Türkiye’nin Yoksullukla Sınavı

Son 1,5 yıldır tüm dünyayı etkisi altına alan Kovid 19 salgının özellikle üretim ve ticari faaliyetleri yavaşlatmasına bağlı olarak ekonomiler üzerindeki etkisi derin bir şekilde hissedildi. Türkiye’de vaka sayılarındaki azalış nedeniyle normalleşme sürecine girilmesinin ardından beklenmeyen varyant, bütün tahminleri ve dengeleri değiştirdiği gibi endişeleri tekrar eski düzlemine taşıdı.
Kuşkusuz pandemi ve pandeminin yol açtığı ekonomik sıkıntılardan dolayı en büyük yarayı yoksul kesim aldı. Öyle ki yoksulluk hem pandemi sürecinde hem de normalleşme sürecinde daha fazla görünür oldu. Yoksul kesim, bunu iki bağlamda hissetti.
İlki salgınının ekonomide yarattığı tahribatın en önemli faturasından biri olan işsizlik üzerinden oldu. Salgından ötürü izolasyon tedbirleri nedeniyle ekonomik faaliyetlerin işgücüne katılım oranlarında önemli azalma yaşandı. Nitekim son açıklanan TÜİK verilerinde de virüs etkisi ile istihdamdan kopanların iş arama faaliyeti içerisinde olmadığı belirtildi. Ancak normalleşmeye geçilmesi ile birlikte hizmetler sektörü ile iç ve dış turizmin canlanmasına bağlı olarak ciro artışlarının işsizliği önümüzdeki aylarda azaltacağı düşünüldüğünde 1 Temmuz’dan itibaren kısa çalışma ödeneğinin bitmesi ve işten çıkarma yasaklarının kalkması nedeniyle maliyet baskısı altındaki üreticinin işçi çıkarma eğiliminin işsizliği artıracağı bir gerçek. Buna rağmen vaka sayısının son bir hafta da hızla artış eğilimine girmesi ile yeniden kapanmaya gidilirse normalleşmede biraz canlanan hizmetler sektöründe çalışan kesim, yine olumsuz etkilenecek. Bu bağlamda iş gücü piyasasının dışında kalınması asgari düzeydeki kaynaklara erişimleri de engelleyerek yoksulluğu daha da tırmandıracak.
Yoksulluğun artmasındaki bir diğer önemli neden ise yüksek enflasyon nedeniyle satın alma gücü kaybı yaşanması. Çünkü uzun süre kapalı olan ya da kısmi mesafe şartı getirilen kafe, restoran ve kuaför gibi hizmet sektöründe maliyet artışlarının fiyatlara yansımasının ardından normalleşmeyle birlikte yeme içme mekanlarının açılması ve seyahat engellerinin kalkması ile bu ek talep artışları fiyatlar üzerinde baskı oluşturdu. Her ne kadar ölçek ekonomisinin fiyatlar üzerinde olumlu bir etki yaratma ihtimali olsa da zaten enflasyon nedeniyle satın alma gücü kaybı yaşayan alt gelir grupları gelen zamlarla daha fazla yoksullaştı.
Aslında Türkiye ekonomisinde görülen temel makroekonomik sorun olan enflasyon ve işsizlikten dolayı yoksulluk zaten yüksekti ve yoksulluk nedeniyle sağlık sorunları, çocuk ölümleri, kadın ölümleri bu kesimlerde çok görülüyordu. Ancak pandemi ile birlikte düşük ücretli, yarı zamanlı, düzensiz işlerde, kısa süreli sözleşmelerle ve kayıt dışı çalışanlar, virüse daha fazla maruz kaldı. Çünkü yoksul kesimin sağlık hizmetlerine erişimi kısıtlı olmakla birlikte virüs nedeniyle sokağa çıkma yasağına rağmen çalışmak zorunda olmaları, kalabalık evlerde yaşamaları ve toplanma kültürü nedeniyle pandemiden çok daha fazla etkilenmelerine yol açtı. Bu bağlamda ister pandemi süreci, isterse normalleşme süreci olsun yoksul ve yoksulluk her iki süreçte de zirvede kaldı.
Hane halkının cebine yansımayan, kapsayıcılığı az olan ve dışarıdan finanse edilen ekonomik büyüme de ne yazık ki yoksulluğu azaltamıyor. Ayrıca TÜİK’in çok da güvenilmeyen rakamlarına bağlanan ücretlendirme politikası sürdüğü sürece bu yoksulluk devam edecek. Nitekim Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu’nun Haziran 2021 açlık ve yoksulluk sınırı araştırmasına göre, dört kişilik ailenin açlık sınırı 2 bin 865 TL, yoksulluk sınırı ise 9 bin 332 TL olarak açıklandı. DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından hazırlanan “Salgın Günlerinde Asgari Ücret Gerçeği Araştırması-2021” başlıklı çalışma metninde ise bütün ücretli çalışanların yüzde 17’sine karşılık gelen 3,3 milyon işçinin asgari ücretin altında bir ücretle çalıştığına işaret edildi. Asgari ücretin yarısından daha az ücretle çalışan işçi sayısının 1 milyona yakın ve asgari ücret ve altında bir ücretle yaşamını sürdürmek zorunda olan işçi sayısının da 7,5 milyon civarında olduğu bildirildi. Bu rakamın da bütün ücretli çalışanların yüzde 38,3’ünü oluşturduğu dikkate alındığında yoksulluğa ilişkin vahametin ne boyutta olduğu görülebilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi