Oyunlarla yaşayanlar

Oyunlarla yaşayanlar
“Çirkin cadı, üvey anne, kötü kalpli kraliçe… Bir de aptal şişko tavuk. Zamandan kovuldular, tarihten kovuldular. Benim hikâyem. Bizim hikâyemiz.”Kapıda bir zarf verildi elimize sanki her birimize özel mektup yazılmıştı...

“Çirkin cadı, üvey anne, kötü kalpli kraliçe… Bir de aptal şişko tavuk. Zamandan kovuldular, tarihten kovuldular. Benim hikâyem. Bizim hikâyemiz.”

Kapıda bir zarf verildi elimize sanki her birimize özel mektup yazılmıştı ve okumak için sabırsızlanıyordum. “Ben çirkin değilim! Benzersizim”, “Bence aşk yasaklanmalı!” yazan postitler çıktı. Oyunu izleyince anladım ki her birimiz kendi hikâyemizi yazacaktık ve mektup zarfı daha da anlam kazanıyordu. O hikâyeyi yazarken de canımız acıyacak ama yine de dönüp aynada kendimize bakarak, yüzleşmeler yaşayacaktık. Oyun adı üstünde ‘Çirkin’ ama derinlerde neden çirkin sorusu ve sorgulaması beraberinde geliyor. Üstüne bir çirkinlik yapıştı mı aslında yapıştırıldı mı ki bunlar en yakınların dâhil herkes olabiliyor ve bu kurtulamadığın bir gazaba dönüşüyor. Sen güzelleşmeye çalışırken anlatılan masallar öyle değil ve sana yazılan hikâye zaten güzel başlamıyor!

‘Çirkin’ bir insan ile tavuğun birlikte masalsı bir sorgulaması…

“Allah çirkin şansı versin” hikâyesinden “Güzel olursam o şans zaten yanımda” döngüsünün çıkmazında bir oyun izledim. Dinleyenlerin içinin cız edeceğini zannettiği hikâyesinde Şiva tek başına kalıyor. İyilik ve aşk güzelleştirecek onu derken, tarih tekerrür ediyor; aşk güzel ve genç olana kayıyor. Kendisine şifa olamayan Şiva, başkalarında şifa yaratsa da kendini iyileştiremiyor. Tavuk, durumu en iyi analiz eden ve herkesin hayatında olmasını isteyeceği bir arkadaş ve sen tavuksun diyemiyorsun. Ayrıca “Bu nasıl oynamaktır, bir oyuncu tavuğu oynayabilir mi?” duygusuyla izledim, çok acayip. Öyle ki gıdaklamaları uzun süre kulağımda kaldı. ‘Çirkin’ bir insan ile tavuğun birlikte masalsı bir sorgulamasında dünya toz bulutuydu demeyerek her şeyin, bütün duyguların anlatıldığı ölümsüz zannettiğimiz bizler ve zamansızlık var.  

Nihal Yalçın ve Onur Berk Arslanoğlu o kadar etkileyici oynuyorlar ki o anlatımın içinde hayranlıkla onları izliyorsunuz. Öyle ki oynadıkları karakterler ve oyun biçimi o kadar zor ki işte o noktada gerçek oyuncuları izlediğinizi hissediyorsunuz.

‘Balina’; ölüme yakın yaşarken affetmek üzerine bir buluşma hikâyesi!

‘Balina’ Amerikalı oyun yazarı Samuel D. Hunter’in yazdığı etkileyici bir oyun. Ve biz bu oyunu sinemaya uyarlanmış olarak yine ‘Balina’ adıyla izledik. Filmi izlemiştim ama duygusu geçmemişti oysaki duygu yükü ağır bir hikâyeydi. Filmin ardından ‘Balina’ Türk tiyatro sahnesine taşındı. Yönetmen İbrahim Çiçek oyunu o kadar güzel sahneye taşımış ki hikâyenin etki gücü çok yüksek olmuş. Bu zaten bir tiyatro metni, filmden referansla değerlendirmenin de doğru olmadığını izleyince anladım. Çünkü tiyatrosu öyle bir etki bırakıyor ki oyunun sonunda gözyaşlarınızı tutmanız mümkün değil!  

Oyunda Enis Arıkan, Şebnem Bozoklu, Yağız Can Konyalı, Helin Kandemir ve Emine Evirgen rol alıyor. Oyunculuklar çok iyi ve adeta yaşıyorlar. Öyle ki oyunu ağlayarak bitiriyorlar. Helin Kandemir’i etkileyici oyunculuğuyla ayrıca alkışlıyorum.

Ölüm ile yaşam arasında sıkışmanın, gidenin ardından kalmanın anlamsızlaştığı, aşktan geriye kalanın bedenen ve ruhen dünyayı bırakma hali insanın içini acıtıyor. Bir baba ve kızın o kısa zaman diliminde karşılaşarak birbirini anlama hikâyesine dönüşmesiyle yaşamı tekrar yaşanabilir kılıyor. Tabii her şey için çok geç oluyor aşkı uğruna kızını bırakmanın vicdan azabı sürerken, üstelik kavuşulan aşk dünyadan göç etmişken aklında kalan kızının ve aşkının hikâyesi yer değiştiriyor. Obez olarak bütün acılarının intikamını almaya çalışan karakterimiz giderayak kızıyla yüzleşmek için sayılı zamanların içine sıkıştırıyor bütün duygularını. Her tercih bir kaybediş sanki aşk ve ölüm arasında gidip gelen insan, bütün hikâyenin özeti gibi!

Öne Çıkanlar