YOKSULLUK VE OPTİMİZM ARASINDA TASARIM

Çağlar boyu eşsiz kültürlere ev sahipliği yapmış coğrafyamızda, döneminin en büyük imparatorluklarından birinin yıkıntıları üzerinde belini doğrultabilmiş, henüz bir insan ömürlüğü ülkemizde, tarımın ve hayvancılığın her türlüsüne imkan veren, bize eşsiz doğal zenginlikler sunan iklimimizde ve topraklarımızda, temeli sağlam atılmış sanayi ve üretim stratejilerimize karşılık, bugün dünyanın en yoksul ülkeleri arasında yerimizi aldık. Yaşamın her safhası bu ana fikir ile geliyor gün gün; optimist olmanın en zor olduğu zamanlar.

Fakiriz. Görünen o ki, bu yıl içerisinde daha da fakirleşeceğiz. Siyasi liderler yaşamlarımızdaki bu yoksullaşma deneyimini bizlere her fırsatta “Eskiden daha da yoksuldunuz!” kavramı etrafında unutturmaya çalışsa da gerçekler değişmiyor. Politikacı olmak bunu gerektirir. Orhun Anıtları bile aynı söylemi taşır: Tanrı buyurduğu için, bahtım, talihim olduğu için ölecek halkı diriltip doyurdum. Çıplak halkı giyimli kıldım, fakir halkı zengin kıldım. (OA D23)

Hiç olmadığımız kadar fakiriz. Fakirlik bir yoksunluk hali. Eş anlamlısı yoksul kelimesinin kökleri öz Türkçe’de -yod etmek fiiline dayanıyor. Yok etmek, imha etmek, bitirmek anlamına gelen bu kelime, günümüze dek olduğu gibi taşınmış neredeyse. Uygurlar, boşuna/faydasız anlamında yoksuz kelimesini kullanmışlar.

Ne yapsak da yoksuz, yoksuluz bu aralar.

Fakir kelimesine ise yazılı kaynaklarda ilk olarak 12. yüzyılda rastlanıyor. Tanrı yolunda olanın yoksullaşmasından mecazi anlamda bahsediliyor. Gözümüzün önüne dünyevi zevklerden, maldan ve mülkten arınmış dervişler getirebiliriz, pek çoklarımıza göre yoksul görünürler. Dünya yaşamındaki yoksullukları onları maneviyatlarında zengin kılar veya tam tersi de mümkün. Günümüzde asıl varlıklı ve zengin kişilerin dış görünümlerinden durumlarının pek de anlaşılır olmadığına, zaten varlık içinde olanın bunu gösterme telaşı içine düşmediğine tanığız. Varsıllık, algıda yoksulluğu getirebilir. Yanılmamalı. Gösteriş merakı ve cehalet asıl yoksulluk oysa.

Fakirlik ve yoksulluk, öylesine Tanrı ile özdeşleşmiştir ki yakında siyasi söylemlerin bu yöne evrileceğinden de hiç şüphem yok. Bugün kendilerine gelen fahiş elektrik faturalarını camlarına asarak protesto edenlerin arasında, yıllardır 150 odalı sarayın giderlerine örneğin, mesele kendilerine dokununcaya kadar ses çıkarmayanlar da vardır eminim. Sahi sarayın elektrik faturası ne kadar gelmiştir?

Hiç olmadığımız kadar fakiriz. Gel de hatırlama: ”Memleketin dâhilinde iktidara sahip olanlar, gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde bulunabilirler. Hatta bu iktidar sahipleri, şahsi menfaatlerini müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit edebilirler. Millet, fakr u zaruret içinde harap ve bitap düşmüş olabilir.” İşte tam da, Türkiye Cumhuriyeti’ni, yıkılmış bir imparatorluğun enkazından şu yada bu şekilde kurmayı başarmış olan Atatürk’ün dediği yerdeyiz. Toplumun %60’ı tüketici kredisi ile yaşıyor. Türkiye Cumhuriyeti 99. yılında, enerjisi dış kaynaklara bağımlı, üretimi ithalata dayalı, tarım ve hayvancılık olanaklarını gün geçtikçe yitiren, sanayi kuruluşlarını bir bir kapatan, kamu kurumlarının özelleştirilmesi ile ve kamusal alanların satışı ile ekonomisini ayakta tutmaya çalışan, yaptığı yol, köprü ve benzer yatırımları yap-işlet modeli ile yaptığı için gelecek nesilleri de borç batağına sokan bir ülke konumuna geldi. Zaman harap ve bitap olma zamanı.

İhracat rakamları sürekli artış gösteriyor ve bu olumlu bir durum olarak yüceltiliyor. Tek bir sorum var: ihracat sürekli artarken neden dış borçlanma açığımız büyüyor? Cevabı için elbette ekonomist olmaya gerek yok: Nitelikli mal üretmediğiniz müddetçe ihracatta karlılık sağlayamazsınız. Ara mal değil; donanımlı ana mal üreterek ihraç etmediğiniz müddetçe bu rakamların hiçbir anlamı yok. Donanımdan kast ettiğim, teknoloji, tasarım, inovasyon, kalite gibi, özellikle can derdindeyken söz etmeyi pek sevmediğimiz unsurlar. Devlet algısında tasarım ve teknoloji maalesef bir promosyon unsurudur. Bu duruma da buna alet olan tasarımcılara da sadece üzülüyorum. Büyük bir yoksulluk da, işte burada mesela.

Buraya kadar, zaten bildiğiniz ve içinde yaşadığınız gerçeklere böyle özet bir biçimde dokunmam ve durumumuzun pesimizmi içine sizleri çekebilmem gerekiyordu. Çünkü sizlere optimizmden bahsedeceğim.

Türkiye’de bugün içinde bulunduğumuz yaşam neresinden tutsak elimizde kalıyor. Günlerimiz çok daha verimli, yararlı, yaratıcı işlerle ve düşüncelerle dolmak yerine gündemin pesimist kara bulutları altında eziliyor ve geçip gidiyor. Hepimiz her an yer yerde ve her şeyi olumsuzca eleştirir haldeyiz. Oysa en iyi eleştiri daha iyi bir seçeneği sunmak, hatta hayata geçirmektir. Optimizmden bahsetme isteğim bu yüzden.

SİNİSİZM SİZİ KURTARIR MI?

Yaşanan gelişmeler toplumun bir kesimi üzerinde örgütsel bir sinisizmin yaygınlaşmasına sebep oluyor. Sinisizm, kökenleri Antik Yunan felsefesine dayanan bir kavram. Materyal dünyanın dayattığı amaçlarla ilgilenmeyen bir yaşam biçimini savunan Sinikler (Cynics) zenginlik, güç, mevkii veya günümüze kadar çok farklı bir yeri olan statü sembolü, onur gibi konumlamaları ve bunlar için sergilenmesi gereken yaşam biçimini reddediyorlardı. Doğal yaşam içinde, kendi iç güdülerine göre sürdürdükleri yaşam, toplumların bütününden ayrışmış ve izole olduğu için bir tür fakirlikle de özdeşleşmişti. Sinisizm aslında vaz geçmektir de.

Türkiye’deki siyasi iklim ve politikalar sonucu toplumsal yaşama artık iyiden iyiye nüfuz eden sefaletin bir tür vaz geçme duygusu yarattığı bugün ortaya çıkan göç eğiliminde okunabilir. Kendilerine iyi bir gelecek kurma ideali ile yurt dışına okumaya veya çalışmaya gitmiş gençlere diyecek hiçbir sözüm yok; durduğumuz yerden onlar kaçıp paçayı kurtardılar diye bakabiliriz, Oysa tam içimden bunun maddi ve manevi bedelinin nasıl da yüksek olduğunu biliyorum. Ana yurdunda gelecek hayali kuramayan genç bir göçmen olmanın ruh hali üzerinde derin varsayımlarla geçiyor günlerim, pek yakın çevremde her gün bu gerçekle yaşadığım için. Bu yüzden gençleri bir kenara bırakıyorum.

Sinisizm özellikle entelektüellerin kent yaşamını, toplumda üstlendikleri rolü bırakarak inzivaya çekildiği, kendileri ve toplum arasına kalın duvarlar ördüğü, kendi küçük dünyalarında belki daha fakir ama daha huzurlu olacağına inandıkları kentten kaçışta hissediliyor bir de. İşte ben o sahil kasabalarına, dağ köylerine sesleniyorum; bu sinisizim lüksünü karşılamaya toplum olarak gücümüz yetecek mi peki? Hiç sanmam, çünkü orada da evleriniz maalesef elektrikle ısınıyor ve beğenmediğiniz, tepki göstermek yerine kendinizi izole ederek protesto ettiğiniz bu yönetim o elektrik faturasına son iki ayda tüm küçülttüğünüz ekonominizi yansıtıverdi.

Sadece ülkedeki ekonomik ve baskıcı koşullar da değil bizleri pesimist yapan. Küresel salgın ile birlikte son iki yıldır duymadığımız kadar kötü ve talihsiz haber, olumsuz senaryo, karamsar kelime hayatımıza doldu. Belirsizlik insanların tüm hayatlarını esir aldı, oysa hayatın çarklarını umut rüzgarları döndürüyor.

Aslında çağımızda yaşadığımız tabloyu kötümser tarafından değil iyimser tarafından yorumlamamız gerektiğine dikkat çekiyor Bruce Mau ve ekliyor, tarihe göz attığımızda aslında yaşanabilecek en iyi çağdayız.

BRUCE MAU VE INSTITUTE WITHOUT BOUNDARIES

Mau,1985 yılından bu yana Toronto merkezli tasarım stüdyosunda iş ve düşünce üreten bir isim.  Tasarım dünyasının pek çoğu onu – eğer star mimar Rem Koolhaas‘tan biraz rol çalabildiyse – S,M,L,XL isimli 1300 sayfalık önemli bir yayına imza attığı için tanırlar. Benim ise tasarım dünyamın idollerinden biri olan bu ismin Life Style ve Massive Change isimli diğer kitapları kütüphanemin en kıymetlileri arasındadır. On yıllardır raflarımda duran bu iki kitaba birer başucu eseri niteliğinde çeşitli dönemlerde durur durur bakarım. İçinde bulunduğumuz bu pesimizm döneminde yeniden Bruce Mau’ya sığınmam bu yüzden.

Massive Change (Büyük Değişim) kitabını kaleme aldığında, -derlediğinde demek  daha doğru olur- tarihler 2004 yılını gösteriyordu. 21.yüzyılın ilk günlerinden bize seslenen bu yayında döneminin önde gelen bilim insanları, sosyologları, psikologları sanatçıları, mimarları, ekonomistleri, geleceğe dair öngörülerini sıralıyorlardı.

Proje 2002 yılında, Vancouver Sanat Galerisi küratörünün Mau’nun stüdyosundan, geleceğin tasarım kültürü üzerine bir sergi istemesi ile alevlendi. Mau bunun imkansız bir iş olduğunun, yeni çağdaki gelişmelerin bir sergi sınırı içine giremeyeceğinin altını çizerken, bu çaba üniversitelerle işbirliğinde bilginin ve düşüncelerin paylaşıldığı bir programa dönüşüverdi ve adına da Bağımlılığı olmayan Enstitü (Institute Without Boundaries) dendi. Mau o günden bu yana tasarım kültürünü kritik eden ve ona yön veren önemli bir portre olarak çalışmalarını sürdürüyor. Merak edenler, bugüne ışık tutan “Massive Change” projesinin içeriğine dijital ortamlardan ulaşabilirler, benim için Mau’nun son dönemde ortaya attığı manifestosu size aktarmak üzere daha ilgi çekici.

Daha pandeminin ilk günlerinde bu talihsiz gelişmenin yaratıcılık anlamında çok önemli bir dönüm noktasına işaret ettiğini çeşitli ortamlarda ve buradaki yazılarımda ifade etme olanağı bulmuştum. Tasarımcı aklı böyle çalışır. Herkesin gittiği yönden farklı yönde. Dünyaya biraz da tersten baktığımız söylenebilir. Kötümser bir dönemde iyimser olmak bu bakış açısının ve mesleki edinimlerin bir çıktısıdır. Tasarımcı problem çözen kişidir. Zaten düşünceleri ve üretimleri ortada hiç olmamıştır ve onları var etmek için büyük boşluklara karşı savaşım verendir. Tasarımcı deneme ve yanılma konusunda master, zorlu insan ilişkileri konusunda doktora çalışması yapmış kişidir. Tasarımcı her bir yoksunlukta fırsatlar olduğunu bilen kişidir.

Gittikçe yoksullaştığımız bu dönemde sizlere elektriksiz çalışan çamaşır makinelerinden, gün ışığını biriktirerek geceleri aydınlatan türlü icatlardan, birbirinden eşsiz sürdürülebilir yaşam alışkanlıklarından, evde tarımdan, geri dönüşümden, moda olduğu gibi ileri dönüşümden, akıllı evlerden, akıllı teknolojilerden bahsetmiyorsam, tasarım artık sadece bir ürün ve bir organizasyon olmadığından..Tasarım (veya yaratıcılık) yeni çağda bir düşünce ve yaşam biçimidir. Yeni ağın felsefesidir de diyebiliriz tasarım için. Mau gibi isimler bu felsefenin öncüleridir. Mau diyor ki: Problem ne kadar büyükse, kriz ne kadar kötü ise, deneyim ne kadar acı ise, yaratıcı fırsatlar o kadar belirgindir.

BÜYÜK DEĞİŞİM İÇİN 24 İLKE

2020 yılında çıkan son kitabında büyük değişim için 24 yaratıcı maddeyi sıralıyor Bruce Mau. Burada anlattıkları, mesleğimiz ve ona bakış açımız adına bir manifesto.

Kendi deyimi ile, bu dönemde gerçeğe dayalı bir optimizm içinde bulunmalıyız. Bir Polyannacılık değil, bilimsel gerçeklere ve verilere dayalı bir optimizm tasarımcının bahsettiği.

Eğer her gün oturduğumuz yerde ekranımızdan kayan haberlere, rakamlara ve verilere bakıyorsak ve buna karşılık bir eylemde bulunmuyorsak, günün şartlarında pesimist olmaktan kurtulamayız. Ancak sokağa çıktığımızda üreten, yaratan, çalışan ve çabalayan insanlarla karşılaşabilir ve böylece umutsuzluğu umuda dönüştürebiliriz. Bu karşılaşmalardan ilham alıp, bu karşılaşmaları işbirliklerine dönüştürebilirsek değişim için bir katkı sağlamış oluruz.

İnsanlığın tarihi gelişimine bakıldığında, evet bugün pek çok şey çok daha kötü gibi görünebilir, çünkü bu bilgilere çok daha kolay ve hızlı ulaşabiliyoruz. Diğer yandan bilimsel gerçekler ise sağlık, güvenlik, eğitim, teknoloji, yaratıcılık alanlarında insanlık süresince hiç olmadığımız kadar iyi bir noktada olduğumuzu gösteriyor geçmişe oranla. Daha akıllıyız, daha hızlıyız, daha problem çözücüyüz, daha uzun ve daha sağlıklı yaşıyoruz aslında eskiye oranla.

Sinik değil kiritik düşünceyi benimsemeliyiz diyor bu manifesto. İlki umutsuz ve yıkıcı olduğundan, ikincisi ise aktif ve üretken olduğundan yapmalıyız bunu. Kritik etmek negatif bir aksiyon değil, aksine tarafsız bir eylem. Kritik eden düşünce yapısı, sonucu ne olursa olsun eldeki verileri değerlendirmeye çalışır ve ortaya kıymetli bir üretkenlik koyar. Kritik düşüncenin tek bir amacı vardır, daha iyisine ulaşmak.

Mau’nun bana göre gelmiş geçmiş en derli toplu ve önemli olan bu manifestosu, yaşamımızı kritik ederken karamsar bir bakış açısı ile değil, optimist ve yapıcı bir felsefe sunuyor. Yerim sona erdiği için sizlere sadece bana verdiği olumlu ilhamı aktarabildim. Yaşamlarımızı tasarımın optimist bakış açısı değiştirecek.

Eğer ilginizi çekerse lütfen yazın, gelecek haftaki yazımda, belki de bir devam niteliğinde, bu 24 maddeyi tercüme ederek sizlere sunayım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi