BİRLİKTE NASIL YAŞARIZ?

Geçtiğimiz yıl açılması planlanan ancak küresel salgından dolayı ertelenen Venedik Bienali 17. Mimarlık Sergisi, eski günlerindeki ihtişamın yaşanamayacak olması pahasına açıldı. Açıldığı günden bu yana bienal aklımın bir köşesinde, klavyemin ucunda. Her seferinde olduğu gibi gidip yerinde o heyecanı henüz hissetmemiş olmanın ruhsuzluğu ve tüm sergileri ekrandan izleyip podcastler aracılığı ile dinlediklerimden öğrendiklerimin karmaşası ile, hala bu bienal için yazacak düşüncelerimi derleyemedim. Bir tür duygusal boşluk ve bilgi çokluğu arasında sıkışmış gibiyim. İçinde bulunduğumuz zaman tam da böyle tariflenebilir en iyi zaten: Boşlukla çokluk arasında hızla gidip gelen elektronlar misaliyiz.

Başlıktaki soru, tam tercümesi ile “Birlikte nasıl yaşayacağız?” bu bienalin küratörü Hashim Sarkis’in sergiler için sunduğu tema sorusu. Sarkis ve sergisine davet ettiği mimarlar ile bienale katılım gösteren ülke pavyonlarının bu soruya cevap arayan, buradaki kaygı ile ilişkilendirilen sunumlar yapması asıl beklenen. Şimdiye kadar izlediklerim biraz hayal kırıklığı yaratsa da, tüm işlere detaylıca hakim olamadan yorum yapmak istemem. Oysa bu sorunun kendisi öyle büyük ki, bir kez beyninize yerleştikten sonra, yaşamınızın hemen her anında beliriveriyor.

Camiye dönüştürülen Ayasofya’nın turkuvaz halılarını, parçalanan kapısını, örtülen fresklerini gördükçe soruyorum, birlikte nasıl yaşayacağız? Bu camideki vaazlardan birinde densizce Atatürk’e hakaret edildiğinde yine bu soru aklıma geliyor. Yapı ve onun simgeledikleri, birlikte yaşayamamanın en belirgin göstergesi olarak hayatlarımızın yüz yıllardır ortasında duruyor. Müslümanlar duvar resimlerine, Hristiyanlar minarelere tahammül edemiyor.

MİNARE KORKUSU

İsviçre2009 yılında yaptığı bir referandum ile Müslümanların ibadethanelerinin yapısal bir parçası olan minarelerin yasaklanmasını halkın oyuna sundu. %57 oranında oy ile minareler yasaklandı. Buna rahipler birliği dahil olmak üzere pek çok politik, sivil ve dini kuruluş itiraz etse de, bu yasak halen yürürlükte. Ülkedeki nüfusun %4.5’u Müslüman ve bunların beşte biri Türk asıllı. Bu yıl yapılan diğer bir oylama ise, kadınların toplum içinde Burka giymemesi hakkında gerçekleşti ve bu da %51 oy ile kabul edildi. Böylece  dünyada Burka’yı yasaklayan toplam 17 ülke oldu. Bu tür gelişmeler, oy oranlarına da bakıldığında o ülkelerin temel görüşünü yansıtmıyor ama  birlikte yaşamanın güçlüğünü ortaya koyan bir sonuç olarak karşımızda duruyor. Yasakları savunanlar, Kuran’da minarelere ilişkin bir ifade olmadığının ve burkanın insanların yüzünü örttüğü için güvenlik sorunları teşkil ettiğinin altını çiziyorlar. Minareleri ve Müslüman kadınların giyim tercihlerini extremizm, yani aşırı uçta radikal eğilim olarak görüyorlar. Haklılık payı var mıdır? Elbette vardır. Diğer yanda itirazlar ise kuşkusuz insan hakları ve özgürlükleri üzerinde yükseliyor. Bir insan dini yapısını olması gerektiği gibi görmeli ve inancı doğrultusunda giyinmek isterse giyinebilmeli, doğru mu? Elbette doğru. İster İsviçre’de, ister İstanbul’da olsun, birlikte yaşayabiliyor muyuz? Hayır.

Mimar Pail Böhm, Almanya’nın Köln kentinde 1200 kişinin birlikte ibadet edebileceği devasa bir camiyi tasarladığında, diğer Avrupa ülkelerinden sesler yükselmişti. Aynı tepkiler Amsterdam, Seville gibi kentlerde de camiler inşa edildikçe görüldü.

Diğer yanda, Mekke’de kilise binaları zaten yasaklı. Ama Kabe’nin etrafına lüks oteller inşa etmekte bir zarar yok güya İslami inançlar bakımından. Görüyoruz ki, kitleler bu uygulamaların inanç ile ilgili olduğuna inandırılsa da hemen hepsi güç ve sınır koyma ile ilgili. Din olgusunu hangi innaçta olursa olsun, yapı üzerinden okumaya başladığınızda karşınıza çıkan sadece bir üstünlük savaşımı. Birbirine üstünlük taslamak isteyen topluluklar birlikte yaşabilir mi? Hayır!

KARİKATÜR KORKUSU

2015 yılında, Müslümanların peygamberi Muhammed’in karikatürlerini yayınlayan Charlie Hebdo’ya yapılan terör saldırısı dünyanın tarihinde acı bir iz bıraktı. Dava devam ederken olayın acısı ve öfkesi ister Hristiyan ister Müslüman olsun pek çok kişinin içinde yaşamaya devam edecek. Hebdo, yoluna ve tavrına divam edeceğini açıkladı. Fransa insanların temel hak ve özgürlükleri konusunda tavizsiz bir ülke. Bu deneyime buradan bakarsak kararları anlaşılır ve doğru. Diğer landan yaptıkları, belli bir topluluğun temel inanışlarına saygısızlık niteliğinde ve onları kışkırtıcı. Elbette bu kışkırtmanın terör ile sonuçlanması kabul edilemez. Bu çıkmazda yine soralım: Birlikte nasıl yaşarız?

2012 ‘de Radikal İslamcılar, Mali -Timbuktu’daki UNESCO Dünya Kültür mirası listesindeki Sufi mozolelerini yerle bir ettiler, Sufi camilerini talan ettiler, buradaki kütüphaneyi ateşe verdiler. Mozoleler geçtiğimiz yıllarda restore edildi. Yakılan kütüphanede bulunan 14. ve 15. yüzyıllara ait astronomi, hukuk gibi alanlarda yazılı 30.000 kadar kitap ise, kent El Kaide tarafından kuşatıldığında, bir grup gönüllü ve kütüphaneciler tarafından inanılmaz bir operasyon ile binadan sızdırılıp ailelerin evlerinde saklanarak kurtulabildi. Birlikte yaşayabiliyor muyuz? Hayır.

VENEDİK GETTOSU

Mimarlık bienalini ziyarete gittiğim günlerden birinde Venedik’in turistlerin pek uğramadığı arka bölgelerinden birinde yer alan Venedik Getto’sunu ziyaret etmiştim. Venedik Cumhuriyeti, 1516 yılında aldığı bir karar ile Yahudilerin bu ayrı ve özel bölgede yaşamlarını sürdürmesini şart koşmuştu. Bugün bir dini bağlantısı olmaksızın azınlık grupların yaşadığı kent bölgesini tanımlayan Getto kelimesi ismini buradan alır. Kelimenin kökeni için pek çok farklı fikir var ve nereden geldiği tam olarak bilinmiyor. Yahudilerin o dönemde Venedik’te yaşamaya zorlandıkları bölgenin yakınlarında bir metal atölyesi var ve İtalyanca’da bu imalathanelere Gheto deniyor; muhtemelen buradan gelmiştir. Sonradan Fransızlar Venedik’i işgal ettiklerinde Napolyon Bonaparte Yahudilere uygulanan bu baskıya son verdiyse de, 19.yüzyıla kadar Avrupa’da Yahudi toplumunun ibadet yeri olan Sinagog yapılarının dışarıdan asla ayırt edilmesi istenmezdi. Bu binalar, sokak aralarındaki duvarların ardında gizlidir çoğu zaman veya olağan binalardır ve içlerindeki dünyaya girinceye kadar ne olduklarını anlamazsınız. Çok yeni bir sergi için, Perşembe Pazarı’nın Tünel tarafındaki arka, ara sokaktan girilen olağan bir binanın içinde girip çıktığım Zülfaris Sinagogu da örneğin bu sergiler ile halka açılıncaya kadar her gün yüzlerce kez önünden geçtiğimiz, ama asla içerisindeki kültürel zenginliği, tasarım coşkusunu tadamadığımız yapılardan sadece biri değil mi? Milyonlarca İstanbulludan kaçı, kentlerindeki sinagoglardan içeri girmiştir? İstanbul’da zenginliği ile övündüğümüz, böbürlendiğimiz tarihimizle ve kültürel çeşitliliğimizle birlikte yaşayabiliyor muyuz? Hayır.

KANADA’DA IRKÇILIK

Bu yazıyı kaleme alırken, dünyanın insan hakları ve medeni uygulamaları ile sözde en takdir edilen ülkelerinden biri olan Kanada’da dört Müslüman, sırf Müslüman oldukları için hunharca katledildi. Yine aynı ülke, bir iki hafta önce, tarihindeki çok acı bir gerçekle yüzleşti. Yerel halkın çocuklarının gittiği bakımevleri ve okulların binalarından toplu çocuk mezarları ortaya çıktı ve skandal büyüdü. Sistemin binaları, sistemin açlıktan ve hastalıktan topluca öldürdüğü çocukların mezarı olmuş. Birlikte yaşayabiliyor muyuz? Hayır!

Biliyorsunuz, örnekler, her kültürde var, sayısızlar, acımasızlar. Amerikanın yıllardır barışamadığı farklı ten renkleri, virüs sonrası tehlikeli boyutlara ulaşan Asyalı terörü, farklı cinsel tercihlere yöneltilen hemen her kültürdeki fobiler.. İnsan ne doğa ile, ne birbiri ile ne de diğer canlılar ile birlikte yaşayamayan bir tür. Daha kadın ile erkeğin birlikte bir uyumu tutturamadığı, güç dengelerini sağlayamadığı bir tür iken, günümüzde bu insanlar, cinsiyetsiz olduklarını deklare eden bireylerin varlığını anlamaya çalışacaklar öyle mi? Tarih insanlığın birlikte yaşayamaması üzerine inşa edilmiş. Bunun suçunu teknolojiye, kentleşmeye, sanayiye atmak, sadece kendimizi kabullenmemek demek.

Birlikte yaşamak için herkesi her şeyi olduğu gibi, geldiği gibi kabullenmek gerekli. Hayatımız, biz ne isek o. Denizimiz biz ne kadar masum ve temiz isek o kadar temiz. Kentlerimiz biz ne arzulamışsak onun bir yansıması. Mimarlık, birlikte yaşamayı öğrenmemizi sağlar mı? Elbette sağlayabilir. Ama bunun nasıl olacağını, sanki Hashim Sarkis’in 17. sergisindense, David Chipperfield’ın 13. sergisi daha iyi anlatıyor gibi. David Chipperfield o sergide, “Ortak Zeminler” e işaret etmişti, ve dünya 2012 yılında bugün olduğu kadar hızlı ve yüzeysel bir yer değildi, sergilenen işlerden de bu gerçeğin getirdiği anlamı ve kaliteyi görmek daha mümkündü.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi