Mustafa Aydemir'den mektup var

Sualtı araştırmalarıyla tanınan belgeselci değerli dostum Mustafa Aydemir çevre başta olmak üzere ülke sorunlarıyla yakından ilgilenen Atatürkçü bir aydınımızdır. Aydemir, Antalya çevresinde savaş gemilerinin batıklarına ulaşmış ve çok önemli belgesellere imza atmıştı. Kendisi ayrıca dünyanın en büyük anfora koleksiyonuna sahip. Bu anforaların tamamı Arkeoloji Müzelerine kayıtlı. 

Aydemir ve bir grup deniz sevdalısı arkadaşı uzun süredir bir deniz müzesi kurulması için çaba harcıyorlar. Bendenizin de kıyısından bulaştığım bu çabaya ne devlet ne de yerel yönetimler ilgi gösterdiler. Denizcilik festivali düzenlemeyi marifet sayan çok demokrat kıyı belediyelerinden birinden, “Ülkemizde bu tür müzeler zaten var” yanıtını almıştım. Oysa İngiltere’de deniz müzesi sayısı 250’yi buluyor...

Neyse; Mustafa Aydemir bu toprakların başka yaralarına da parmak basıyor.

 Bu köşede Kanal İstanbul ile ilgili araştırmalarını da paylaştığım Aydemir’e göre, kanal projesinin ömrü bir yüzyıl bile olmayabilir. 

“Ben bir sualtı tarih araştırmacısı ve deneyimli bir dalgıcım. Bu kıyılara dalmış, gözlemler yapmış bir insanım. Yapılacak kanalı en kısa sürede ıskartaya çıkartacak ve bugüne kadar kimsenin aklına getirip de dillendirmediği bir fiziki tehlike daha var. Kanalın en büyük düşmanı bu kıyılardaki kum hareketleridir. Küçükçekmece ve Karaburun kıyıları oldukça sığdır. Lodos Marmara’dan, Yıldız, Poyraz ve Karayel de Karadeniz’den milyonlarca ton kum hareketine yol açar. Kanal kum hareketleri yüzünden kısa sürede dolacak ve bu kanalda sadece sandallar dolaşacaktır.”

Aydemir’in bu sözlerine Gazete Pencere ve bazı yayın organları yer vermişti.

Sizin anlayacağınız kanal projesi uzun ömürlü değil; daha önce yazdım, hedeflenen bir kanal olmayacak, burası olsa olsa yat limanı olur. Çevresi de ultra modern ucube bir kent. İstanbul’a nüfus artışı ve pek çok alt yapı sorunu taşımaktan başka bir amacı yok.

AL SANA ÇILGIN PROJE!

Çılgın proje diye pazarlanan Kanal İstanbul yerine aklı başında, ayağı yere basan projelerin ise yüzüne bakan yok. Bir seçim geçirdik, bu projeleri duymadık bile… 

Aydemir son e-postasında şöyle diyor: 

“İstanbul’umuzun su sorunuyla ilgili yazınızı okudum. Çok güzel, yüreğinize sağlık… Ben de yıllardır Antalya’da denize boşa akan tertemiz sularının niçin Konya Ovasına veya kıraç İç Anadolu havzasına borularla bir türlü niçin basılamadığını sorgular ve her platformda dile getiririm. 

Yıllardır ‘su akar Türk bakar’ı ömrü kısa ve pahalı barajlar dışında maalesef hala tersine çeviremedik. Bırakın Seyhan ve Ceyhan’ı; Dicle ve Fırat’ı bile tam anlamıyla değerlendiremedik. Ben Antalyalıyım, bizim yıllardır kentin doğusundaki Düden, Alara, Kopak ve Köprüçayı ile Manavgat Irmağımızın suları denize akar. 

Manavgat’ın hemen kuzeyi Konya Ovasına açılır. Sadece suyunu bir pompayla borularla Konya Ovasına bassak, değil tahıl ithal etmek tüm dünyaya hububat ihraç ederiz. Adamlar borularla petrolünü kıtalardan geçiriyor, doğalgazına denizler aşırtıyor, biz suyun olmadığı İç Anadolu’ya bir türlü su basamıyoruz, sonra da bu obruklar niye oluyor, Anadolu niye kuruyor diye şaşırıyoruz. Aklımızı bir türlü kullanmıyoruz, sonra verim bekliyoruz. Tarımı ve hayvancılığı elimizle öldürüyoruz. Atamızın ‘bastonumu diksem filizlenecek’ dediği bu cennet vatanda ısrarla fakir kalmayı başarıyoruz. 

Siz kuraklık uyarınız için bizleri,- kimse cevap vermedi diye-suçlamayın lütfen… Hepimiz çok doluyuz. Çözümleri biliyoruz ama sesimizi kimselere duyuramıyoruz. Çünkü direksiyonu kaptırmış milletçe uçuruma giderken sadece çığlık atarak burada ülkemiz için çözümler arıyoruz.”

İşte bu kadar… Kimi öldü, kimi nutuk attı bu vatan için… Doğruyu söyleyen de dokuz köyden kovuldu… Bir yerlerde 10’ncu köy var ama yolu çok engebeli… Uğraşmak lazım…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cengiz Erdil Arşivi