RUINIZM VEYA YIKIM ÇAĞI.

İnsanlık yıka yıka gelişiyor. Yıkılan sadece dış dünyamız değil; iç dünyamız aynı zamanda. Ama  sözünü edeceklerim o kadar da karamsar değil.

Yıkım kavramı aslında olumsuz olsa da yaratıcı alanlarda ve iş dünyasında kimilerine göre olumlu bir kavram. Sanayi odaklı inovasyonda ve özellikle pazarlama alanında çokça kullanılıyor ve genel olarak eski düzenlerin, anlayışın tamamen yok edilip, yerine yepyeni bir sistemin, bakış açısının gelmesini temsil ediyor. Belirli alışkanlıkları kıran, radikal biçimde değişime yol açan yeniliklere yıkıcı inovasyon deniliyor. Akıllı telefonlar veya yeni nesil film platformları yıkıcı inovasyonun en iyi örnekleri arasında. Burada kullanılan yıkım kelimesi İngilizce’de 16. yüzyıldan bu yana distruptive olarak kullanıyor, kelimenin kökeni tam olarak kırarak veya parçalayarak ayırmak.

Somut ve soyut varlıklar kırılıp parçalandıklarında ortaya birkaç sonuç çıkar: tamamen yok olmak, dönüşmek veya tamir olmak. Tümünün tasarım dünyasında bir karşılığı var. Tasarım felsefesi özünde biraz da bölmekle ve parçalamakla, var olanı reddetmekle, değiştirmekle ilgilidir; yeni fikirler böyle gelişir.

Tamamen yok edip, yerine eskisinin izlerini taşımayan yenilikler sunmak, yukarıda bahsettiğim yıkıcı inovasyon denilen kavram. Dönüşmek ise küresel salgın sonrası hepimizin yaşamlarına esneklik kavramı ile birlikte giren oldukça gündemde bir eğilim. Hatta sevgili Levent Erden’in söylediği şekli ile biraz uzatarak “agileee” kelimesi bugün kurumsal yaşamın pek çok yerinde kendine haklı haksız yer buluyor. Tamir konusu ile, yaratıcı endüstrilerin ilk ikisi gibi en önemli kavramlarından birini oluşturuyor. Daha önce bu konuda kaleme aldığım bir yazımda tamir etmenin öneminden ve tasarım dünyasındaki tamir manifestolarından bahsetmiştim.

Tüketim kültürü ne kadar “kullan at” alışkanlığı getirdi ise de yıkım çağında, çığ gibi büyüyen bir eğilim: tamir et ve kullan.

Kadim kültürler ve felsefe bize kusurun güzelliğini anlatır. Teknolojiler bunca gelişmeden önce, kusursuzluk denen bir yargı yoktu. Hemen her şey çok daha “iyi” yapılmaya başlanınca kusurluluk gibi bir kavram ortaya çıktı. Mimarlıkta ve ürün tasarımında tercih edilen kusursuz yüzeyler, moda endüstrisinin tüm bileşenleri ile pompaladığı kusursuz bedenler.. Kuşkusuz tümü mühiş bir ürün ve hizmet paketini de beraberinde getirdi, getiriyor.

Örneğin dokulu ve biraz da kırsal duran tuğla kaplamanın yerini alan devasa kusursuz porselenler, yaşlanan insan bedenini kusursuzlaştıran dev bir kozmetik ve plastik cerrahi endüstrisi; aslında iki uçtaki bu örnekler de aynı kapıya çıkıyor: mükemmelik. Sosyal medya ile körüklenen imaj çağı da bu kusursuzluk algısını motive ediyor. Yaratıcı alanlarda bu kusursuzluk algısına karşı bir duruş gittikçe güçlenerek gelişiyor. Bu tercihler yöneldikçe, üretenler ev satanlar da strateji değiştiriyorlar. İnsanların eğilimlerini analiz edip ona göre yol çizmek ticaretin ata sporudur.

İçinde bulunduğumuz yıkım çağında, tüketimin matematiği de böylece yıkıcı biçimde değişiyor. Hayır hayır, size çok iyi bildiğiniz algoritmalardan bahsetmeyeceğim. Yıkım çağının ortaya attığı yeni bir kavrama girizgah yapma niyetindeyim.

RUİNİZM:

Kesinlikle bir -izm meraklısı değilim ve belki de güzel Türkçemize böyle bir kelime icat ettiğim için kızanlarınız olacak! Aslında icat değil bu kelime, keşif. Türkçe’de fazla karşılığı bulunmayan ama yaratıcılığı ilgilendiren bir kelime ruinism. Burada paylaşmamın sebebi bana göre yükselen eğilimlerden biri olması. Türkçe’de ruin kelimesinin pek çok anlamı var: hasar görmüş, ziyan olmuş, heba olmuş, harabe, yıkım, yıkıntı, heba olmak, mahvolmak… Bu kelimelerin bir kısmı zarar görmüş, yıkılmış olanı, bir kısmı da tümüyle yok olanı anlatıyor. Ruinizm kelimesini içinde bulunduğumuz çağa yakıştırmam tam da bu yüzden. Bu çağda somut ve soyut varlıklarımızın uğradığı yıkım, kimi yerde değiştirip dönüştürüyor, kimi yerde ise tümü ile yok ediyor.

Aslında bu kelimenin sanat ve müzik dünyasında nadir olsa da bir karşılığı var. Örneğin önceki yüzyıllarda yok olmaya yüz tutmuş tarihi yapıların resmini yapan ressamlar var. İster arkeoloji çalışmalarında olsun ister özel olarak, kalıntı ressamlığı yapan bir grup insandan söz ediyorum. Günümüzde de özellikle fotoğraf alanında eski yapıları belgeleyen pek çok  sanatçı ve fotografçı mevcut. Bu çalışmaların tümü ruinizm altında incelenebilir ve anlaşılabilir. Bu yaratıcı eylemin ardında hem belgeleme iç güdüsü, hem de oradaki yıkıntının estetiğine yapılan bir gönderme vardır. Yıkıntı kusurludur. İçinde yaşanmışlık, yani tarih, hikayeler ve anılar barındırır. Tüm bu özellikleri onu eşsiz ve güzel yapar kimilerince. Böylece onu yaratıcı bir işe dönüştürürler.

YENİ TÜKETİM MESELİ: YIKIM

Tüketim kültürünün değişen dinamiklerinden bahsettim. Son dönemde sosyal medyada ve dijital bağımsız medyada sıklaşmaya başlayan gönderiler ışığında şunu düşünmeye başladım: Acaba yeni dünya bir “yıkım psikolojisi” mi pazarlıyor?

İnsanlık savaşlar, ekonomi, siyaset, küresel salgın girdabında boğuluyorlar. Temel haklar ve özgürlükler tehdit altında. Bunların tümünün oldukça sarsıcı gerçekler olduğu ve pek çok problemi beraberinde getirdiği açık. Direnmek zor.

Diğer yandan istatistikler, insan türünün tarihte hiç olmadığı kadar iyi durumda olduğunu gösteriyor. Başka bir deyişle insanlar yukarıda bahsettiğim her alanda tarihe göre çok daha iyi şartlarda yaşıyorlar. Hal böyle olmasına rağmen iletişim mecraları kimi gerçek kimi yalan olan bilgiyi öyle hızlı bir biçimde enjikte ediyor ki, belki de kendimizi bunların tümü altında eziliyor, yıkılıyor ve yok oluyor hissediyoruz. Sosyal medya başta olmak üzere tüm iletişim kanallarında insanların psikolojik sorunlarına, insan ilişkilerine, ruhsal sağlıklarına değinen ne çok reklam, yazı var farkında mısınız? Artan problemler, devasa bir “iyi yaşam” endüstrisi yaratmadı mı? Yaşam koçları, sağlık koçları, hepimizin mutlaka yaşamının bir parçası yapmak istediği yoga seansları bu büyük resmin en iyimser parçaları.

Bu resimde, insan ilişkilerini düzenleyen, hatta psikolojik teşhisler koyan uygulamalar var. İnsanlara sözde “daya iyi, daha sağlıklı bir birey” olmayı salık veren pek çok sosyal medya hesabı aslında bir bakıma daha ben-merkezci, daha içine kapanık ve bir söylem yayıyor. Yüzyıllardır insanların içinde bulunduğu türlü ruh hallerini alt alta sıralayarak, bu belirtilerin varlığı halinde “sizde şu ruhsal sorun olabilir, bu psikolojik hastalık mağduru olabilirsiniz” türünden pek çok sözde farkındalık hesabı ortalıkta dolaşıyor ve bu mecraların en büyük kullanıcı kitlesi olan gençler fark etmeden bu eğilimin bir parçası haline dönüşüyor.

Yıkım çağında artık pazarlanan “sahip olma” duygusu değil kuşkusuz.  Bu sözünü ettiklerimin tümü bir ruinizm eğilimi yaratıyor. Bu kez yıkılan tarihten artakalan yapıların harabeleri değil; iç dünyamızın ta kendisi. Bu çağ bize birer harabeymişiz muamelesi yapıyor.

Öğrenilmiş çaresizlik, kazanılmış başarısızlık gibi pek çok kavrama aşina olabiliriz. Bu kavramların tümü aslında, eğer var ise,  büyük bir ruinizm akımının çıktıları olabilir.Yıkım çağı, yani ruinizim, insanları eylemsizleştiren bir çağ. Çok şey bilen ama az şey yapanların dünyası. Bu çağın insanları duyumlar üzerine yargılar geliştiriyor, bu yargıları ile kötü kararlar alıyorlar. Uyuşturucu yaşallaşıyor, psikolojik sorunlar yüceltiliyor, bunlara yönelik ilaçların kullanımı arttırılıyor. Bir nevi depresyon, karamsarlık ve çaresizlik pazarlaması yapılıyor. Sıkıyönetim ve diktatörlük artıyor. Kendini kıstırılmış hisseden toplum bir tür perişanlık duygusunda kendini bitmiş, ziyan olmuş, yok olmuş hissediyor. İnsanlar çalışmaktan, üretmekten gittikçe uzaklaşıyorlar. Hatta  son derece baskıcı olan sistemde çalışmayı reddediyorlar. Buna karşılık, tüm gün tembel tembel oturup,işsizlik maaşı almak veya basit online gerişimlerle kolay para kazanmak ruinizmin yeni göstergeleri olarak görülüyor. ( ref: Stephan Smolka, Urban dictionary, 2009)

HURDALARIN ESTETİĞİ : CREATIVE SALVAGE

Bu yılın başında New Yorklu bir galeri’de ilginç bir sergi açıldı: Creative Salvage: 1981-1991. Aynı isimli bir kitabın eş yazarı olan Gareth Williams tarafından küratörlüğü üstlenilen bu sergide, tasarım dünyasının bilinen simalarından Tom Dixon, Ron Arad gibi isimler de yer alıyordu.

Belirtilen dönemde İngiltere’deki baskıcı ortamda tasarımcılar tarafından ortaya çıkarılmış bir dizi mobilyayı sunan bu sergi,  aslında görüntüdeki punk ve avangard eşyalardan çok daha fazlasını anlatıyordu. Önüme düşen basın bülteninden aktarmam gerekirse, belirtilen dönemde arka İngiltere’de, kitlesel işsizlik, siyasi kutuplaşma, maden grevleri ile Brixton, Birmingham ve Liverpool isyanları öne çıkıyor. Bu olaylardan muzdarip bir ortam ve baskı var. Bir grup girişimci ve anarşik yaratıcı, tüm bu baskıcı ortamda en ilkel malzeme ve ekipmanı kullanarak mobilya üretmeye devam ediyor.

Ellerindeki buluntu malzemeler, hurda metal ve endüstriyel brikolaj mükemmel uyumlarıyla buluşuyor. Sezgisel, umursayan bir tavırla malzemeler eşyaya dönüşüyor. Karşımıza işlenmiş, kurtarılmış inşaat demirinin en temel döşeme biçimi olarak işlev gören bisiklet iç lastikleriyle kaplandığı, Rokoko'dan ilham alan formlara tasarlandığı bir sandalye çıkıveriyor. Gereksiz aletler, paslı iskele kelepçeleri ve dambıllar sandalyelerin yapısal desteği olmuş, geri kazanılmış bir mermer cephe ve parke döşeme tuğlaları masa tablası olarak yeniden kullanılmış, kırık cam şişelerden avizeler, çelik sac ve beton preslenerek hacimsel formlara dönüştürülmüş. Sonuçlar çarpıcı ve cesur bir dizi mobilya.

Bu sergiyi kıskandığımı itiraf etmeliyim. Yıkım çağı her koldan dış ve iç dünyamıza pompalanırken, yıkılarak yok edilen tarihi miras yapıların beton, demir ve ahşap kalıntılarını hiç değilse bir masa bir sandalye haline dönüştürmek isterdim doğrusu ! Bu dönüştürme gücü, sergide olduğu gibi tasarımcılara ait bir yetenek ve düş gücünün temsili. Böylece onların yok olmasını izlemek yerine, başka bir amaçla da olsa hala kullanılmasını sağlamak mümkün olurdu. Üstelik anıları ve tarihten gelen izleri ile birlikte. Üstelik yok olandan var edilmiş değerli ikonlar olarak.

Kim bilir, belki ruinizm kavramı, tarihi kalıntıların resmedilmesi ile başlayan, içinde bulunduğumuz çağın psikolojik duvarlarını yıkan tümüyle karamsar anlamından sıyrılır ve bu sergideki gibi ürünlerin eşyaların üretildiği yepyeni bir tasarım akımına dönüşür. Neden olmasın?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi