Pusu gazeteciliği

Türkiye’nin tarihi, biraz da gazeteciliği ve gerçeği pusula edinenlerle; gazeteciliği ve gölgeleri pusu edinenlerin hikayesidir. Pusu kuranlarla, Pusula olanların tarihidir. Abdi İpekçi’nin, Muammer Aksoy’un, Kemal Türkler’in, Metin Altıok’un, Ümit Kaftancıoğlu’nun, Çetin Emeç’in, Turan Dursun’un, Uğur Mumcu’nun, Metin Göktepe’nin, Ahmet Taner Kışlalı’nın, Hrant Dink’in ve ismi ‘gerçek tarih’te yerini almış,
katledilen tüm ‘pusulalar’ın hikayesi…

Yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce…
Mağaradan içeriye girdiğinde elleri zincirle birbirine bağlı üç adama baktı. Adamlar yavaşça döndüğünde dışardan, çok küçük bir delikten duvara yansıtılan gölgeleri izlemeye devam ettiler. Etleri çürümeye, elbiseleri yok olmaya başlamıştı. Açlıktan üçü birden zayıf düştüğünden bunun başlarına gelmesini çoktan normalleştirmişlerdi. Etraf o kadar pis kokuyordu ki yüzünün gerginliğinden yanaklarının yırtılacağını zannetti.
Tutsakları zincirleyen şey, her an içeriye girebilir, onu da zincirlenmişler arasında katabilirdi.
O an, yakalanıp zincirlenerek çürümeye mahkûm edilme ihtimalinden daha çok korktuğu şey ise, bileklerinden prangalanıp diğerlerine bakarak bunun normal olduğuna kendini onlar gibi inandırma düşüncesiydi. Çok şaşırdı. Eğer bu duygu, kendi zihninde sinsice pusuda beklemeseydi ilk fırsatta açığa çıkar mıydı ki?!..
Şimdi önünde iki seçenek vardı; ya oradan kaçarak özgür olduğuna kendisini ikna etmeye çalışarak yaşamaya devam edecekti ya da o zincirlenmiş ve ölmek üzere olan üç adamı kurtarmaya çalışacaktı.
Peki ama nasıl yapacaktı? Zincirler çok kalın gözüküyordu ve üç adamın onlardan kurtulacak gücü yoktu.
Birden irkildi. Her yer sessizleşti. Kaçışan böceklerin sesini bile duyabiliyordu. Dikkat kesildi çünkü gelen bu sesi tanıyordu. Gölgesi gittikçe büyüyordu ve çok korkunç görünüyordu. Kocaman ve uzun sayısız bacakları, bıçak gibi keskin uçları…
Yaklaşan gölge, bu üç adamı zincirleyen şeydi. Onun duvarda git gide büyüyen korkunç gölgesine baktı ve kararını verdi.
Zincirleri çözecek ve bu insanları kurtaracaktı…
Oysa sadece gazetecilik yapıyordu!..
Yaklaşık iki bin beş yüz yıl sonra Türkiye…
Bir adamın odası…
Elinde uzun süredir titizlikle hazırladığı dosyası var. Masadaki kağıtlarla birlikte bu dosya tamamlanacaktı.
Daktilosunun yanı başında yer alan, eşi ve çocuklarıyla çekilmiş çerçeveli fotoğrafına baktı. Son günlerde ölüm tehditleri alıyordu, hatta bir gazetede birkaç defa da manşetten hedef gösterilmişti. O gazete de masada dosyasının yanında duruyordu. Fotoğrafı basılmış ve üzerine çarpı konulmuştu. Eğer elindeki dosyayı yayınlarsa, belki de öldürülebilirdi.
Derin bir nefes aldı.
Evine gelen tehdit mektuplarını ailesi görmesin diye postacıyı tembihlemiş, zarfları kendisinin ara ara gelip alacağını söylemişti.
Oysa sadece gazetecilik yapıyordu.
Onu manşetlerinden ve köşelerinden hedef gösterenler de bu iddiadaydı; onlara sorulunca da gazetecilik yaptıklarını söylüyorlardı.
Kararını vermişti, koltuğuna yaslandı, bu haberi yapacaktı…
Gerçekler gün gibi ortadaydı. Mağara karanlığındaymış gibi sadece içeriye yansıtılan gölgeleri yazarsa, bu yaşadığı toplumdaki zincirleri daha da kalın hale getirmez miydi?!..
Söylenen her yalan, atılan her iftira ve basılan fotoğraflarıyla gelen her tehdit, yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce Platon’un mağarasındaki tutsaklara yapışan zincirler gibi daha fazla sarıyor sarmalıyor, gölgeliyordu hakikati… Ve ondan, zincirlenmişlere gerçeği değil, sadece yansıtılan gölgelerin doğru olduğunu yazması istenmişti.
Onu sadece silahıyla değil, kalemiyle de öldürmek için pusuda olanlar bekliyordu.
Pusulalar
ve pusular
Türkiye’nin tarihi, biraz da gazeteciliği ve gerçeği pusula edinenlerle; gazeteciliği ve gölgeleri pusu edinenlerin hikayesidir.
Pusu kuranlarla, Pusula olanların tarihidir.
Abdi İpekçi’nin, Muammer Aksoy’un, Kemal Türkler’in, Metin Altıok’un, Ümit Kaftancıoğlu’nun, Çetin Emeç’in, Turan Dursun’un, Uğur Mumcu’nun, Metin Göktepe’nin, Ahmet Taner Kışlalı’nın, Hrant Dink’in ve ismi ‘gerçek tarih’te yerini almış, katledilen tüm ‘Pusulalar’ın hikayesi…
Postmodern çağlarda edinilen bütün kimlikler, ideolojiler, inançlar, kurallar ve toplumsal ilişkiler metalaşmadan nasibini aldı. Bunu ‘anons’ eden her parlatılmış birey, gözetlenmek zorunda olduğunu kabul eder ve imzası olmayan ama yaptırımı senetteki imzadan daha ağır olan koşulları da beraberinde kabul etmiş sayılır.
Ekran ise bunun kitlesel çağrısını ve dayatmasını yapmakla yükümlüdür. Tıraş bıçağını “kullan at” diyen reklamla, “bir insanı kullan at” programı aynı saate denk bile gelebilir.
Konuşacak mısın ya da yazacak mısın?.. O halde hepimiz seni gözetleyeceğiz! Hem de ülkeyi koca bir “Biri Bizi Gözetliyor” evi yapana kadar… Çünkü iktidar gözetledikçe vardır. İktidar sizi izleyen gözlerdedir.
Sadece ben değil, herkes sizi izleyecek!
İlk bakışta bu George Orwell’in 1984 romanındaki ‘Büyük Birader’le karıştırılır. Bu inanç ve hazır düşünce, tam da ‘Gölge’nin istediği şeydir. Oysa tam tersi, en kalabalık olan, en yoksul olanlara belki de hakkı en çok yenenlere bu güç devredilmiş, ‘ihale edilmiştir’. Çünkü ‘pusuda bekleyenler’, gazetecileri ve aydınları geçmiş yıllarda yaptıkları gibi direkt hedef göstermekten çok daha etkili bir yol keşfettiler. Önce ellerindekini alır, kendilerini zincire –rızası ile- vurmaya ikna eder ve gölge oyununu başlatacak ‘metaları’ onların emrine verirler!
Bu sayede kitleleri önce televizyonla evimize, sonra da telefonla cebimize soktular: “Burada mısın, konuşacak ve yazacak mısın? O halde sadece ben değil, herkes seni izleyecek!..”
Herkes…
İşte o ‘herkes’ için yazılan her kelime, yine aynı ‘herkes’in hedefine konulmalı ki, linç meşrulaşabilsin ve suç paylaşılabilsin. Çünkü Gölge, ‘herkes’ suçlu olursa suçlanacak kimsenin kalmayacağını keşfetmişti.
Kendinize pusu kurmanızı bile isterler!
Habere ve metalara ulaşabilir olundukça, Gölge de yaklaşmaya başladı.
Öyle ki onun hakkında yaratılan mitlerle bir süre sonra sizin kendi kendinize pusu kurmanızı bile isterler!..
Karanlıkta saklanırken ışığı açmamanız için size kendilerinden bir parça yapıştırırlar.
Siz buna ‘alışkanlık’ diyeceksiniz. Bu alışkanlık, kendi kendinize pusu kurdukça vücudunuza daha fazla yerleşecek.
Daha ileri aşamaya gelindiğinde bu korkuları, benliğiniz zannedeceksiniz. Işık size bir zarar vermediği halde her açıldığında anlamsız bir korku içerisinde kendinizi tehlikede hissetme ihtiyacı hissedecek ve saklanmaya kalkacaksınız.
En sonunda kendisini, sizin hissettiğiniz korkular içinde hissetmeyen herkesi zararlı görmeye başlayabilir, hatta onları kendiniz gibi korkmadığı için suçlamaya dahi başlayabilirsiniz.
Bu aşamadan sonra elinizdeki (pardon, cebinizdeki!) en büyük güçle kurulmuş olan pusu kalabalığına katılabilir, gerçeği söyleyen ve siziz için sadece gölgenin yaptıklarını gün yüzüne çıkaranları hedef gösterebilirsiniz!..
Gölge nerede?
Yaklaşık iki bin beş yüz yıl önce
Mağaradan içeriye girdi. Gölgeler yaklaşıyordu, korkusu da artıyordu. Elini zincire atınca hiçbirinin aslında kilitli olmadığını gördü. Üç tutsağı dışarı çıkarmak istedi, onlara gerçeğin dışarıda olduğunu anlattı ama zincirliler onu yalancılıkla suçladı. Mağaranın ve gölgenin dışında bir gerçek olmadığını, onun da buna inanmasının yararına olacağını söylediler.
Kısa süre sonra da dışarı çıkmaları için biraz daha zorlarsa onu öldüreceklerini kendi aralarında konuşmaya başladılar.
O da çaresiz dışarıya doğru çıkmaya başladı. Yaklaşan şey mağaranın girişindeydi ve gölgesi korkunçtu. Kalbi hızla atmaya başladı, gölge ya onu tutsak edecekti ya da o, gölgeden kurtulup koşarak kendisini kurtaracaktı.
Gerildi, gerildi, gerildi… Bütün gücünü ve cesaretini toplayarak koşmaya başladı. Çığlık atarak koşuyordu. Gün ışığına yaklaştıkça gözleri kamaşıyor, bir süre mağarada karanlıkta kaldığı için olacak biraz da acıyordu. Işığa yaklaştıkça gözlerini kısmak zorunda kaldı. Mağaranın dışına yaklaşmıştı ama kimse yoktu.
Peki gölge neredeydi?!..
Sonunda gün ışığına yeniden kavuşmuştu. Derin bir nefes aldı. Gözleri yeniden ışığa alışmaya başladığı için açılabiliyordu. Görmeye yeniden başlamıştı.
Kaçan hamamböceklerine bakarken güneşin tenini yavaş yavaş ısıtmaya başladığını hissetti…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi