük eşyalar üzerinden birbirimizle hayatlarımız hakkında iletişim kurabildiğimiz yerler olmalı. Tam da böyle düşündüğümden müzeleri severim. Evet onlardan öğreneceğim çok fazla şey olur ve her sergide yeni keşiflerim de, ama asıl orada benimle aynı zevke sahip insanlarla karşılaşmamdır esas olan. Yanımdaki insanlar da o anda oraya benim gibi gelmişlerdir, aynı eserlere bakarız, aynı kafede oturur İstanbul’u izleriz. Etrafımız özenli bir mimari, eşsiz eserler ve türlü düşüncelerle sarılıyken birlikteyizdir; bu yalnızlığımı giderir. İstanbul Modern’in mimarı Piano ise müzelerin kafamızı dağıttığımız yerler olduğunu söyler. Buna da tümüyle katılırım.

Müze hatırlamanın olduğu kadar unutmanın; bazen de düşünceleri berraklaştırmanın yeridir bana göre.

Beş yıldır özlemle beklediğimiz çağdaş sanat mabedimiz, uluslararası ölçekte bir mimari ile zenginleşerek ve genişleyerek yeniden hayatımızda. Her Salı 14:00-17:00 arası öğrencilere ücretsiz olan, her Perşembe de Türkiye’de ikamet eden herkese ücretsiz olan bu müzeyi nitelikli mimarisi ve açılış sergileri ile birlikte görmek için hemen programınıza alın lütfen.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi