Kenti kim yapar -II
Yıkılan kenti yeniden yapmanın bir stratejisi olmalı. Hızlı olmak ve somut çıktı üretmek önemli belki ama daha önemli olan kalıcı ve model oluşturabilecek ana fikri ortaya koyabilmek. Bu modeli oluşturmak, devletin süreçleri ele alış biçiminden, mevzuatların güncellenmesine, torba yasalarla hayata geçen ve noktasal çözümlere yönelik uygulamalara dek uzanan bir sürü temel hak ve hukuku ele almak, yeri geliyorsa bunların engellenmesi ve değiştirilmesi için tepki göstermek demek. Depremden bu yana kentin yeniden yapımı için kafa yoran başka oluşumlar da var. Bu hafta yerimi fazlası ile aştığım için Ortak Akıl oluşumunu sizlere gelecek hafta yazabileceğim.
Anadolu’nun güneydoğusunda periyodik olarak yaşanan ve büyük can kaybına sebep olurken, buradaki kentleri de yerle bir eden büyük deprem felaketlerinden birine 2023 yılının başlarında tanık olduk.10 ilde meydana gelen yıkımın ardından, artık iyice bastıran kış ile birlikte konteyner ve çadır kentlerin sorunları, temel ihtiyaçların karşılanması, çocuklar ve kadınlar başta olmak üzere toplumun psikolojik ve sosyal inşası, yok olan tarihi mirasın korunması, en temel konu olan barınmanın kent sakinleri için sağlanması, özetle yıkılan yaşamın yeniden hayata kaldırılması gündemin öncelikli maddeleri arasında artık nadiren rastlanan konular; Muhtemelen iki ay sonra, olayın birinci yılında, çeşitli bilançolar ve dökümlerle karşılaşmak söz konusu olabilecek.
Türkiye romantik bir ülke. Ne zaman bunca trajedi barındıran bir durumun içinde kalsak, kimse sayılardan bahsetmek istemiyor. Olup biteni niceliğe büründürmenin, insan yaşamlarını metalaştırdığına inanılıyor; hani olur da hayatını kaybeden vatandaşlarımızın net sayısını sorsanız, konunun sayı değil insan yaşamı olduğu vurgulanıyor. Kuşkusuz öyle. İnsan yaşamının ne denli metalaştığını, enkaz altından günlerce, yardım bekleyenleri kahrolarak dinlediğimizde, cansız bedenler altından çıkarılmadan yıkıntılara kepçelerle girildiğinde hayatta kalanların yakınlarının -hiç değilse cesetleri için- ettiği feryatlarda görebildik. İnsanlık dışı hemen her görüntüyü hafızalarımıza kazıdığımız bu deneyimden sonra gerçek bir sayının telaffuzu daha ne kadar metalaştırabilir bilmiyorum.
ÖNCE VERİ: DOĞRU, ULAŞILABİLİR VE DETAYLI BİLGİ EKSİKLİĞİ
UNDP’nin 6 Ağustos tarihinde yayınladığı, depremden sonraki altıncı ay değerlendirmesinde, bu sayının 50.000’in üzerinde olduğu bildiriliyor ve Wikipedia, canını kaybedenlerin sayısını 50.783, kayıpları 297, 17 farklı bölgede yaralananları 107.204 kişi olarak kayıt altına alıyor. Genelleme ile en az 15,73 milyon kişinin ve 4 milyon yapının etkilendiği, 345 binanın yakıldığı bir olay olarak tarihe not düşüyor. Yıkılan veya yıkılmak üzere olan yapı sayısı devletin en üst kademesinden 139 bin ve bunların içindeki “bölüm” de 458 olarak açıklanmıştı daha önce. UNDP raporu yaklaşık 3.3 milyon kişinin evsiz kaldığını rapor etmiş. Ağustos başında hazırlanan bu rapora göre, o tarihte halen çadırlarda veya konteynerlerde yaşayanların sayısı 2.6 milyon!
Çözüme giden yolda problemin doğru ve etkili tanımını yapabilmek için veriye ihtiyacımız var. Bu veri listeler, haritalar, görselleştirmeler ve sayılardan oluşuyor. Sahada yaşanan ve eşsiz olan birebir deneyimi tamamlayan ve yapılacak yeniden ayağa kaldırma işinin boyutunu gösteren analiz ve veriler her şeyden önemli. Bu verilere sıradan bir vatandaş olarak ulaşmanız her zamanki gibi imkansız. Türkiye Cumhuriyeti devleti, vatandaşını pek çok konuda, halen düzensiz listeler ve sonuç posterleri ile bilgilendiriyor. Devletin en öncü sorumluluklarından biri bilgi paylaşımı ve şeffaflık. Türkiye’de en çok sınıfta kalınan konu bu veri akışı. Sanıyorum halktan kimse merak etmiyor; medya sivil toplum ve akademi kendi kaynakları ile başının çaresine bakıyor, devlet de böylece bir sorumluluk hissetmiyor. En basit konuda herhangi bir veri için başvurabileceğiniz ana kanallar yok; bakanlık veya devlet kurumları kanallarında sunulan veri ve raporların ise bir standardı ve daha önemlisi dayanak gösterir detayları eksik. Örneğin, deprem konusunda AFAD her ayın başında, toplanan yardımların nereye harcandığını üzerinde son derece az bilginin olduğu bir infografik ile açıklıyor. Bu sizleri kesiyor mu bilmem ama beni kesmiyor. Bu yazımı hazırlarken, saatlerimi İçişleri Bakanlığı, TOKİ, Emlak Konut, AFAD gibi ilgili sitelerde sörf yaparak geçirdim ama iki saniyede UNDP’den, Dünya Bankası’ndan, BBC’den bulabildiğim veriye ulaşamadım. Devlet birimlerinin toplumla iletişim kurması için tasarımdan ve tasarımcılardan destek alması gerektiği artık dünya ülkelerinde kabul görmüş evrensel bir standart. Deprem gibi bir olaydan on ay sonra bile, AFAD’ın e-devlet üzerinden ulaşılabilir olan kaynaklarına sunduğu haritalara, bilgi düzeyine, bunların kullanıcı kolaylığına ve anlaşılma yeterliliklerine bir bakılması gerekli. Toplum olarak doğru ve dürüst bilgiye kolayca erişimimizin olmadığı ortamda, bu kurumun olup biten ile hiç sarsılmadığını, sorumluluklarını maalesef hiç anlamadığını söylemek mümkün olur mu? Bu tür işler basın bültenlerinde “deprem risk haritasını yayınladık!” veya “Her ay, toplanan yardım miktarlarını açıklıyoruz!” gibi manşetlerle göz doldururken, içlerinin yeterince iyi, yeterli ve bilgilendirici olmadığını ve bunun gelecekteki benzer bir felaket için de benzer organizasyon sorunları beraberinde getireceğini görmek zor değil. Kimin umurunda bilmiyorum.
Siyasetin bilgisi seçmeninin gözünü boyamak üzere hazırlanan manipülatif bir bilgi. Şubat ayında Cumhurbaşkanı ismi ile yayınlanan bir haritada, Mart itibarı ile 199.739 konutun inşasına başlanacağı bildirilmiş, bunlar bölgenin haritası üzerinde sayısal olarak detaylandırılmış. Konut dediğimiz şey, hızlı üretim kutulardan ibaret, bölgesel özelliklere, hava şartlarına göre farklılaşmayan, çok tartışmalı TOKİ konutu. Son 20 yıllık veriler ve devlet yetkililerin beyanı, TOKİ’nin yılda 58 bin civarında konut üretebildiğini gösteriyor oysa; son üç senede bu yaklaşık 70bin konut olarak artmış. Siyaset, özetle kurumun kapasitesinin üç-dört mislinin aynı sürede üretileceğini vaat ediyor. Seçmen, sanıyorum inanıyor. TOKİ sitesinden yapım aşamasında olan konutların sayısını il il girerek görebilirsiniz; ben tam on ay sonra sadece Hatay araması yaptım ve 13.517 adet gibi bir sayıya ulaştım.
Depremde can kaybının sayısını sorgularken insanlık dışı olabiliyoruz; ama konut sayısı ve üretim hızı üzerinden siyaset yapmamızda anladığım kadarı ile bir sakınca yok.
Deprem, hepimize ülkemizdeki sivil insiyatifin önemini gösterdi. Devletin şu ya da bu gerekçe ile yetişemediği tüm alanları sivil kuruluşlar doldurdu. Bunların pek çoğu mevcut oluşumlar bile değildi üstelik. Hızla, bir anda, bir kişi veya kurumun etrafında, kimi zaman bireysel irade ile, kimi zaman kolektif bilinçle siviller organize oldular. Bu aslında tam da insanların bir araya gelip birlikte yaşama arzusu ile kentleri oluşturdukları hayatta kalma ve dayanışma iç güdüsü.
Kenti kim yapar? Kent mi yapacağız şehir mi? sorularını sorarken her ikisinin de nasıl da büyük sorular olduğunu bilerek, ve içinde fazlaca yol ayrımları olduğunu hissederek atmıştım bu başlığı. TOKİ konutlarının bir kent yapmayacağı çok açık. Hatırı sayılır TOKİ eleştirileri için sayısız mimarın makalelerine, sergi sunumlarına, geçlerin okullarda hazırladığı projelere bakılabilir.. Sahi kaç siyasetçi, kaç bürokrat bunları inceliyordur? TOKİ, 2.6 milyon insanın, çadırdan, konteynerden kurtulma umududur. Yıkımın üzerinden yeni bir başlangıç yapabilmek için, razı olmanın markasıdır. Arafta kalan insanın kendini güvenli tarafa atabilmesinin tek ismidir maalesef. TOKİ, ekonomisi can çekişen ülkenin çıkmaz sokağıdır.
On ay sonra, sokakları sessizleşmiş, mahalleleri düzleşmiş, her bakımdan yıkılan bir kent oysa yüzyıllardır yaptığı gibi küllerinden doğacak ve şehir haline dönüşecek. Şimdilerde bunun karın ağrıları, sancıları yaşanıyor. Her zamanki gibi sivil insiyatifin, hatta bireysel çabaların kimi yerde kendi kendine, kimi yerde ise devlet ile kol kola yürüdüğü projeler yavaş yavaş gün yüzüne çıkmaya başlıyor.
Geçtiğimiz haftalarda, sosyal medya üzerinde bir harita yayınlandı. Bu haritada bir parsel üzerinde bölümlere ayrılmış arsalar ve üzerinde çeşitli mimarlık ofislerinin isimleri yazılıydı. Bu görüntü, yerli-yersiz yorumlarla birlikte bir süre dolandı ve tepkilere de sebep oldu; nasıl olmasın!
Yapılan bir çalışma hakkında toplumu hiç bilgilendirmeyip; sonra pat diye böyle bir veri ortaya çıkınca, her türlü tepkiye de göğüs germek gerekli. Bu haritanın ve ardındaki çalışmanın, 2016 yılında kurulan Türkiye Tasarım Vakfı ismindeki kuruluşa ait olduğu belirtiliyordu paylaşımda. Vakıf bundan kısa bir süre öncesinde de, deprem bölgesinde uluslararası mimarlık ofislerinden Norman Foster Associates ve BIG yetkilileri ile birlikte görülmüştü. Bu paylaşımların ardından da başta mesleki çevrelerde merak uyandı.
TÜRKİYE TASARIM VAKFI ÇALIŞMALARI
TTV’nın kurucu başkanı Mehmet Kalyoncu, aile şirketleri Kalyon Holding, GYODER gibi kuruluşlardan aşina olduğumuz genç bir girişimci-yönetici. Kalyon Holding, inşaat, enerji, gayrimenkul geliştirme, sanayi ve medya alanlarından faaliyet gösteren bir şirket. Tasarım Vakfı’nın yönetim kurulunda Fehmi Bilge, Furkan Demirci, Furkan Filiz, Halil İbrahim Erbay görev alıyor. Vakfın danışma kurulunda akademisyen Gülname Turan, mimar Aydan Volkan, reklamcı Ali Sirmen gibi isimler dikkat çekiyor.
Önce sosyal medyada yayınlanan ardından birkaç gün sonra vakfın web sitesine de taşınan bilgiler ışığında, bölgede aylardır süren çalışmalar ve görüşmeler sonrasında, bir grup mimarın vakıf ile iş birliğinde bu pilot çalışma için proje hazırlığında olduğunu öğrendik. Bu mimarların arasında Yalın, TECE, NSMH, Çinici, DBA, Boran Ekinci, IND, Viva gibi köklü mimarlık ofisleri ile birlikte Dome+ Partners, Sour, Baka, Bilgin gibi yeni nesil ofisler de var. Parsellerden bir bölüm de “Kentin Mimarları” ismi ile ayrılmış. Sosyal Medya’da paylaşılan planda isimleri yer alan Erginoğlu-Çalışlar, Han Tümertekin ve Tabanlıoğlu Mimarlık’ın isimleri resmi paylaşımda kaldırıldı. Bu ofisler belli ki, ilk buluşmalardan sonra süreç içinde yer almamayı tercih etmişlerdi. Kentsel mobilyalar alanında deneyimli tasarımcı Tanju Özelgin’in ismi de proje paydaşları arasında yer alıyor.
Buradaki çalışmalar hakkında bilgi almak üzere, ilk olarak mimari ofislerden tanıdığım Ömer Selçuk Baz (Yalın mimarlık, Bünyamin Derman, Tabanlıoğlu ve Nevzat Sayın’a ulaştım ve yazı hazırlığında olduğumu bildirdim. Eş zamanlı olarak TTV’ndan randevu talep ettim, Amacım çalışmaları kendi kaynaklarından öğrenmekti. Zira günümüzde sosyal medya üzerinden anlık bilgilerle, dezenformasyona kapılmak çok olası. Bu isimlerden Ömer Selçuk Baz ile süreç hakkında görüşme şansı yakalarken, TTV kurucusu Mehmet Kalyoncu ve iş birliğinde bulunduğu Cem Yılmaz ile ekibi beni yaklaşık 3 saat süresince ağırladılar ve sorularıma yanıt verdiler.
BIG ve Norman Foster gibi isimlerin rolleri öncelikli merak konum oldu. Bu iki ofisin kişisel ilişkilerle projeye davet edildiklerini ve biraz da uluslararası görünürlük sağlamak amacı ile iletişime geçildiğini öğrendim. Her iki ofis de bölgede yapılacak bir keşif gezisini geri çevirmeyecek kadar dünya olayları ile ilgililer. Güncel olarak aldığım bilgiye göre BIG in bölgede proje geliştirmek adına sunduğu teklif (rakam bende saklı kalsın) vakfa çok yüklü gelmiş ve şu anda bir iş birliği yokmuş. Diğer yandan Foster‘ın ofisi, konsept geliştirme sürecinde danışmanlık hizmeti veriyor; kendilerine gönderilen projelere yorum bildiriyormuş. Pilot projenin ulaşım, kamusal alan, dolaşım ayağında İtalya’dan MIC Hub ile iş birliğinden söz ediliyor.
Vakıf söz konusu ofislerden, ortaklaşa olarak yapılan açık toplantılarda belirlenen bir hizmet ücreti karşılığında konsept proje çalışması bekliyor. Bu çalışmalar üç ay içerisinde teslim edilecek. Burada pek çok farklı ofisin bir ortak pilot alan yaratabilmesine yönelik esaslar da ortaklaşa olarak belirlenmiş ve tüm ofislere iletilmiş. Anlatılanlar ışığında oldukça girişimci, hatta işin devlet tarafındaki ilişkileri kurmak adına ısrarcı, hızlı ve tüm taraflara katılımcı bir süreç izlenmiş; ancak elbette bu oluşumun içinde yer almak isteyen de olmuş, istemeyen de.
Gerek Kalyoncu, gerekse Yılmaz, tamamen bu işe adandıkları bir 10 ay geçirdiklerini söylüyor ve bu işin kamu yararına yapıldığının altını çiziyor. Kendi deyimi ile “hobi olarak” böylesi bir işle ilgilenilemeyeceğini vurguluyor. Uluslararası isimlerin bir anlığına bile olsun vakıfla birlikte anılmasının örneğin kendilerine WAF (World Architecture Festival) gibi uluslararası yerlerin kapısını açtığını belirtiyor ve bundan da memnun görünüyor.
Bu projenin başlangıcında mimar Bünyamin Derman’ın ismi sıklıkla geçiyor. Kendisi ile bizzat görüşme sağlamam mümkün olmadı ancak konuyla ilgili yayınları ve röportajları takip ettim. Daha önce devlet ile pek çok proje gerçekleştiren Derman, deprem sonrasında bölgeye dair net ve somut bir planlamayı kendi kendine geliştirmiş. Bu mimari bir iç güdü olsa gerek. Bu çalışmaları devlete sunması çok da zor olmamış; ancak sonra bu çalışmaların ortaklaşa olması gerektiği telkinleri yapılmış olmalı ve böylece davetli toplantılar gerçekleştirilmiş hem onun ofisinde hem de daha sonradan yolları kesişen TTV ofislerinde. On ay boyunca mimarlar kendi aralarında farklı ortamlarda sürekli buluşup, bölgenin yeniden yapımı için kafa patlatıp durmuşlar özetle. Burada ismi yazanlar -ve kuşkusuz yazmayanlar- tasarımlarını çoktan geliştirmeye başlamışlar.
Önce konsept projeler onaylanacak. Bu ofislerle sonrasında uzlaşı sağlanırsa, uygulama projelerine geçilecek. İnşaat uygulamalarını Emlak Konut üstlenmiş. TTV, bu süreçte de projelerin bekçiliğini üstlenecek misiniz soruma olumlu yanıt veriyor.
“Peki burası bir vakıf ve tek gelir kaynağı da sizsiniz, yarın bu vakfın kapısına kilit vursanız ve kapatsanız, veya kaynak aktarmayı durdursanız, bu projenin akıbeti ne olur sizce?” diye soruyorum Mehmet beye. Duraksıyor, düşünüyor ve “Öyle bir şey olmayacak” deyiveriyor.
TTV, ve içinde yer alan mimarlık ofisleri, deprem bölgesinde kendilerine işaret edilen bir bölgede iyi yaşam idealleri taşıyan bir mahalleyi somut bir biçimde oluşturmaya başlamış durumdalar. Bölgedeki halkın baskı yaptığı aciliyet duygusu, bu birlikteliğin çalışmalarına da imza atmış gibi. Her şey, her zamanki gibi önden koşuyor, ardından toparlanıyor gibi. Pek çok şey de yolda ilerlerken karar veriliyor, değişiyor, dönüşüyor görünene göre. En azından benim algıladığım bu şekilde. Bu bizim toplum olarak değişmeyecek çalışma biçimimiz galiba. Diğer yandan insan gelişmeleri dinlerken keşke en azından devlet tarafında işler daha planlı, programlı, bilinçli ve şeffaf olarak ele alınabilseydi; bireysel çabalara bunca mahkum olmasaydı diye düşünüyor. Koskoca Türkiye Cumhuriyeti’nin mimarlığa, tasarıma bakış açısı, tümü ile yıkılarak yok olmuş devasa bir bölge için TOKİ güzellemelerinden ve üç beş mimarın girişimci bir kuruluşla olan hayallerinden öte olabilseydi.
Projenin kapsamı, yeşil alanları, bisiklet ve yaya önceliği, araçsızlığı gibi özellikleri ile iyi görünüyor. Mehmet Kalyoncu’ya belirttiğim gibi, bunların tümü şimdilik bir vaat, süreci hep birlikte bekleyip görmeliyiz. İşin çok daha başında olunduğu için sonucu hakkında kimse yorum yapamaz. Bunca değerli mimarın içinde bulunduğu bir süreçte bu pilot bölgenin tasarım özelliklerinin sıradan yapılara göre çok daha üstün olacağı, eğer inşası sırasında mimari tasarımlara sadık kalınırsa, öngörülebilir. Asıl önemli olan, cüzi bedellerle konsept projeleri geliştiren mimarlar gibi, diğer tüm paydaşların da kar amacı gütmeden buradaki yaşamı oluşturmak için elini taşın altına koyup koymayacağı. Asıl süreç bu yapıları Emlak Konut’un nasıl bir politika ile hayata geçireceği, ihale süreçlerinin şeffaflığı, yapı malzemelerinin kalitesi ve güvenilirliği gibi temel konular. Bir de rezerv alan ilanı, nehir yataklarına halen verilen ruhsatlar gibi hızlıca mimari tasarım ve konut üretiminden çok daha öncelikli temel konular var çözülmesi gereken.
Yıkılan kenti yeniden yapmanın bir stratejisi olmalı. Hızlı olmak ve somut çıktı üretmek önemli belki ama daha önemli olan kalıcı ve model oluşturabilecek ana fikri ortaya koyabilmek. Bu modeli oluşturmak, devletin süreçleri ele alış biçiminden, mevzuatların güncellenmesine, torba yasalarla hayata geçen ve noktasal çözümlere yönelik uygulamalara dek uzanan bir sürü temel hak ve hukuku ele almak, yeri geliyorsa bunların engellenmesi ve değiştirilmesi için tepki göstermek demek. Depremden bu yana kentin yeniden yapımı için kafa yoran başka oluşumlar da var. Bu hafta yerimi fazlası ile aştığım için Ortak Akıl oluşumunu sizlere gelecek hafta yazabileceğim.