SURETLER VE SİRETLER

Hocalar-müftüler ne hutbe ne fetva keserse kessin, çoluk-çocuğumuzla, eşimiz-dostumuz hısım-akrabamızla yeni yıla hiç kimseye zararımız dokunmadan rakımızla-şarabımızla ve ülkenin üzerine kâbus gibi çökmüş dinbaz karanlıktan artık sıyrılma dileği-ümidiyle girdik, her sene de böyle girmeye devam edeceğiz. Sîretimiz neyse, sûretimiz de o… Allah hepimizi sûreti takva, sîreti masiva olanlardan esirgesin, uzak tutsun! Ve yeni yılınız mübarek olsun!..

İslâm’da içki yasağını Hz. Ömer’e borçluyuz. Asr-ı Saadet’in Dört Halife Devri’ndeki olgun-yüksek halifelerin (“Hulefâ-i Râşidîn”in) ikincisi Ömer öyle bir yakarmış ki Rabb’ine, Allah Peygamber’i aracılığıyla içkinin ne kadar içilip içilmeyeceğine dair ikirciklik yaratan daha önceki bildirimlerinin ardından son noktayı koymuş. Hadiseyi Pencere Pazar’da daha önce ayrıntılı olarak yazmıştık, dileyen (aşağıda, “Kaynaklar”da yer alan) o yazıma bakabilir, ama burada da birkaç cümleyle özetleyelim:

Peygamber İslam’a davete başladıktan (610) sonra 15 yıl Müslümanlar bol bol ve rahat rahat şarap içtiler. Ardından tedrici yasaklar geldi; Allah önce “bunlarda menfaat de vardır günah da” dedi kitabında, sonra “sarhoşken namaza durmayın” dedi. Ama olmadı. “Ensar” (Medineliler) ve “Muhacir” (Mekkeliler) kafayı çekip “sen şöylesin-ben böyle” diye taklaşıp kafa-göz yarınca, Ömer de bunun üzerine Peygamber’in yanında “Ya Rab, bize şarap hakkındaki emrini açık-seçik bildir” diye gürleyince Maide/90 indi ve şarap, kumar, fal şeytan-işi addedilip inananlara bunlardan uzak durmaları öğütlendi.

Halife’nin keyfi, namazın rekâtı

Ömer’in telkiniyle inen ve o yüzden “Muvafakat-ı Ömer” denilen 14 Kur’an hükmünden biri olan bu yasak, gelmiştir de acaba Müslümanlar, özellikle de ümmete reislik edenler ne kadar takmışlardır bu yasağı?..

Cevap çok şaşırtıcı, sarsıcı ve ibretliktir. Asr-ı Saadet’te bile öyledir üstelik…

Bilindiği gibi Halife Ömer’den sonra Peygamber’in damadı Affan oğlu Osman halife olmuştur ve o, “Aşere-i Mübeşşere”den, yani sağlıklarında cennetle müjdelenen 10 kişiden biridir. “Cennetlik” Osman, halife olduktan sonra İslam coğrafyasının göz bebeklerinden Kûfe’ye ana bir kardeşi olan, ama Peygamber’in de Ömer’in de kendisinden hiç mi hiç haz etmediği Ukbe oğlu Velid’i vali olarak atadı (nedenlere-detaylara giremiyoruz). Velid beş yıllık valiliği boyunca, tekrar edelim, “Asr-ı Saadet”te ve Peygamber’in ölümünden 10-12 yıl geçmişken bol bol şarap içmiş, sarhoş sarhoş camide imamlık etmiş, hatta bir sabah namazına sarhoş gelip farzı dört rekat kıldırdıktan sonra bir de “espri” patlatmıştır: “Bugün keyifliyim, isterseniz daha fazla kıldırayım.”

Kur’an’ı oklayan fâsık halife

Emevilerden Abbasilere ve Osmanlı’ya kadar açılan yüzyıllar yelpazesinde “Ümmet”e liderlik ve “rehberlik” eden halifeler arasında aynı minval üzere, yani “Muvafakat-ı Ömer”i iplemeden kadehin dibine vuranlar karşımızda bol bol zuhur eder. Emeviler söz konusu olduğunda ilk işaret edilecek “Fâsık Velid”dir de ondan bahsederken babası Abdülmelik oğlu Yezid’i anmamak haksızlık olur!..

720 yılında tahta oturan Halife Yezid, sarayında ibret-i âlem için yapılan şarkılı-şiirli içki âlemleriyle maruftur. Habbabe ve Sallame isimli iki rakkase-şarkıcıdan öylesine etkilenmiştir ki kaynaklar Habbabe öldüğünde onun da kısa bir süre sonra üzüntüden öldüğünü kaydetmekte.

Fâsık (“yoldan çıkmış”) Velid, Yezid’in oğlu ve o da 743’te halife olup sefahat bakımından babasını solda sıfır bırakacak bir performansla tarihe geçmiştir. Gece gündüz şarap içip “Ben Kâbe’nin duvarlarına şarap içmeye gidiyorum” dediğini İslam tarihçilerinin kitaplarında okuyoruz. Dahası da var; Mesûdî’nin Murûcu’z-Zeheb’inde kaydedildiği üzere:

“Bir gün Velid, ‘Peygamberler fetih istediler ve bütün inatçı (despot) zalimler ümitlerini kaybettiler. Onun arkasında cehennem (olup), ona irinli su içirilir’ ayetini okuyunca kızdı ve bir Mushaf istetip onu bir yere çaktı; ve ok yağmuruna tutarak şöyle söylenmeye başladı Kur’an’a: İnatçı zalimleri mi tehdit ediyorsun? İşte ben o inatçı zalimim! Kıyamet’te Rabbin’e kavuşunca, O’na dersin ki beni yırtan Velid’dir.”

Buyursunlar, Ümmet’e rehber Peygamber halifeleri karşınızda!..

Harun Reşid’in sefahati

Abbasiler, Emevîler’in yerine İslam’ın başına geçince ilk iş kendi soyları Haşimoğulları’nın öcünü Ümeyyeoğulları’ndan aldılar ve Emevi ailesinden kadın-erkek-çocuk kimseyi sağ bırakmamak için ellerinden geleni yaptılar. Muaviye dâhil, Emevî halifelerinin çoğunun kabirleri açılarak cesetlerinden kalanlar yakıldı, hatta çok bozulmamış olanlar çarmıha gerildi. Ama onların Emevîlerle hemhâl oldukları nokta, içki-sefahat-temaşa konusuydu ve bu bakımdan selefleriyle aynı yolun yolcusuydular.

En meşhur Abbasi halifesi Harun Reşid mesela…Kaynaklar, onun bir yandan “muttaki” (takva üzere, yani günahlardan sakınan) bir halife olduğunu kaydeder iken, “maalesef” diye devam edip sazlı-sözlü sefih alemlerle şarap kadehlerinin dibine vurduğunu da belirtmeden geçemiyorlar. Ayrıca tarihçi İbn Kesir’in yazdığına göre bakın ne yapmış o:

“Harun Reşid, Bermekî olan kadeh arkadaşı Cafer’i öldürttükten sonra onun cariyesi olan Fetine’yi çağırtarak şarkı söylemesini emretti. Cariye şarkı söylemek istemedi, öfkelenen Harun Reşid, cariyenin öldürülmesini emretti. Onu öldürmek istemeyen cellad, ‘Kızım, bir şeyler söyle de kurtul’ diye fısıldayınca zavallı cariye can havliyle fakat yine de Sultan’ın hoşlanmayacağı şeyler mırıldanmaya başladı. İyice kızan Harun Reşid, elinden ud’u alarak kafasında parçaladı, kan içinde kalan biçare cariye üç gün sonra öldü gitti.”

Harun Reşid’in kendisinden önce halife olan babası El Hadi de, kendisinden sonra halife olan oğlu El Emin de içki âlemlerinde onu aratmayacak performans sergilemişlerdir. Oğlu El Emin, Dicle kenarında ay ışığında oturup cariyelerin şarkısı eşliğinde romantik romantik şarap içmesiyle meşhurdur.

“Mescidün kandilini meyhâneye câm eyledüm”

Gelelim “anlı-şanlı” Osmanlı’mıza ve onun tarihinin en görkemli hadiselerinden biri sayılan, Yavuz Sultan Selim’in 1517’de Mısır’ı fethedip Memluk devletine son vermesi ardından orada sembolik/numunelik bulunan Abbasi halifesi El Mütevekkil Al-Allah’ı “Kutsal Emanetler”le birlikte İstanbul’a getirmesine… Genel-yaygın-popüler, ama doğruluğu hayli tartışmalı kanaatle bu, halifeliğin Osmanlı padişahı tarafından “deruhte edilmesi”, yani üstlenilmesidir (bunun da ayrıntılarına girecek yerimiz yok).

Gelgelelim halifeliği Osmanlı’ya taşıyan Yavuz’un kendi adını taşıyan torunu, babası Kanuni Sultan Süleyman’dan sonra tahta oturan II. Selim, tarihe (“Sarı Selim”in yanı sıra) “Sarhoş Selim” namıyla geçmiş bir padişah ve elbette de “halife”dir.      

Kanuni de gazellerinden birinde “Mescidün kandilini meyhâneye câm [kadeh] eyledüm” demektedir. Bununla birlikte saltanatının son yıllarında bir umumi içki yasağı ilan ettiği de gerçektir. Ama oğlu Selim’in saltanatıyla birlikte bu “perhizkârlık” son bulmuş ve içki yasağının devamını temenni eden vezirler-kazaskerler derhal azledilmişlerdir. Osmanlı sarayında içki, saz, söz, eğlence devri başlamıştır.

Şampanyacı Abdülhamid

Osmanlı’da “Halife-Sultan”lar arasında içki ile ismi hiç mi hiç birlikte anılamayacak padişah, “İttihad-ı İslam” (Panislamizm/İslam Birliği) siyasetinin takipçisi ve dinbaz tasallut altındaki günümüz Türkiye’sinde adına ekranlarda “pop-mitos”lar üretilen Sultan II. Abdülhamid’dir herhalde ama tarihsel kayıtlar burada da aksi yönde bilgileri karşımıza çıkarmaktadır. Cumhuriyet döneminin önde gelen ve uluslararası alanda kredisi hayli yüksek tarihçilerinden Prof. Kemal Karpat onun ara sıra sakinleştirici niyetine yemeklerden önce bir kadeh şampanya yuvarladığını açık-seçik belirtmekte. Karpat ayrıca Abdülhamid’e ilişkin olarak, “eğlence hayatı, içki ve aşk maceraları, hekimi böyle sefih bir hayatın sağlığı için zararlı olabileceğini söyleyerek kendisini uyarması üzerine sona erdi” notunu da düşmektedir.

Mevzuyu artık günümüze bağlama yolunda Abdülhamid’e ilişkin bir bilgiyi daha yine Karpat’ın dev eserinden hareketle aktaralım. Panislamizm siyasetinin yürütücüsü ve “Hilafet” dendiğinde herkesin tazimle yad ettiği Sultan, 1888’de sadrazam kendisine şaraptan alınacak ihracat vergisinin indirilmesini ve bundan doğacak gelir kaybının bazı hukuki muamelelerden alınacak harçlarla telafi edilmesini teklif etiğinde bunu hiç düşünmeden kabul etmiştir.

“Abdülhamid razı oldu” diyor Prof. Karpat ve sebebini açıklıyor: “Devletin ‘İslami’ ve kendisinin halife olmasına rağmen şarap ihracatı ‘devlete’ yararlıydı”.

Sûreti takva, sîreti masiva Diyanet

“Asr-ı Saadet”ten Osmanlı’ya Müslümanların yöneticiler düzeyinde içkiyle “teşrik-i mesai”sinden kesitler böyle…

Bunlar ortadayken ne “Asr-ı Saadet”e ne “Reşit Halifeler”e ne de Osmanlı’ya toz kondurmayan Diyanet, günümüz Türkiye’sinde her yılbaşı olduğu gibi yine hepimize bir yudum yeni yıl coşkusunu zehir edecek açıklamalarıyla toplumsal kutuplaşma ve nefreti kışkırtıcı mahiyette hutbeyi patlattı. Yılbaşı kutlamalarını “kültürel yozlaşma” telakki eden hutbe, “Yüce dinimiz İslam, bütün kötülüklerin anası olan alkolü, ocakları söndüren kumarı haram kılmıştır. Kumarın farklı bir çeşidi olan piyango, toto, loto ve bütün şans oyunları da dinimizce haramdır, günahtır” diyor.

Aynı Diyanet, o içkilerin-totoların-piyangoların gelirleri-vergilerinden kendisine akan kaynakla personelini ihya ediyor. Bütçesini şişirdikçe şişiriyor. Kur’an kursları, akademiler açıyor. Kitaplar bastırmak için ihaleler düzenliyor, kitap satışlarından bol bol para kazanıyor, faiz gelirleri elde ediyor. Ve daha neler neler yapmıyor ki: Kendisiyle bağlantılı TDV (Türkiye Diyanet Vakfı) mülkünde kiracı olanlara acımasızca yüzde 70’e varan zammı dayıyor, ayrıca ödemede gecikme halinde gecikme “cezası” (“faizi” diyemiyor-!) alacağını bildirmeyi dahi ihmal etmiyor.

Yani sözde Allah korkusuyla günahlardan sakınma (“takva”) yolunda ahkam kesiyorlar, özde bal gibi, günah-haram saydıklarından elde edilen kazançtan nemalanmayı ve “yalan dünya” (“masiva”) üzere iktisat eylemeyi sürdürüyorlar.

Demek ki sûretleri takva, sîretleri (yaşayış tarzları/hal ve gidişleri) masiva bunların…

Esas günah, kul hakkı yemek

Fakat bu sene beklenmedik bir karşı-tepki de var. Ankara Şans Oyunları ve Milli Piyango Bayileri Esnaf Odası Başkanı Hüseyin Poyraz yüreklice çıktı ve bakın neler neler söyledi:

“Her vatandaşımızın ticaret yapmak, her sektörde iş yapmak hakkıdır. Bu işi yaparken bu vatandaşlarımızın işine zarar verecek, zarar getirecek birtakım açıklamalardan kaçınmak gerektiğini düşünüyoruz. Dolayısıyla eğlenmenin, en azından acısıyla tatlısıyla bir yılı geride bırakırken yeni bir yıla iyi temennilerle huzur ve barış içerisinde, ülkemizin, insanımızın mutlu olması temennisiyle o geceyi eşiyle, dostuyla bir arada geçirmenin ve bir arada eğlenmenin bize göre bir sakıncasının olmadığının, biz sektörel olarak temsil ettiğimiz iddia, ganyan, sayısal ve milli piyango bayilerinin bu tür açıklamalardan zarar gördüğünü düşünmekteyiz. Esas günah olan, milletin kul hakkını yiyen günah işler…”

Sîretimiz de sûretimiz de birdir bizim!

İşte bu kadar. Esas günah olan, “sûret-i hak”tan görünüp kul hakkı yemek…

O yüzden kadılar-müftüler ne hutbe ne fetva keserse kessin, çoluk-çocuğumuzla, eşimiz-dostumuz hısım-akrabamızla yeni yıla hiç kimseye zararımız dokunmadan rakımızla-şarabımızla ve ülkenin üzerine kâbus gibi çökmüş dinbaz karanlıktan artık sıyrılma dileği-ümidiyle girdik, her sene de böyle girmeye devam edeceğiz.

Sîretimiz neyse, sûretimiz de o…

Allah hepimizi sûreti takva, sîreti masiva olanlardan esirgesin, uzak tutsun!

Ve yeni yılınız mübarek olsun!..

(Not: “Suretler ve Siretler” başlığını Prof. Dr. Şaban Ali Düzgün’ün Türk Ocakları tarafından geçtiğimiz yaz düzenlenmiş “Günümüz İslam Dünyasında Meseleler ve Çözüm Yolları-2” sempozyumunda bildirisini sunarken büyük bir zarafetle dikkatime sunduğu “dindar sûretler-seküler sîretler” ifadesinden ilhamla şekillendirdiğimi, burada kendisine teşekkürlerimi de ekleyerek belirtmek isterim. Böyle olmakla birlikte elbette değerli hocamızın benim bu yazıdaki düşünce, yorum ve savlarımla herhangi bir alaka ya da iltisakı yoktur. İçerik itibarıyla yazdıklarımın sorumluluğu tümüyle bana ait olup hiç kimseyi bağlayıcı değildir.)

_____________

KAYNAKLAR: Prof. Dr. İrfan Aycan, “Emeviler Dönemi”, İslam’a Giriş: Evrensel Mesajlar içinde, Diyanet İşleri Bşk. Yay., 2008; Prof. Dr. İhsan Süreyya Sırma, Hilafetten Saltanata Emeviler Dönemi, Beyan Yay., 1995 ve Abbasiler Dönemi, Beyan Yay., 1995; İsmail Hami Danişmend, İzahlı Osmanlı Tarihi Kronolojisi, Cilt: 2, Türkiye Yay., 1971; Prof. Dr. Kemal H. Karpat, İslâm’ın Siyasallaşması, İstanbul Bilgi Üni. Yay., 2004; Prof. Dr. Neşet Çağatay, 100 Soruda İslam Tarihi, Gerçek Yay, 1972; Tayfun Atay, Doğadan Duaya: İnancı Gözlemlemek, Oğlak Yay., 2020 ve “Şarap Neden Dünyada Haram da Cennette İkram?”, Pencere Pazar - gazetepencere.com, 4 Eylül 2022.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tayfun Atay Arşivi