İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Ooh.. Ooooh!

Biz ona kısaca ‘SS abi’ diyoruz.

Öyle nazi mazi çağrışımı değil!

Açılımı: ‘Saç Sıkıntılı abi’ 

Lakin SS abi, son düzlükte fazla hızlı gitti.

Haliyle “finiş çizgisinde” duramadı...

Mikrofonu eline aldığında her ne kadar dili “reyiz de reyiz!” diye yüksek sadakat tonunda ses veriyorduysa da, vücut dili hep başka bir musikiyi terennüm ediyordu.


Zaten ‘Damat’la sarayın merdivenlerinde, o meşhur “omuz tokuşturma” hadisesinden sonra isminin üzerindeki iptal çizgisi kalınlaşmaya başlamıştı. 

 …

Allahı var!
İcraatı süresince çok kullanışlı oldu. 

Çok iyi iş gördü!

Ama gel gör ki, ‘Büyük Reyiz’in sözlüğünde ‘af maddesi’ yok!..

Çünkü affetmek Allah'a mahsus!
Kul zaviyesinde durum daha farklı!

“Affedersen büyük olamazsın!” 

…      

Sözün özü, koskoca bir kabineyi ‘SS abi’yi oyun dışına atmak için harcadılar.

Tabii ki sadece SS abi değil!..
Kabinede sıkıntı yaratmayacağı kesin “iki muhterem” dışında, yarın birgün ayağa dolanma ihtimali olan dört-beş riskli zevatı çember dışına sallamak için tamamını birden güzel bir formülle -milletvekili yaparak- tenzili rütbe ile divanın altına süpürdüler.

Peki SS abi tufaya mı getirilmişti?

SS abi’nin eli boş muydu?

Tabi ki değildi!

Onun da elinde kallavi dosyaları vardı. Onun eli de armut toplamıyordu.

Hatta bir tv programında “Azdan az, çoktan çok gider!” diyerek açık açık bir dosya deposunun varlığını ilan etmiş, inceden dişlerini göstermişti.

Ama heyhat! 

Tırlar dolusu dosyan olsa ne fayda?

Güç kimin elindeyse güreşi onun dosyası kazanır!

Dosyalar birbirine vurulduğunda, ağzım burnum demeden, dosyanın daha kapağını açamadan, hafazan allah kendini tek kişilik hücrede bulursun!

Dosyanı açıklayabilmenin tek formülü var!

“Sedat Peker metodu!” 

O da büyük macera.
Açıklayabilirsin ama, aha da bu kadar çalışır!

Onun için, gel sen benim sözüme kulak ver!

Aç Oki printerin sesini!

Uzan sallanan sandalyene, huşu içinde ‘Oki sesi’ dinle..

Hani seversin ya hint bülbülü şakıması gibi!..

Evet sevgili okurlar... 

Bu hikaye de burada biter!

O cenahtaki bütün kraldan çok kralcılara ders olsun!

Bütün alçak dağları ben yarattımcılara ibret olsun!..

Olsun da  abisi; sonunuzu görmeniz için daha size böyle kaç ders daha lazım?

Al sana “en az üç çocuk!”

Halâ tam sayımı bilmiyoruz.

Devletin rakamlarına göre “geçici koruma” statüsündeki Suriyeli sayısı 3 milyon 300 bin… Erdoğan, yukarı doğru yuvarlayarak "5 milyon" diyor…

Dikkatinizi çekerim, bu sayı ‘geçici koruma!’

Bunların dışında ne kaç kişiye vatandaşlık verilerek oy kullandırılmış, ne kadarı kayıtsız, kaç çocuk dünyaya gelmiş, onların ne kadarı resmi kayıtlara girmiş belli değil.

… 

En iyimser tahminlere göre sayı 8,5 milyon.

Yani en az ülke nüfusunun ‘yüzde onu!

Üstelik diğer -25’ten fazla ülkeden- gelenler de bu sayıya dahil değil!

Orada kalsa iyi…

Kadın doğum klinikleri yıllardır Suriyeli kadınlarla dolu.

Suriye’de bile Suriyeli kadınların doğurganlık oranı 2.2 iken, niyeyse Türkiye’deki Suriyeli kadınların doğum oranı 5.3 gibi çok yüksek bir seviyede.
Aynı oran Türk kadınları için 1.7

Türkiye’de geçici koruma statüsündeki Suriyeli kadınların ilk doğum yaşları 14.
Bir Türk vatandaşı kadın ortalama 27 yaşında anne olurken, aynı yaştaki Suriyeli kadın neredeyse torun sahibi oluyor. 40 yaşına kadar da iki yılda bir doğum yapmaya devam ediyor.

Vaka, sadece sayısal artışla kalmıyor, suç oranları da artıyor.

Türkiye geneline göre nispeten daha az sığınmacının yaşadığı Samsun’da bile polis: “Müdahale ettiğimiz dört kriminal vakadan üçü Suriyelilerle ilgili, bıktık!” diye feryat ediyor!  Bir başkası, “Çeşitli yasal nedenlerle, her hafta bir otobüs doldurup deport ettiğimiz sığınmacılar, bir bakıyoruz Göç İdaresi tarafından salıverilmiş, geri geliyorlar!” diyerek sıkıntının başka bir boyutunu ortaya koyuyor.

Bir sosyal medya yorumcusu şöyle bir paylaşım yapmış. “Bu çoğalma oranı ile 20 yıl sonra Çamlıca tepesinden İstanbul'a bakan bir Suriyeli: “Atalarımız bu toprakları sevişe sevişe almış diyecek!” .

… 

Bu rasyo bu şekilde sürerse, yani Reyiz bu kafayla devam ederse, daha kestirmesi, bu iktidar devam ederse, 20 yıl sonra Türkiye’deki Suriye kökenlilerin sayısı diğer nüfusun üzerine çıkacak.

İşin kötüsü hepsinin de karnı aç olacak!

Al sana “her aileye en az üç çocuk!”

Daha şimdiden o çocuklara okulda bir öğün yemek veremiyorsun!..

Aya gittiler de ne oldu?

Birkaç hafta önce, uzay çalışmaları açısından devrim niteliğinde olduğu kabul edilen James Webb uzay teleskobunu anlatmıştım.

Lomboz okuru olduğunu sanmıyorum ya, Web’den yazıyı okuyan bir ukala yorum yazmış: “Hacı, boş yapma, uzaya gidiyorlar da ne oluyor? Dönüşte Ay’ın karanlık yüzünden iki kilo armut mu getiriyorlar?” diye dalgasını geçmiş!

Bu yaklaşım, lisede biyoloji dersine “Karıncaların sindirim sistemini öğreniyoruz da neyimize yarıyor?” argümanı ile itiraz edenlerle aynı zihin mertebesinde bir soru!

Halbuki uzay çalışmalarında yol değil, yolculuktur esas olan!

Yani; farklı alanlarda AR-GE çalışmaları yapan binlerce mühendisin, araştırmacının, uzay seyahatinde çıkacak basit sorunlara çözüm üretmeleri sürecidir yolculuk dediğimiz şey!

Bugün kullandığımız ve kullanmaktan vazgeçemeyeceğimiz birçok ürün uzay çalışmaları sırasında geliştirildi…

1990’larda NASA, Jet Tahrik laboratuvarında bir ekip, uzay araçlarında kullanılabilecek miniklikte ancak fotoğraflama kalitesi bilimsel kullanıma uygun kameraları geliştirmeseydi belki bugün hala telefonlarımız kamerasız olacaktı.

Peki uzay çalışmaları sırasında başka neler geliştirildi?

Bir kısmını listeleyelim.

Dizüstü bilgisayarlar ve bilgisayar mausları, 

Elektrik Süpürgeleri ilk kez 1979’da Ay’da örnek toplamak için geliştirildi,

Kulak zarının ısısından vücut ateşini ölçen civasız kulak termometreler,

Güneş enerjisini kullanmanın kapılarını açan solar hücreler,

Çizilmez gözlük camları ve lensler,

Şeker hastaları için insülin pompası,

Engellilerin yaşamını kolaylaştıran vücut protezleri,

Sensörlü otomatik yangın söndürme ekipmanları,

Deprem etkisini sıfırlayan bina amortisörleri,

Araçlarda konfor sağlayan toz filtreleri,

Kara mayınlarını patlatmadan temizleme teknolojisi,

Isı geçirgenliğini azaltan, acil müdahalelerde de kullanılan metal folyo örtüler,

Kullanılan suyu yeniden kullanmak üzere arıtma sistemleri,

Radyant Bariyer adı verilen alüminyum polyester esaslı ev yalıtım malzemeleri,

Kablosuz kulaklıklar,
Poliüretan köpüklü akıllı yataklar,

Duman dedektörleri,
Alglerle zenginleştirilmiş yeni nesil bebek mamaları,

Tedavide de kullanılan LED ışık teknolojisi bu buluşlardan bir kısmı.


Bu gün hayatımızı pratikleştiren daha böyle yüzlerce ürün var ve çalışmalar sürdükçe sayıları artmaya devam ediyor.
… 

Evet, elleri görelim.

Hala, “karıncanın sindirim sistemini bilmek hayatta ne işimize yarayacak” diyen var mı?

Haftanın tespiti

“Hani yollarda kamyonlar için bir kaçış yolu var. Freni patlayan kamyon oraya saparak kurtulsun diye… Bizim kaçış yolu bırakmamamız lazım! Çünkü bizim kamyonların freni hep patlıyor! Kaçış yolu bırakmadan bir tüzük değişikliği yapmamız gerekiyor ki, kamyonlarımız hep doğru yolda ilerlesin!”
Dr. Ümit Erkol/ CHP Ankara İl Başkan Adayı

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi