İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Savaş fırsat olur mu?

İnsanın tüylerini diken diken eden bir yaklaşım.
“Rusya-Ukrayna savaşı bizim için fırsat mı?” 

Bu türden cümleler, vicdanı olan insanın vicdanını kanatmakla kalmıyor, cümleyi kurana, yazana, çizene karşı alerji ve tiksinti yaratıyor..

Hangi taraftan olursa olsun!
İster vatan savunması, ister toprak işgali, ister emir altında, ister gönüllü: 

Gençler geleceğini, çocuklar babalarını kaybediyor.

Ruslar yakıp yıkıyor, Ukrayna’daki naziler ise kıstırdıkları Rus askerlerinin cep telefonlarından onların yakınlarını arayıp, insan hafsalasının almayacağı vahşilikleri sergiliyorlar!.
Annesini arayıp oğlunu nasıl öldürdüklerini ya da sevgilisini arayıp nasıl hadım ettiklerini canlı canlı izletiyorlar!..


Maymun belgesellerinde bile izlenmesi dehşetli bir irritasyon yaratan, iki maymun kolonisinin birbirine saldırıp, kıstırdıkları türdaşlarının etlerinden et koparma vahşetinin, insan tarafından bin beteriyle, en acımasız yöntemlerle gerçekleştirilmesi, kendi kendisine “canlıların en gelişmiş türü” payesini veren insan türünün paradoksunu ortaya koyuyor.

Esir ya da savaş hukuku yok sayılıp, savaş kollektif bir kötülük senfonisi haline geliyor!

Oysa savaş, iletişim araçlarını, bilimi, teknolojiyi bu ölçüde geliştiren insan soyu için artık “son çare” bile olmamalıdır!


Dünyanın onlarca ülkesinin bilim insanının, dünya’dan yüzlerce kilometre uzakta, dışarıda tek bir solukluk oksijen bulunmayan, yirmi metrekarelik bir uzay istasyonunda, zehirli bir nükleer evren ile aralarında küçücük bir lomboz camı bulunan uzayın kör bir noktasında, bir arada bilim yapar hale geldiği bir medeniyet evresinde, savaşa ‘son çare’ demek bile büyük bir zaaftır, ayıptır, cahalettir!


Savaşın son çare olduğu dönem internet öncesi, iletişimin yetersiz olduğu bir dönem için mazur görülebilir. Çünkü kavga hep ‘masada eksik bilgi’ olmasından kaynaklanır.


Bir whatsapp mesajının bir saniyede dünyanın etrafını birkaç kez dönerek yan dairedeki komşunuza ulaştığı, bakkalda kredi kartınızı kullanarak ödediğiniz ekmek ücretinin, o ‘bip’ sesi kadar sürede Amerika’ya gidip gelen bir sinyalle Dünya’nın öteki ucundan onay aldığı düzeyde iletişim hızını keşfetmiş bir medeniyet, çocuklarına savaşmama terbiyesini verememiş ise o medeniyette vahim bir sorun vardır.
Bu sorun zeka sorunu değil, kazanma, biriktirme, istifleme sorunudur.

Savaşın yaratacağı fırsatmış!

Olmaz olsun


Vatan Hainliği ucuzlarken

Mesele ‘patates ve soğan’ ile başladığında iş kolaydı.

Sabık Tarım Bakanı önde, kolluk kuvvetleri arkada, iki soğan deposu basıldı.
Rantiyecilerin, istifçilerin ipliği pazara çıkarıldı!

“İşte soğan depolayan vatan hainleri” diye malum gazetelerde ve televizyonlarda boy boy haberleri yapıldı..

Operasyon tamamlanıp, yüce milletimiz, patates ve soğan fiyatlarının artışına bu “şerefsiz” depocuların neden olduğu konusunda tam ikna edildi ki; muhalefetin, bu tarım meselelerini iş edinmiş bazı işgüzar milletvekilleri oyunu bozuverdi.
Bir süre dirense de, Tarım Bakanı da anladı ki, meğerse bu patates soğan, pazara çıkmadan önce depolanıyormuş.

Depocu; istifçi damgası yemekten korkup, gelişine pazara gönderdiği soğanların, şimdi cücükleri çürük çıkınca, biz anlıyoruz ki bu soğanın depocusu vatan haini değil!

Gel gör ki sonradan iş sadece soğan patatesle kalmadı!

Ekmek kuyruğa bindi. Peşinden bildiğin hıyar kırk liraya kadar çıktı!

Biber, domates, patlıcan, derken et patlayıverdi!
Zeytinyağı tuz biber ekti!..
Elektriği, doğalgazı, hele akaryakıtı geçiyorum.
Zaten şeytanın başı akaryakıt!
… 

Şimdi en son şekerdeyiz..

Tam da bayram üstü.. Tatlı muhabbetine bomba gibi düştü.
Bildiğin şeker!.
İki buçuk kiloluk torbası 56 lira..
Bu yazı size ulaşana kadar ne olur allah bilir!

Zaman zaman anlatılır. Hep eksik ya da yanlış anlatılır…
Çocukluk çağında, askeri okul ile buluşan kaderi ömrünün yarısını savaş meydanlarında geçirmesine neden olmuş, soyadını bile Cumhuriyet’in varlık savaşlarından almış bir büyük Cumhuriyet önderi İsmet İnönü!


Savaşın ne anlama geldiğini, Atatürk’ten, İsmet İnönü’den daha iyi bilen kaç tarihi şahsiyet var!

İkinci Dünya savaşı ortalığı kasıp kavururken, bir yandan Hitler’in, diğer yandan Stalin’in baskısına rağmen Genç Türkiye’yi savaşa sokmamayı başarmış İnönü’ye, bugün hayatta oldukları için ‘düyunu şükran’ olması gerekenler, “İnönü, asker kaçağıymış!” diye komik dedikodular yaymışlar!..

İnönü bir yurt gezisinde, etrafına toplanan kalabalığın bacakları arasından kafasını uzatan bir çocuk “Bizim şeker yiyemememizin sebebi senmişsin.. Babam öyle diyor hep!” deyivermiş.
Korumalar şaşırmış, sustursalar mı, ne yapsalar… 


İnönü çocuğu yanına çağırmış, sevecen bir ifadeyle “Baban nerede?” diye sormuş!

“Şurada!” diye arkaları göstermiş çocuk.
“Bak” demiş İnönü, “seni şekersiz bıraktım ama babasız bırakmadım!”

Reyiz şimdi bu daha yeni dünyanın asgari ücret zammını yaptığı nankör güruha çıkıp dese ki:

“Sizi zeytinyağsız, ekmeksiz, bibersiz, hıyarsız, şekersiz, bıraktım ama köprüsüz bırakmadım!”


Kim anlar?

Siyaset ve magazin yakınlaşıyor
Bütün dünyada iki yıldır 483 milyon insanı hasta eden, 6 milyon 132 bin 561 insanı öldüren covid-19 virüslerinin tamamını bir araya toplayıp tartıya koysaydık, toplam ağırlığın ancak 2,5 gram geleceğini biliyor muydunuz?
Cürmü iki buçuk gram gelmeyen bu melanetin, iki buçuk yıldır dünyanın çanına ot tıkamış olmasına rağmen, çoğunuzun bildiğini sanmıyorum! 

Peki ya ‘Kur korumalı mevduat hesabına’ 3 ayda devlet kesesinden akıtılan para ile 10 tane Osmangazi Köprüsü yapılabileceğini biliyor muydunuz?

Bunu da çoğunluğun bildiğini sanmıyorum!
Çünkü bilinse yerin yerinden oynaması lazım! 

Tık yok!

Bu para doğrudan sizin kesenizden çıkıyor!

Peki, aranızda Oscar töreninde Will Smith’in, sunucu Chris Rock’a neden tokat attığını bilmeyen var mı?
Muhtemelen Yok!

‘Cengiz İle Ahtapot’ isimli tv programında, program ortağı Ertuğrul Özkök diyor ki,
“İnsanlar birbirleri ile sürekli atışan, sataşan tartışma programlarından bıktı! Artık bize gelecekler.. Bizi seyredecekler!”

Valla, Suskun sanatçıların, bıçak kemiğe dayanınca itiraz dünyasına adım atmaları siyaseti mi magazinleştirecek, yoksa magazini mi siyasileştirecek, onu ben de merak ediyorum!
Ama her iki durum da cebimizden hortumlanan parayla Londra’da satın alınan caddeleri maskeleyecek ise ben yine o “bıkkınlık verdi” denilen “atışma, tartışma” programlarını tercih ederim!..

Tiyatroya bir gün yetmez!

Ruhsal sorun yaşayan bir kişinin terapisini yapana psikolog denir.
Bu terapiyi bir grup insana yapana ise tiyatrocu denir.

Biraz egzajere etmeme müsaade edin!

Tiyatro, sadece kültürel değil terapik bir olaydır.
Denemesi bedava! (Ya da bir bilet parasına diyelim!)
En kasvetli, kendinizi en sıkıntılı hissettiğiniz bir gününüzde, en kolay ulaşabileceğiniz herhangi bir oyun seçin ve gidip izleyin.
Oyundan sonra kendinizi çok daha iyi hissedeceksiniz.


Önceki akşam, Animasyon tasarımını benim yaptığım, Samsun- Düşevi oyuncularının sahneye koyduğu “Dil Yurdu – Kuyunun Dibindeki Taş” isimli, Nazım Hikmet şiirlerinden derlenmiş bir oyununun prömiyerindeydik.


Oyunları, Düşevi sahnesi dışında Devlet Tiyatrolarında, yurtiçi, yurtdışı salonlarda sahnelenen, usta oyun yazarı ve yönetmen Can Kibiroğlu’nun, Nazım Hikmet şiirleri üzerinden yazıp yönettiği, ilk kez yapılan türden bir uyarlama..
Bir şiir dinletisinden ziyade Nazım Hikmet’in hapishane arkadaşlarından Dalyancı Yusuf’un hikayesini ele almış.
Müziklerini Hasan Yükselir, seslendirmesini Cezmi Baskın’ın yaptığı oyun, Usta oyuncular Ferda Kaynar ve Cem Kaynar’ın mükemmel performansı ile, duygu dolu akıp gidiyor.
Nasıl bittiğini anlamıyorsunuz!
Reklam gibi mi oldu? 

Olsun!


Yılda bir gün Dünya Tiyatro Günü iki buçuk yıldır perişanlığın dibini görmüş tiyatrocuların dişinin kovuğuna gitmez!
Tiyatro, yapana “gün yüzü göstermese de” izleyene hayat verir!
Gidin izleyin!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi