İnsan, özünde bile sahtedir!

Belli bir yüz ifadesinin, belli bir duruş ve bakışın, saça, göze, dudağa belli biçim vermelerin ve de belli mimiklerin herkesçe uyarlanması; dolayısıyla ‘özçekim’ olmanın ötesinde, özde bir ‘toplu maskeleşme ayini’ olması… Böyle olduğu içindir ki tanıdıklarınızın ‘selfie’lerine baktığınızda iki uçlu bir hissiyata kapılıyorsunuz. Birincisi, onları bildiğiniz görüntülerine referansla tanımakta zorluk çekiyorsunuz. İkincisi, onları ‘selfie’ görüntülerine referansla birbirlerinden ayırt etmekte zorluk çekiyorsunuz!..

Türkiye’de antropolojinin isimsiz kahramanlarından olan, çok erken bir zamanda aramızdan ayrılmış sevgili dostum-ağabeyim Ahmet Güngören’in yükte hafif, pahada da hafif ama kıymette ağır mı ağır kitaplarından Kimlik Bulmacası İçin Kılavuz’da “Maskeli Balo” adlı unutulmaz bir yazısı vardır.

Güngören, Fransız yapısal antropolojisinin babası Claude Lévi-Strauss’un ekonomik-demografik olarak küçük-ölçekli (yanlışlık ve haksızlıkla “ilkel” denilen) toplumların dünyasında dinsel-mitsel mahiyetli ritüel etkinliklerde takılan maskeler üzerine çözümlemelerinden giriş yaparak konuyu “modern-uygar” dünyamızın “mit”lerine (markalar) ve rit”lerine (reklamlar) çarpıcı şekilde bağlar. Şöyle ki Amerika’nın yerli (yine yanlışlıkla “Kızılderililer” denilen) topluluklarının dünyasında maskeler, onların anlam evrenini ve iç (toplumsal) ve dış (“öteki” olanlara karşı) ilişkiler ağını yansıtan işlevlerle sadece ayinlerde kullanılıp diğer zamanlarda titizlikle gözlerden uzak şekilde saklanırken, günümüz dünyasında “modern” toplumlarda sürekli takılmakta, son derece seyrek olarak çok özel anlarda çıkarılmaktadır. “Çünkü”, der Güngören, “ayinsel gösteri [günümüzde] kesintisiz sürüyor”.[1]

Güngören’e göre, elektronik (televizüel) medyanın mutlak hegemonyası altında akıp giden bugünün dünyasında artık (belki Soğuk Savaş sonrasının ilk zamanlarında belirginleşip yaygınlaştığı söylenebilecek) kimlik sorunu giderek sönümlenmiş, onun yerine “imaj sorunu”, gösteri/görüntü patlaması eşliğinde alabildiğine kronikleşmiştir.

Böyle bir dünyada küçük-ölçekli ve doğaya saygılı-tâbi toplulukların kısa süreli ve geçici maskeli ritüellerinin yerini sürekli-kesintisiz bir “maskeli balo” almıştır.

Böyle bir dünyada insan hiçbir şeydir, imaj her şey!..

“Meşhuriyet Çağı”nda her yer Instagram seti!

Güngören’in görsel kitle kültürü terkisinde ve “MEŞ” (medya-eğlence-şov) endüstrisi güdümünde, yani “Meşhuriyet Çağı”nda psiko-kültürel savrulmalar içindeki insanlığın nabzını gayet iyi tutan bu yazısını hatırlatma nedenim, benim bir çalışmamdan alıntı eklenerek de “zenginleştirilmiş” şu sosyal medya mesajı:

“Cunda’dan bildiriyorum. İnsanlar müşterisi olmadıkları mekanların masasına oturup fotoğraf çektiriyor. Dinlemedikleri müzisyeni 15 sn çekip ayrılıyor. Her yer instagram seti olarak tasarlanmış gibi. Selfie çubuğu bulamayan garson arıyor. Instaya yabancılaşma efekti yüklensin” (@RenginArslan).

Bu mesaja alıntı-tweet ile karşılık veren bir kullanıcı (@gulzarlale), benim kitabım Görünüyorum O Halde Varım içinde yine Ahmet Güngören’in yukarıda zikrettiğim yazısıyla mayalandığı söylenebilecek “Selfie: Özçekim mi Özmaske mi?” başlıklı yazımdan bir pasaj eklemiş. O da şöyle:

“‘Selfie’ çığırı dikkate alındığında insanlığımızın kimlik sorunu veya kimliğini sorgulamak gibi bir derdi olmadığını, esas sorunun dışarıdan ya da dışarıya nasıl görünmek istediğimizle ilgili olduğunu düşünmek daha doğru olur.”

Bir sosyal bilimcinin olgusal olarak gözlemlediklerini kuramsal mihenge vurarak hayata-dünyaya-insana dair yazdıklarının yine hayatın içinden olgusal aktarımlarla desteklendiğini ve güçlendirildiğini görmesi elbette müthiş bir duygu ve çok da motive edici… O yüzden bu vesileyle hem 2017’de yayımlanmış kendi çalışmama hem de onun harcında payı bulunan bir dizi isim arasında Güngören’e ve onun zihnî performansına yönelik, deyiş yerindeyse bir “iman tazeleme” seansını anlayışınıza sığınarak başlatmak ve paylaşmak istiyorum!..

Bir toplu maskeleşme ayini: Selfie

Güngören’in kitabı 1999’da yayımlanmıştı ve o dönemde televizüel medya hâlâ yaygın ve etkin “kültürleme” mecrası olup, elektro-dijital teknoloji eşliğinde sosyal medyanın yükseliş ve hakimiyeti henüz söz konusu değildi. Ama yazılanlar, insan dünyasında “dijital yeni-normal” çığırı ve sosyal medya furyası ile ayırt edilen şimdiki zamanı da açıklamaya elverir yetkinlikteydi. Söz gelimi şunları kaydeder Güngören:

“Küresel çaptaki büyük starlara ve star markaların önerdiği modellere öykünerek, birey ölçeğinde oluşan imaj kurgusu da belirli sayıda klişeler (stereotipler) çevresinde dönmeye başlıyor. Belirli yüz ifadesi, sakal-bıyık, makyaj, saç biçimi, aksesuar gibi seçeneklerle ve kodlanmış mimiklerle sınırlanıyor. Maskeleşiyor. Olduğu gibi görünmek ve içtenlikli davranış, artık özellikle iş ortamlarında ve giderek tüm hayatta bir kişilik kusuru sayılmaya başlanıyor.” [2]

İşte bununla uyarlı mahiyette ve bu defa artık dijital yeni-normal ve sosyal medyanın bağrında, onların şahikası bir kitlesel pratik olarak “selfie” üzerine de 17-18 yıl sonra benim satırlarım:

“Selfie’yi sosyolojik olarak dikkate değer kılan, onun kitlesel bir pratik olması… Ve bu kitlesel pratiğin küresel baz ve çapta verili klişelere öykünerek, özenerek geliştirilen imaj kurgularıyla karşımıza çıkması… Belli bir yüz ifadesinin, belli bir duruş ve bakışın, saça, göze, dudağa belli biçim vermelerin ve de belli mimiklerin herkesçe uyarlanması. Böylece de ‘özçekim’ olmanın ötesinde, özde bir ‘toplu maskeleşme ayini’ olması… Herkesin çehresine bir ‘yönergeler seti’ doğrultusunda aynı standardı oturttuğu bir ‘maskeli balo’ ya da… Böyle olduğu içindir ki yakınlarınızın ya da tanıdıklarınızın ‘selfie’lerine baktığınızda iki uçlu bir hissiyata kapılıyorsunuz. Birincisi, onları bildiğiniz-tanıdığınız-aşina olduğunuz görüntülerine referansla tanımakta zorluk çekiyorsunuz. İkincisi, onları ‘selfie’ görüntülerine referansla birbirlerinden ayırt etmekte zorluk çekiyorsunuz!.. Dolayısıyla ‘selfie’, hepimizin aynılaştığı bir kitlesel kalabalık içindeki yalnızlığımızın güle oynaya dışavurumu…” [3]

Ürünler kişileşirken insanlar “şey”leşiyor!

Yukarıdaki alıntılarda yer alan tespitleri daha derin bir analize tâbi tutma yolunda da yine Ahmet Güngören’in, yine yükte ve pahada hafif ama değeri paha biçilmez mahiyette ve yine konumuzla ilgili bir başka çalışmasındaki şu satırları paylaşmak uygun olur:

“Ürünlerin kişileştiği, insana ilişkin her olgununsa şeyleştiği ve ticari değişim değeri kazandığı günümüz uygarlığında (…) tek tek bireyler bile, amansız toplumsal yarış içinde, kendi kimlik imajlarını, birer marka imajıymışçasına parlatarak, düşlemsel bir süper kampanya içinde yaşamaya çalışıyorlar.” [4]

Sanırım Cunda Adası’ndan aktarılan tabloda “insanî” bakımdan ne olup bittiğini anlama yolunda yukarıdaki çözümleme yeterince aydınlatıcıdır. Olsa olsa kendilerini “markalaştırma” derdine, daha doğrusu yanılsamasına düşmüş insanların “süper kampanya” faaliyeti, didinişi, çırpınışıdır söz konusu olan!..

Maskenin ardında bir yüz yok!

Noktayı yine Güngören’in kitabına referansla kendi yazımda da yer verdiğim Polonyalı romancı ve oyun yazarı Witold Gombrowicz’in insan söz konusu olduğunda aslolanın “maske” olduğunu çok çarpıcı biçimde anlatan sözleriyle koyalım. Bu da sadece Cunda’da değil ama yerkürenin hemen her yerinde, mesela (kendi gözlemlerin doğrultusunda) Paris Louvre Müzesi’ndeki Mona Lisa tablosunun önünden Konya’da Mevlâna Türbesi’nde sanduka önündeki kitlesel görüntüye kadar yaygın “selfie sefaleti”ne dair bir epigram olsun:

“İnsan hiçbir zaman kendisi olamayıp insanlar arasında doğan bir biçim tarafından tanımlanmış olduğundan, kendi özünde bile sahtedir. İnsan olmak oyuncu olmak demektir, insan olmak insan taklidi yapmaktır. İnsana maskesini çıkarmayı öğütlemiyorum (bu maskenin ardında bir yüz yok), ondan istenebilecek tek şey, durumundaki yapaylığın bilincine varması ve bunu itiraf etmesidir.” [5]  


[1] Ahmet Güngören, Kimlik Bulmacası İçin Kılavuz, Yol Yayınları/Patika, 1999, s. 73.

[2] Güngören, Kimlik Bulmacası, s. 78.

[3] Tayfun Atay, Görünüyorum O Halde Varım: Meşhuriyet Çağı’nda Kültür ve İnsan, Can Yayınları, 2017, s. 59-60.

[4] Ahmet Güngören, Reklamcı ve Şaman, Yol Yayınları/Patika, 1995, s. 130.

[5] Akt. Güngören, Kimlik Bulmacası, s. 80.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi