“Shalott’lu Hanımefendi”

Shalottlu Hanımefendi, Sir Alfred Lord Tennyson’un 1832 yılında yayımlanan şiiriyle popülerlik kazanmış ve Viktoryen sanatında öne çıkan bir konu olmuştur. Ön Raffaellocu sanatçılar arasında popüler olan Tennyson’un Shalottlu Hanımefendi şiiri ressamlarca sıklıkla işlenmiştir. Bu dönem sanatçıları arasında yer alan John William Waterhouse, çağdaşlarından farklı olarak söz konusu şiiri resimlerine tekrar tekrar konu etmiş olması açısından dikkat çekmektedir.

Waterhouse, Tennyson’un şiirinden oldukça etkilenmiş görünmektedir. Waterhouse, Tennyson’un şiirlerinin birer kopyasına sahip olmuş ve her bir sayfayı resimleri için eskizlerle kaplamıştır. Söz konusu şiire tutkun olduğu izlenen Waterhouse’un 17 yıl içerisinde şiiri konu alan üç yağlıboya tablo ve bu tablolar için eskizler yaptığı bilinmektedir.
Resim; yeşil ve kahverengi renk armonisi içerisinde kurulmuştur. Resimde beyaz giysili, uzun kızıl saçlı kadın figürü, etrafı ağaçlarla çevrili, sazlıkların olduğu nehir kenarında bir kayığa binmiş halde betimlenmektedir. Pruva (ön) kısmına zincirle bağlanmış küçük cam fenerin yer aldığı koyu renkli kayığın içinde, kadın figürün üzerinde oturduğu ortası açık pembe, işlemeli kahverengi kenarları kayıktan aşağı doğru sarkan büyük bir örtü dikkati çekmektedir. Kadın figürün önünde, kayığın uç kısmına doğru tek mumu yanan üç mumlu bir şamdan ve Hz. İsa’nın bedeninin temsil edildiği küçük boyutlu bir haç olduğu görülmektedir. Sol eli kucağında bulunan kadın figürü, kayıktan dışarı çıkardığı sağ eliyle bir kısmı sazlıklara takılmış orta kalınlıkta bir zincir tutmaktadır. Kayığın pupa (arka) kısmının hemen arkasında, resmin sol orta kenarında birkaç basamaktan oluşan ve kıvrılarak karanlığın içinde kaybolan yeşil – gri renk armonisi içinde bir merdiven görülmektedir. Resmin sol üst köşesinde, merdivenlere benzer renkler kullanılarak betimlenmiş, az bir kısmı görülen ve kadının tutsak hayatını yaşadığı kale olduğu anlaşılan taş bir yapı yer almaktadır.

Kayıktan aşağı sarkan örtünün işlemeli kenarlığında bulunan yuvarlak formların resmin ortasına yakın yerde kullanılması, yatay, dikey ve diyagonal düzlemlerle bir araya gelerek resim yüzeyinde biçimsel bir kontrast sağlamaktadır. Resmin sağ üst köşesinde görülen bulutlu gökyüzü, resimde yer alan yoğunluğun dengeleyicisi olarak izleyici gözün resim üzerinde rahatça dolaşacağı açık bir alan oluşturmaktadır. Resimde yer alan doğasal detayların yoğunluğuna karşı beyaz giysili kadının hüzünlü ifadesi, resmin tüm yoğunluğun ortasında resmin genelini etkisi altına almaktadır. Şiirin son bölümlerinde yer alan, ölüme gidişin canlandırıldığı bu betimleme ile Waterhouse’un, izleyicinin dikkatini resmin merkezine odakladığı söylenebilmektedir.

Şiirde yer alan kadın öleceğini bile bile, âşık olduğu adamı görmeye gider. Kaleden iner ve bir kayığa biner, kayığın ön kısmına Shalott’lu Hanımefendi yazar, Lancelot’u görebilmek için derin kederli bakışlarıyla, Camelot’a, ölümüne doğru, şarkı söyleyerek yol alır. Waterhouse’un betimlediği bu sahnede, kadının sağ eliyle tuttuğu zincir onun tutsak yaşamından kurtuluşunu, üç mumlu şamdanda yanan tek mum da kadının sonlanmakta olan hayatını sembolize etmektedir. Kayığın içinde bulunan örtünün işlemeli kenarlarında Camelot’taki yaşama ait hikâyeleri betimleyen Waterhouse; nilüferler, şamdan, İsa heykeli gibi detayları da hikâyeyi güçlendirmek için eklemiştir.

Waterhouse, şiiri tuvale yansıtırken “Ve nehrin kasvetli derinliklerinde / Esrik ve cesur bir kâhin gibi / Donuk çehresiyle / Öylece bakakaldı Camelot’a…” dizelerine yoğunlaşmıştır… Ucunda ölüm olan bir tutkunun peşinden gitmek için rahibe hayatını terk eden kadın teması Viktoryen edebiyat, sanat ve melodramda oldukça popülerdir ancak kadının hikâyesi romanstan öte çağrışımlar uyandırır. Tennyson, şiiriyle, kişisel soyutlanma sorununa gönderme yapmış ve toplumda daha fazla yer almanın gerekliliğini vurgulamıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Kubilay Kaptan Arşivi