KUTU KUTU TASARIM

Antik Yunan dilinde arı peteklerinin her birine Kytos, Kutoç gibi isimler verilirmiş. Daha sonraları bölüm, kap gibi anlamlarda kullanılır olmuş bu kelime. Bugün Türkçede kullandığımız kutu kelimesinin de buradan geldiğini söyleyebiliyoruz.

Bilmediği bir şehrin sokaklarında herkes bir kez olsun bir başına yürümüştür. Benim seyahatlerimde çok sıkça kendimi içinde buluğum bir durumdur. Öğrenme arzusu ve merak birçok kez bilmediğim ıssız sokaklarında yürütür beni farklı kentlerin.

Böyle anlarda aklıma her zaman tek bir şarkı düşer; çocukluğumda hep güler yüzlü olduğu ve çok iyi giyindiği için çok sevdiğim Erol Evgin‘in Bir de Bana Sor mısraları yükseliverir içimde:

Nerden esti aklıma kim bilir

Gezdim dün gece şehri şöyle bir

Herkes evinde kendi halinde

Her yerde huzur her yerde neşe

…..

Eski sokaklar yerli yerinde

Dostlar oturmuş kır kahvesinde

….

Evlerin ışıkları bir bir yanarken

Bendeki karanlığı gel de bana sor

İtiraf edeyim hüzünlenirim de. Bu sözler ile ortak düşüncem, o sokaklarda yürürken, evlerin ışıklarına, apartmanlara gözümün takılması olur. Zaten bu parçanın 45’lik plağının kapağında da gece karanlığında kutu kutu parlayan ev ışıkları vardı  yanılmıyorsam. Aslında kendi yaşadığım yerde, İstanbul’da ben de o ışıklı kutucuklardan birinde yaşarken, eğer kendi evimden uzakta isem, bir turist olmanın verdiği duygu ile büyük resmi görebilmem daha kolaylaşır. Bir sokak boyu uzanıp giden büyük kutular ve o kutuların içinde ışıkları bir bir yanıp sönen küçük kutucuklar. Yaşamımız bundan ibaret işte şehirde.

Her bir kutucuğun içinde nasıl hayatlar yaşandığını merak eder dururum. Bu merak burada sayamayacağım kadar çok filmin, sanat eserinin, derginin de konusudur aynı zamanda. Şehir hayatının insanları bu irili ufaklı kutuların içinde yaşayan bir konuma getirmiş olması, en abartılı halleri ile gelecek kurgusu sunan yapımlarda eleştirilir.

Apartman, modern yaşamın bize öğrettiği bir yaşam alanı. Çok sayıda insanı istifleyerek az alana sıkıştırmanın bir yolu. Kelimenin ilk ortaya çıkışı 1800’lerin başı. Latince kökleri “ayırmak” anlamına geliyor. Hayatlarımız kutucuklara bölündükçe ayrılıyoruz. Komşularımızdan, diğer insanlardan, en önemlisi doğadan kendimizi ayırdığımız, ayrı bir yaşam alanı apartman.

KUTULARDA YAŞAMLARIMIZ

Doğamız, dolayısı ile insanın da doğası organik formlardan oluşur da, bu istiflendiğimiz yaşam alanları köşeli ve düz duvarlı kutulardır hep.

Nasıl eşya taşınan kolileri, bir kamyonun kasasına sığacak biçimde küpler şeklinde ebatlara bölünmüş kutulardan oluşuyor ise yapı teknolojileri de insanları kente istifleyen apartmanları kutular biçiminde köşeli yapmak durumundadır. Ekonomik duruma göre apartmanların yapısı, boyutu ve özellikleri değişse de, sonuçta hepsi bir kutudur işte. Toplu konut projeleri, berbat ve ucuz tasarımları ile bu kutu hissini çok fazla yansıttığından dikkati çeker de aslında hepimizin kutularda yaşadığı çoklukla göz ardı edilir. Yeri gelmişken önereyim, toplu konutlara toplu kutular densin bundan sonra!

Güzel Türkçemizde biz bu yaşam alanlarına daire deriz. Bana kalırsa bu derin ve engin yaşam kültürümüzün bugünlerde hiç farkına varamadığımız göstergelerinden sadece biri. Biz herhangi bir bölümü, alanı anlatmak için daire kelimesini kullanıyoruz. Devlet ofislerini anlatmak için devlet dairesi de diyoruz evlerimiz gibi.

Bir insan eline bir çubuk alıp, kumda etrafına bir çember çizerse, kendine ait bir alanı tanımlamış olur. Bu alan zaten belki de etrafımızdaki auramızla birlikte görünmeyen biçimde de zaten tanımlıdır; felsefe doğuya yakınlaştıkça insan o etrafındaki ile birlikte anılır.  Bu düşüncenin tüm tezahuru bir çemberdir. Bu çemberin içinde, ortasında biz ve yaşantımız var, demek ki o boş bir alan değil, o halde bu alana pekala daire denebilir. Arapça kökü “dwr” olan daire kelimesi, dönmek anlamında aynı zamanda. Dünyamızın, yaşantımızın döndüğü, devindiği alanlara daire dememizden daha anlamlı bir tanım yok o halde yaşam alanlarımıza. Hepimiz boşlukta zıplaşıp duran atom parçacıklarıyız; kendi dairemiz, hatta kendi küremiz içerisinde oradan oraya gidiyor, geliyor, bazen birbirimize çarpışıp “ yeni” bir şey oluyor, bazen bir araya gelip daha “güçlü“ oluyor, ama özelimizde hep o küreciğin,  içinde yaşıyoruz. Evimiz dairedir işte.

EŞYALARIN KUTULARI

Eşyalardan bahsettim. Her boyda ve formdaki eşyaların kendilerine uygun kutulara konduğunu biliyoruz. Ürün tasarımının ayrılmaz bir parçasıdır ambalaj tasarımı. Farklı boylardaki bu kutular ürün teslim alındıktan sonra atılacak mı? Yoksa farklı bir biçimde kullanılabilecek mi? Bizim kültürümüzde özellikle pastanelerin çikolata kutuları saklanır. Çünkü onlar gösterişli olurlar. Nadir de olsa, sonradan kullanılmak üzere özellikle tasarlanmış eşya kutuları ile karşılaştığımda çok mutlu olurum. Yeni ürün tasarım anlayışı bunu çok önemsiyor. Bu dünyada çöp üretmek kadar büyük bir sorumsuzluk yok; çağdaş insan olmaktan en utandığım zamanlar, o çöp torbalarını doldurup kapıya bıraktığım zamanlar benim. Her şeyin ne kadar tok ve gereksiz ambalajlandığını, kat kat kutuları açıp atarak ne kadar çok çöp ürettiğimizin farkında mıyız?

İçine konduğu o küçük kutuların daha büyük kutulara, büyük kutuların kamyon kasalarına, bu kasaların gemi koteynırlarına sığdırıldığı görünmez bir yaşamı vardır eşyanın.  O mallar böyle kutu kutu taşınır oradan oraya. IKEA her şeyi akıllıca kutulayabildiği için servetine servet kattı. Kutulanınca “mal” olur eşya dediğimiz bu arada, biraz ucuzlaşır da; kullanılırken eşya deriz mallara. Sanki mal kötü bir şeymiş ve eşya olunca bizimle etkileşime geçtiği için bir ruhu varmış gibi. Kutu iyi bir şey değil o halde, eşyanın ruhunu özensizce sarıp sarmalayınca. Ürün tasarımı o eşyayı mal olarak değil de eşya olarak bize ulaştırabiliyorsa, o derece iyi olabilir demek ki. Düşünelim!

AMBALAJSIZ TÜKETİM

Şimdilerde yeni eğilimler özellikle gıda ve temel ihtiyaçlar alanında bu kutulardan arınmaya çalışıyor. Gıda ve temizlik malzemelerinde bu kutusuz, diğer bir deyişle açık ürün satışı bizim kültürümüzde eskiden beri var olan bir tutum ve bir tür ekonomiklik göstergesi iken, artık yeni dünya anlayışında aynı zamanda çevreye duyarlılık göstergesi.

Sürdürülebilir alışveriş anlayışı, organik gıda tüketme isteği, kaplarımızı yeniden doldurma (refill) ve yeniden kullanma (reuse) kültürünü de beraberinde getiriyor. Unpackaged isimli bir şirket, marketler için özel olarak tasarladığı “kutu” lara bu açık ürünleri dolduruyor ve oradan kendi kaplarınıza bu ürünlerden doldurup alışveriş yapıyorsunuz. Diyelim on çeşit ürün var her bir ünitede. Bu ürünler onlarca karton kutu ile sunulmuyor da hepsi birlikte daha büyük, özel tasarlanmış ahşap veya plastik bir mobilyada sunuluyor tüketicilere. Niş bir alan; daha büyük bir kutu!

Bu biçimde açık satılan ürünlere dair bir bilgi edinmek çoğu zaman imkansızdır. O ürünün nereden geldiği, nasıl üretildiği, nasıl taşındığı, değerleri, özellikleri gibi bilgileri alamadığınızda, satıcısına da güven duymuyorsanız, alım kararından vaz geçebilirsiniz. Bu nedenle Unpackaged gibi girişimler bu güveni de pazarlama etkinliklerinin içinde konuşuyorlar. Sundukları kutuyu bir yaşam felsefesi olarak pazarlıyorlar. Yeni dünya girişimleri bu türden kafa karışıklıkları ile dolu: daha iyi bir şeyin parçası olduğunu hissederken aslında aynı düzenin içinde olduğunu göremeyenler çoğunlukla genç nesil. Değişim galiba çok kutuyu az kutuya indirmek, veya örneğin paylaşımlı ofis mantığındaki gibi, kutuları birleştirmek ve bir araya getirmek gibi girişimlerle sağlanamaz, kutulardan kurtulabiliyor muyuz ona bakalım.

Unpackaged gibi girişimlerin hızını düşüren gelişme kuşkusuz küresel salgın oldu. Uzmanların belirttiğine göre temel ihtiyaçların eve servis edildiği hizmetlerdeki artış oranı son iki yılda iki katından fazla oldu. Kurye, bisiklet, insansız hava aracı veya otomobil… Bir ürün hangi araçla taşınacak olursa olsun, iyi bir biçimde kutulanması değişmez bir gereksinim.

KUTULARDAKİ YEMEK

Bu kuryeler çoğunlukla ofislere veya evlere getirtilen yemekleri de taşıyorlar. Daha önce kutulama ve ambalaj konusunda hiçbir kaygısı olmayan mahallenin köşesindeki Ayşe teyzenin mutfağı hazırladığı leziz ev yemeklerini size iyi bir kutuda ulaştıramazsa, ona birkaç tık ile çevrimiçi sipariş veren müşteriler affetmiyor; hemen alt satıra geçiyor. Ayşe teyzenin tek derdi artık iyi yemek pişirmek değil, bunu güvenli, temiz ve dağılmayacak biçimde müşterilerine ulaştırmak aynı zamanda. Paket servis ve ambalaj tasarımına gösterilen bu hassasiyet, aslında McDonalds denen dünya devi markanın aynı İKEA gibi servetini oluşturan bakış açısı; belki de sunduğu yemeklerin kalitesinden ve lezzetinden daha çok hem de.

Gıdanın taşınmasının kökleri insan kadar eskidir. İnsan bir yerden bir yere gitmeye başladıkça yanında özellikle kurutulmuş gıdaları yüzyıllar boyunca taşımış, bunları mola yerlerinde sıcak suda haşlayarak veya ısıtarak, pişirerek yoluna devam edebilmiş. Japon kültüründe 12. yüzyılda bu kurutulmuş gıdalar için küçük lake cilalı ahşap kutular yapılırmış. 17.yüzyılda Japonlar arasında bambu yemek kutuları artık iyice yaygınlaşmış. Savaş sonrası ise artık malzeme olan alüminyum hemen her Japon üretimi eşyada yer aldığı gibi bentolar için de hammadde olmuş, hatta bunlar gümüş gibi parladığı için okula, işe giderken bento taşımak bir statü göstergesi haline gelmiş. Japoncada “uygun, kullanışlı” anlamına gelen bento, bugün herhangi bir Çin restoranında da karşımıza bento box/bento kutusu olarak çıkabilen, kökleri çok eskilere dayanan bir geleneğin uzantısı.

Bento aslında Japonların esiz yemek yeme kültürüne de gönderme yapar. Öncelikle bento kutusu de kendi içinde bölümlere ayrılmıştır. Böylece pirinç, balık gibi yiyecekler birbirlerine karışmazlar. Japonlar için yaygın bir yemek felsefesi olan hara hachi bu, bir yemeğin hedefinin %80 doymuş olmak olmasını hedefler. Böylece yarın hala kendinizi aç hissedebilirsiniz. Aç hissetmek insanı yaşama bağlayan en önemli güdüdür. Bu felsefenin bir yansıması olan bento kutusunun bölmeleri küçüktür. Her malzemeden yeteri kadar vardır, hepsi eşittir. Bu özellikleri ile bir bento kutusu aslında yeteri kadar, sağlıklı ve dengeli beslenmenin simgesi olabilecek kadar önemli bir kutudur.

Kant, Newton veya Leibniz arasında dolaşırsak düşüncelerimizin kutularından da bahsedebiliriz. Beynimizi bir düşünceler kutusu olarak gören felsefe, bize yeni çağda şöyle salık verir: Kutunun dışında düşünün! Sonra bir markanın reklamı  çıkar ve “Aslında kutu yok!” der. Bana sorarsanız, apartmanlarda kutu kutu yaşadığımız, kutu kutu yemek yediğimiz, sosyal medya da kutu kutu okuduklarımızın, kutu kutu izlediklerimizin olduğu bir dünyada pekala düşüncelerimiz, algılarımız ve yargılarımız da kutu içinde artık. Ne kadar az kutu, o kadar iyi bir yaşam kalitesi demek bu yüzden !

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi