Serhat Güvenç

Serhat Güvenç

SAVAŞ UÇAKLARI SATIŞINDA SİYASAL KOŞULLAR İŞE YARAR MI?

Birkaç aydır Türkiye’nin Vaşington’dan talep ettiği Block 70 F-16V savaş uçaklarını konuşuyoruz. Bundan üç yıl öncesine dek Türk Hava Kuvvetleri, F-35 Müşterek Taarruz Uçağı’nı envantere almak için gün sayıyordu. İyice eskiyen F-4E Phantom II’ların yerini almak üzere seçilen F-35’lerin ilk olarak Malatya’da filo hizmetine girmesi bekleniyordu.

5’nci kuşak F-35’ler yerine 4’ncü (+) kuşak F-16V’lere razı duruma nasıl gelindi uzun uzadıya anlatmaya gerek yok. Rusya’dan S-400 almanın bedeli F-35 programından çıkarılmak oldu. Bazılarına göre çok da iyi oldu. Zararın neresinden dönersen kardır diye bakanlar için F-35 aslında çok kötü bir seçim ve yatırımdı. Henüz rüştünü ispatlamamış teknolojilerin aynı anda boca edildiği bir platformdu. Hatta program ortağı Kanada gibi ülkeler dahi henüz F-35 sipariş etmeyecek denli tereddütlüydü. Kriz fırsata çevrilebilir ve Milli Muharip Uçağın (MMU) geliştirilmesi ivme kazanabilirdi. Böylece Türkiye önemli bir silah sistemi tedariğinde dış bağımlılıktan kurtulurdu.


S-400’LER AKTİVE EDİLMEDİ
Bu arada neler oldu? Tam üç yıl önce Rusya, Türkiye’nin sipariş ettiği ilk S-400 bataryalarını teslim etti. Bir yıl sonra füzeler Sinop’ta test edildi. Testler ne gösterdi bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var. O da S-400’ler hala aktive edilmediler. Belki depoya da kaldırılmadılar ama ortalarda görünmüyorlar. Üç yıldır Türkiye’nin savunmasına ne tür bir katkısı olduğu henüz belli olmayan bir hava savunma sistemi için F-35 programından çıkarılmaya ve F-16’lara razı olmaya değer miydi diye tartışmak için çok geç. F-35’ler arada yaşanan kazalara rağmen havacıların tabiriyle “cayır cayır” uçuyorlar. Üstelik müşterileri arasına her gün yenileri katılıyor. Almanya’dan sonra Yunanistan da F-35 almak niyetini Vaşington’a iletti.


DENGE DEĞİL SAVRULMALAR GÖZLEMLENİYOR
Üstelik S-400 alımıyla Türkiye’nin stratejik bir tercih yaptığını düşünenler (ki aralarında ben de varım) yanıldı. Ne yardan ne serden geçme hali devam ediyor. Ankara buna “denge” politikası diyor, ama dışarıdan bakanlar muhtemelen denge değil savrulmalar gözlemliyor. Dış politikada bu kadar savrulan bir ülkenin yönetimi de kimseye güven vermiyor. Örneğin yapılacağı davul zurna ile ilan edilen Suriye’ye sınır ötesi operasyona ne ABD ne de Rusya yeşil ışık yakıyor. Neredeyse hemen her konuda birbirine taban tabana zıt tutum benimseyen bu iki ülke Türkiye’nin Suriye’ye askeri müdahalesi konusunda aynı çizgide buluştu. Buna niyetlenilmemiş sonuç mu demek lazım, yoksa dış politika başarısı mı bilemiyorum. Ama dost, düşman, müttefik, ortak ne derseniz deyin kimse Türkiye’nin Suriye politikasına destek vermiyor. Ortadoğu’da “yalnız kurt”luğun bir faturası daha karşımızda duruyor.


TESELLİ MÜKAFATI
“Yalnız Kurt” davranışı Doğu Akdeniz ve Ege’de de istenen sonucu getirmedi. Doğu Akdeniz’de gaz aramak üzere alınan dördüncü gemi Abdülhamid Han şimdilik Antalya Körfezi’nden çıkmıyor. Korkulanın aksine bu geminin denize açılması yeni bir gerginliği tetiklemedi. Ankara’nın dış dünyanın tepkisini giderek daha fazla dikkate aldığı şeklinde yorumlanabilir bu durum. Dış dünyada tepkisi en çok önemsenen ülke ABD hiç kuşkusuz.

Türkiye’nin F-35’ler yerine adeta “teselli mükafatı” diye razı olduğu F-16V’lerin kaderi Amerikan Kongresi’nin tutumuna bağlı. Biden yönetimi, Türkiye’ye yeni üretim 40 F-16V ile mevcut Block 40 F-16’ların bir bölümünü V konfigürasyonuna yükseltecek kit satışının ABD’nin güvenlik çıkarlarına uygun olacağını Kongre’ye bildirdi. Kongre ise Kyriyakos Mitsotakis’in, “Türkiye’ye F-16 satmayın” çağrısını da dikkate alarak, F-16 satışını Yunanistan’ın egemenlik alanlarını ihlal etmemek şartına bağlamaya gayret ediyor.

Türkiye F-35 programına katılırken iki temel hedef gözetiyordu. İlki sipariş bedelinin en az % 50 tutarında iş payı almaktı. Programdan çıkarılmadan önce bu hedefe erişmiş, hatta ötesine geçilmişti. Diğeri ise görev bilgisayarına tam erişim. Yani F-35 gibi bir savaş uçağını hiçbir kısıtlama olmaksızın milli görevler için kullanabilme özgürlüğü. İngilizler de aynı özgürlüğün peşindeydi. Onlar bunu “operational sovereignty” (harekât egemenliği) diye adlandırmıştı. Programdan çıkarılmadan önce bu hedefe ulaşmada arzu edilen mesafe alınamamıştı ama bazı kazanımlar elde edilmişti. Bunların en önemlisi SOM seyir füzesinin F-35’ten atılması için yazılımın uyarlanmasına onay alınmasıydı.

5’nci kuşak bir savaş uçağını kısıtlamasız kullanma özgürlüğü hedefiyle yola çıkıp 4’üncü (+) kuşak F-16’ların satışında coğrafi kısıtlamalara maruz kalmak açıklanması zor bir durum. Bütün bunları tutarlı ve uzgörülü bir dış politika ve savunma politikasının sonucu saymak olası değil. Dış politikadaki savrulmaların ülkenin savunma kapasitesine yansımaları karşımızda duruyor.

Türk-Amerikan silah ticaretinde F-16V’ler coğrafi kısıtlama koyma girişimi ilk örnek değil. Görece yakın tarihli iki örnek aklıma geliyor. İlk örnek bizzat Ankara’nın ağzından dile getirilen coğrafi kısıtlama önerisi. Dikkatli okuyucular anımsayacaktır, S-400 alımının duyurulmasından sonra Amerikalılar, S-400 ve F-35’in aynı savunma mimarisi içinde birlikte kullanılmasının yaratacağı güvenlik sorunlarına dikkat çekmişti. Onlara göre Türkiye aynı anda hem S-400 hem de F-35 kullanamazdı.

Milli Savunma Bakanı Akar ise yanıt olarak S-400’lerin ülkenin batısında; F-35’lerin ise doğusunda konuşlandırılacaklarını söylemişti. Bu sayede iki sistem farklı coğrafyalarda görev yapacakları için aralarında etkileşim olmayacak, böylece güvenlik açığı yaratılmayacaktı. Bu örnekte ABD’nin kaygılarını gidermek için Türkiye, F-35’in kullanımına gönüllü coğrafi kısıtlama koyacağını ima eden taraftı.


AMERİKA ŞART KOŞTU
İkinci örneğimiz Körfez Savaşı sonrası dönemden. Soğuk Savaş’ın bitişiyle birlikte Amerika’nın elinde bir hayli ihtiyaç fazlası silah ve askeri teçhizat kalmıştı. Bunlar arasında 50 adet A-10 Thunderbolt II yakın hava desteği uçağı da bulunuyordu. Güneydoğu’daki askeri harekât ihtiyaçlarına uygun bu platformlar Türkiye’ye hibe olarak önerildi. Ancak Türkiye bu teklifi reddetti. Bir kere uçaklar çok kötü durumdaydı. Onarımları pahalıya gelecekti. Asıl önemlisi Amerika bu uçakları vermek için önemli bir şart koymuştu. Uçakları yerinde görüp rapor hazırlayan rahmetli E. Hv. Plt. Kur. Alb. İsmail Meker’in aktadığına göre ABD, alınacak A-10 uçaklarının Diyarbakır’da (8’nci Ana Jet Üssü) konuşlanmaları kaydıyla sadece Doğu ve Güneydoğu’da kullanılmasını talep ediyordu. Buralar dışında konuşlanmasına ve kullanılmasına izin verilmeyecekti. Talep kabul görmedi. A-10 uçakları alınmadı.() () İsmail Meker, Göklerde 41 Yıl, (İstanbul: Papirüs, 2020):
s. 176.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serhat Güvenç Arşivi