“Her şeyin dengede olması lazım. Yeri geldiğinde dozunda kaos, stres ve kalabalık da güzel”

Kardeşiyle birlikte kurdukları Griiyy grubuyla tanıdığımız, bir süredir Karaburun’da yaşayan (ama ense yapmayan) Alişan Özaydın, yeni teklisi ‘Baykuş’u dinleyiciyle buluşturdu. Garaj Müzik etiketiyle çıkan yeni teklisi şarkı hem sanatçıya ve onun hayatındaki değişimin sonrasına hem de bir ‘baykuş’a tercüman olurken zula bir ortamdan çıktığını da sonuna kadar hissettiriyor.   

‘Griiyyy’ neden bitti? Önce oradan başlayalım. Yürümedi mi?

Aslında ‘Griiyyy’ bizim kardeşim (Özde) ile pandemi dönemi oluşturduğumuz bir projeydi. Aramızdaki yaş farkından dolayı ve hayatın karmaşası arasında birbirimizi tanıma çabamızdı. Bu konuda ‘Griiyyy’ çok da başarılı oldu ve görevini tamamladı diyebiliriz. Şu an birlikte bir şeyler paylaşma sonucunda birbirimizi daha iyi tanıyoruz.  Pandemi dönemi boyunca bizi birbirimize daha da bağladı ve o dönem gereği ekstradan akıl sağlığımızı korumamızda bir katkısı oldu. Sonrasında ikimiz de işlerimize geri döndük fakat ‘Griiyyy’ bizim evde hala devam ediyor.

Karaburun’a “kaçış” diyelim, nasıl oldu? Seninki de klasik “büyükşehirden sıkılan beyaz yakalı” hikâyesi mi? Planlı bir gidiş miydi? Spontane mi gelişti?

Karaburun’a kaçış gibi olmadı aslında. Bu konuda öze dönüş demek daha doğru olur. Uzun süre lojistik sektörünün çeşitli kademelerinde çalıştıktan sonra severek kendim seçmiş olduğum bir işe uyumlu olmadığımı anladığım andı Karaburun’a dönmek. Atalarımın yıllarca uğraştığı toprakları öylece bırakmak bana sanki nankörlük yapıyormuşum gibi hissettirdi. Beyaz yakayken aslında kafamda kurmaya başlamıştım. Ama buna bir kaçış diyemeyiz. Hatta bazı şeylerle yüzleşme bile olabilir.

‘Günlük’ü dinlerken gerçekten de bir “günlük” dinledim. Çok sade, kafandakini aktarmak istediğin bir şarkı olmuş. “Günlük” için şöyle bir ifaden var: “Normalde her gün birbirinden farksız olan kırsal bir yer düşünün… Ve uzun süredir oradasınız. Böyle bir yerde sevdiğiniz insanlar da yanınızda olur ise, orasına farklı bir bakış açısı getirebilirsiniz.” Senin getirdiğin “farklı bakış açısı” ne oldu?

Sizin de çok güzel anlattığınız gibi tam bir günlük oldu parça benim için. Karaburun Badembükü öyle bir yer ki, gençlerin hayat mücadelesi için şehirlere göç ettiği, yaşlıların çoğunlukta olduğu ve çoğu zaman düşünce, bakış açısı olarak yalnız kaldığınız bir bölge. ‘Günlük’ün nakaratında da bahsettiğim gibi “seninle beraber olmak o kadar iyi gelir ki bana“ derken yalnızlığa biraz sitemde bulundum diyebiliriz. İnsanın sevdikleri yanında olduğunda her şey bambaşka bir boyut kazanıyor.  Sosyal olarak da insanın doyuma ihtiyacı oluyor. ‘Günlük’te biraz da bunu anlatmaya çalışmıştım. Benim bakış açım da bu yönde oldu. Bence her şeyin dengede olması lazım. Yeri geldiğinde dozunda kaos, stres ve kalabalık da güzel.

Yeni şarkın “Baykuş”un enteresan bir çıkış hikâyesi var. Biraz bahseder misin?

Evet, gerçekten bana da çok enteresan geliyor. Pandemi dönemi yeni başlamıştı. Ailecek Karaburun Parlak’ta bulunan 2 odalı köy evimize yerleştik. Nisan-Mayıs aylarıydı. Evimizin konumu içerisinde sarıklı mezar taşlarının olduğu, ağaçlar ile kaplı bir alan. Kendimi bildim bileli kullanılmayan eski bir mezarlığa bakıyor. Evimizin içinde de eski kandiller bulunuyor. Eski kandilleri bilirsiniz gazla çalışan. Gaz lambası da diyebiliriz. Saat gece yarısını geçti; o gün de hiç uykum yoktu. Kalkıp gaz lambasını yaktım. Masanın başında oturmaya başladım. Bir anda mezarlığın içerisinden gelen baykuş sesiyle tüylerim diken diken oldu. Korku değildi. Bir şeyi tetiklemek gibi bir his olabilir. Sonrasında kelimeler dökülmeye başladı. Bir an kendimi baykuşa tercüman olmuş gibi hissetim ve sonunda ‘Baykuş’ ortaya çıktı.

‘Baykuş’la ilgili, “Maruz kaldığımız olaylar sonrasında nasıl değiştiğimizi gösteren bir şarkı oldu,” diyorsun. Şarkının ikinci kısmında da bu değişimi anlatıyorsun. Ama burada dışarıdan bir tanım var sanki seninle ilgili. Senin ağzından değil, başkalarının seni tanımladığı biçimle dinliyoruz şarkıyı. “Bilinmiş dinsiz”, “sunulmuş bir ömür”, “tanı konulmuş”… Bunlar başkasının ağzından çıkan sözler gibi geldi bana. Yanlış mı anlamışım?

Aslında orada dışarıdan hiçbir tanımlama bulunmuyor. Yani ‘Baykuş’u yazarken tamamen o an hissettiklerim. Biraz yüzleşme biraz da düşüncelerim. Bir varlık düşünün kanatları var; gün ışığı dururken gece yaşamayı seçmiş. Bunun nedenini düşünürken kendimle özdeştirdim. Bir de şöyle bir tarafı var biliyorsunuz; baykuş bizim kültürümüzde uğursuz bir hayvan olarak nitelendiriliyor. Ama çoğu yerde de bilgeliği temsil etmekte. “Bilinmiş dinsiz” veya “tanı konulmuş”ta aslında bir metafor var. Başkasının ağzından çıkma konusunda olaya biraz fantastik düşünce katarsak, “Evet, baykuşun söyledikleri,” diyebilirim.

‘Günlük’ ve ‘Baykuş’ farklı mevzuları anlatsa da insanda bir huzur bırakıyor. Bu şarkıların yaşadığın yerle, yaşam biçiminle nasıl bir bağlantısı var? Mesela İstanbul’da ya da herhangi bir büyükşehirde yaşasaydın, sabah 9 akşam 6 çalışsaydın yine böyle şarkılar çıkar mıydı?

Yaşadığım yerin yaptıklarıma yansıdığını ben de bu süreçte sezinleyebildim aslında. Etrafı denizlerle çevrili yemyeşil bir bük düşünün. Cırcır böceği, kuş sesi dışında bir ses olmayan… Tam da ‘Günlük’te anlattığım gibi. Öyle bir ortamda, sessizlikte, size bulutların sesini bile duyduğumu söyleyebilirim. Bunu ben de ara ara düşünüyorum. Sanırım o tempo ve kaos bana bunun için izin vermezdi gibi geliyor. Fakat bu birikimlerim olmasaydı da sadece yaşadığım yer ve yaşam biçimimle oluşabileceğini de düşünmüyorum. ‘Günlük’le ilgili sorunuzda da bahsettiğim gibi her şeyin dengeli olması gerektiği kanısındayım. Sakin, huzurlu bir ortam bence kimi zaman sizi köreltebilir de. O yüzden biraz kaos biraz stres vb. durumlara da ihtiyacımız var. Şahsen beni besleyen nokta da bu denge oluyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi