“‘Kadına yönelik şiddet politiktir.’ Belgesel bu görüşle yola çıktı ve tamamlandı”

İngiltere’de En İyi Uluslararası Uzun Metrajlı Film ve En İyi Belgesel Film kategorilerinde Oscar’a aday gösterilen Ölümüne Boşanmak (Dying to Divorce) belgeseli, Türkiye’de önüne geçilemeyen kadın yönelik şiddeti mağdurlar, aktivistler, açılan davalar, hukuksuzluklar aracılığıyla gözler önüne sererken, bu şiddetin ‘temelini’ oluşturan ülkedeki politik atmosfere de değinerek konuyu tüm yönleriyle yansıtmayı başarıyor. İngiliz yönetmen Chloe Fairweather’ın kamera arkasında olduğu filmin Türk yapımcıları Özge Sebzeci ve Seda Gökçe’yle Ölümüne Boşanmak’ı konuştuk.

Sanırım yönetmen Chloe Fairweather New York Times için kocasının pompalı tüfekle bacaklarından ve kollarından vurarak sakat bıraktığı Arzu’yla ilgili bir video çekmek istemiş ve bu haber olmuş. Sonra nasıl gelişti olaylar? Belgesel olma aşamasına nasıl gelindi? Siz filme nasıl dahil oldunuz?

Özge Sebzeci: Ben projeye en başında dahil oldum. Bu dönemde dediğiniz gibi, Chloe The New York Times’in Arzu Boztaş’ın hikayesini bir video habere dönüştürmüştü. Ben de bu süreçte projeye dahil olmuştum. Chloe Arzu’nun hikayesinden çok etkilendi ve onu daha uzun süre takip etmek istedi. Böylece proje, uzun metrajlı bir belgesel film projesine dönüştü. Sonrasında, Kübra Yelkenci ve avukatı İpek Bozkurt’un da hikayesine dahil olduk. Seda da bu süreçte projeye dahil oldu.

Chloe Fairweather’ın Türkiye’deki kadına yönelik şiddetle ilgili bir bilgisi var mıydı daha öncesinde?

Seda Gökçe: Chloe’nin abisi ve eşi gazeteciler ve o dönem İstanbul’da yaşıyorlardı. Özellikle abisinin eşi Christina Asquith Türkiye’de kadın hareketini takip ediyordu. Belgesel fikri ortaya çıktığında yaptığımız konuşmalardan benim yorumum, Chloe’nin daha genel bir izlenim diyebileceğim süreçten, geçtiğimiz 5 yıldaki yakın takibin sonucunda çok bilgili olarak adlandırabileceğimiz bir konuma geldiği olur. Şunu da eklemek isterim, sadece Chloe değil, belgeselin yapımcısı Sinead Kirwan’da müthiş bir dikkat ve eleştirel gözle Türkiye’de kadın hareketini takip etti/ediyor.

Ö. S. : Seda’nın da dediği gibi hem Sinead hem Chloe hem Türkiye’deki, hem de dünyanın farklı yerlerindeki kadın hareketlerini yakından takip ediyorlar. Bir de şunu eklemek isterim ki, filmin yapım sürecinde dördümüz sürekli konuştuk, tartıştık. Kurgu aşamasında aynı şekilde Seda ve ben de aktif olarak yer aldık, akış ve sahnelerle ilgili film son haline gelene kadar düşüncelerimizi paylaştık.

Çekimler beş yıla yakın sürmüş. Ölümüne Boşanmak’ın çekim aşamasından biraz bahseder misiniz? Oldukça meşakkatli bir süreç olmuş…

Ö. S.: Kesinlikle meşakkatli bir süreçti. Çekimlere başladığımızda beş yıl boyunca takip edeceğimiz bir proje olmasını beklemiyorduk. Fakat filmin ana karakterlerinden Kübra Yelkenci’nin yargı süreci beklediğimizden çok daha uzun sürdü. Dört yıla yayılan ve toplam 15 duruşma süren bir süreçten bahsediyoruz. Bununla birlikte, Türkiye’deki politik çalkantılar aynı zamanda bu filmin yapım sürecini de etkiledi. Çekimlere ilk başladığımızda avukat İpek Bozkurt’u sadece Kübra Yelkenci’nin avukatı ve kadın mücadelesinin içinden biri olarak takip ediyorduk. Fakat zaman içinde, Türkiye’deki dönüşümlerle birlikte onun kişisel hikayesine de daha çok dahil olduk. Sürecin uzaması aslında bizim de filmin karakterleriyle çok daha yakın ilişkiler kurmamıza sebep oldu. Bu yakınlığın da seyircinin hissettiği bir şey olduğunu düşünüyorum.

Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu ve avukat İpek Bozkurt’a da ayrı bir parantez açmak gerekiyor sanırım…

S. G.: Kesinlikle, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu belgeselin başlangıcında ekibe kapılarını açtı, bilgisini ve deneyimini cömertçe paylaştı. Çekimlerin sürdüğü 5 yıl boyunca da zaman zaman görüştük, fikirlerini almayı sürdürdük. Başta Gülsüm (Kav) ve Fidan (Ataselim) olmak üzere platform ailesine müteşekkiriz. Hızla değişen politik atmosferle beraber belgeselin hikaye aksı da ister istemez bu süreçte dönüştü. Çekimler için Ayşen (Kavas) ve İpek (Bozkurt)’la daha fazla zaman geçirdik. Özge ve ben çekimler sırasında aynı zamanda Chloe için ardıl çeviri yapıyorduk. İpek’in Chloe ile çeviri olmadan iletişim kurabilmesi tabii ki büyük bir avantaj oldu ama İpek’le yoğun çekimleri dil bariyerinin olmamasına indirgemek haksızlık olur. İpek’in bize kendi dünyasını açarken kurduğu samimiyet dengesinin de belgeselin duygusunun geçmesinde çok etkili olduğunu düşünüyorum.

Arzu ve Kübra binlerce yüzlerce kadından sadece ikisi. Filmi bu iki kadın üzerinden anlatmanızın sebebi neydi?

Ö. S.: Türkiye’de televizyonlarda her gün yeni bir kadın cinayeti haberi izliyoruz. Fakat erkek şiddetine maruz kalmış kadınların tek başına tekrardan hayata tutunma mücadelelerini, iyileşme süreçlerini ekranlarda pek görmüyoruz. Bizim odaklanmak istediğimiz nokta ise bu süreçlerdi. Hem Arzu hem Kübra çok güçlü kadınlar ve büyük bir azimle hayatlarını yeni baştan kurmak için olağanüstü bir mücadele verdiler, vermeye devam ediyorlar. Bu zor süreçlerden geçerken bir de bize, hikayelerini takip etmemize izin verdiler.

Ölümüne Boşanmak’ta ana hattıyla Arzu ve Kübra’nın hikayesini izliyoruz ancak diğer yandan filmin başladığı 2015 yılında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşması, 2017 referandumu, tutuklanan avukatlar gibi ülkedeki politik atmosfere de tanık oluyoruz. Sadece Arzu ve Kübra’nın hikayesini anlatsaydınız iki kadının yaşadığı trajediyi izliyor olurduk ancak ‘diğer yan’dan kastettiğim kısmı filme almanızın Türkiye’de kadına karşı şiddettin ‘altyapısını’ görmek açısından hayli önemli olduğunu düşünüyorum. Katılır mısınız bu görüşüme?

S. G.: ‘Kadına yönelik şiddet politiktir.’ Belgesel bu görüşle yola çıktı ve tamamlandı. Kadına yönelik şiddete bu açıdan bakmazsak hem meselenin özünü hem de boyutunu ıskalamış oluruz. Ama geçtiğimiz gün bir toplantıda da dile getirmiştim, o kadar yoğun ve şiddet içeren bir politik dönemden geçtik ki, bu durum hiç olmadığı kadar net ortaya çıktı. Arzu ve Kübra’nın hikayeleri de bu bağlamda münferit değil, sadece trajedi olarak da tanımlanamayacak kadar kıymetli cesaret ve dayanışma hikayeleri.

Filmin açılışında görüşünü açıklayan bir aktivist, ‘baba, koca, devlet’ minvalinde kadının doğuştan itibaren nasıl tahakküm altına alındığını anlatıyor. Arzu’nun kocasıyla yapılan bir telefon görüşmesi var. “Adil yargılanmak istiyorum,” diyor ve kendi görüşüne referans olarak da devlet erkanının söylediklerini gösteriyor. Yine Arzu’nun babası, “Gelenek yüzünden,” diyor. Sadece bu iki örneğin bile, ‘baba, koca, devlet’ tanımlamasının ‘sağlamasını’ yapıyor galiba. Ne dersiniz?

Ö. S.: Evet, kesinlikle. Filmin ana karakterleri kadınlar olsa da, filmde aynı zamanda Arzu’nun eski kocası ve babası ve Kübra’nın erkek kardeşi ve babasını da görüyor ve duyuyoruz. Bizim için madalyonun bu yüzünü takip etmekte çok önemliydi.

Filmi bitirdikten sonra aklımda, “Neden, ne için, nasıl?” soruları kaldı. Ve bir cevap bulamadım açıkçası. Sizin aklınızda filmi bittikten sonra izlediğinizde ne kaldı?

Ö. S.: Sanırım bu soruyu izleyiciye sormak gerekiyor. Türkiye’de çok güçlü bir kadın hareketi var, tüm baskılara rağmen bu hareketin sesi çok gür çıkıyor. Kendi hayatlarını kurmaya çalışan çok sayıda kadın var, onları görüyor ve takip ediyoruz. Bizim filmle amacımız bu mücadeleyi takip etmek, bu mücadeleden kesitler sunmaktı. Hiçbir şeyin bir anda değişmeyeceğini biliyoruz ama filmi izleyen seyircilere bu mücadelenin boyutunu ve gücünü hissettirebildiysek ne mutlu bize.

S. G.: Özge’nin çok güzel ifade ettiğini düşünüyorum, o yüzden ben bir ekleme yapmak istemem. Ama şu notu düşebilirim, bu sorduğunuz soruların tümüne belgeselde İpek’in net cevapları olduğunu düşünüyorum.

Son olarak İstanbul Sözleşmesi faciası ortada dururken Cumhurbaşkanı’nın kadına yönelik şiddetle ilgili özellikle ‘iyi hal inidirimi’yle vs. ilgili açıklamaları var. Niçin bu kadar beklendi, hayata geçecek mi? İnandırıcı geliyor mu bu açıklamalar size?

S. G.: Bizler belgeselciyiz, cevaplarımızı ve düşüncelerimizi yaptığımız işlerle aktardığımızı düşünüyorum/umuyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi