Şiddet ödüllendiriliyor…
İktidar partisinin eski milletvekili bir futbol kulübünün başkanı, yanındaki serseriler eşliğinde yeşil sahaya girerek hakemi kameraların önünde darp etti. Bu elim hadisenin sonucunda verilen cezalar bile otoritenin şiddetle olan ilişkisini gösterir nitelikte. Caydırıcılık bir tarafa, yeni çirkinliklere cüret edilmesini özendirdikleri bile söylenebilir.
Cezasızlık kültürü yerleştikçe şiddet odakları daha bir cesaretleniyor. Hele de şiddet “vatan, millet, bayrak” gibi her şekle girebilen kavramlar ile gerekçelendirilebilecek türdense bırakın cezalandırılmayı, aksine ödüllendiriliyor. Aynı acıları farklı olaylar ekseninde tekraren yaşıyoruz. Değişmeyen tek şey; tarih boyunca gücünü ve cesaretini otoriteden alan zalimin, “öteki” statüsünde olan mağduru yumruklaması, linç etmesi, katletmesi…
Hrant’ın kemikleri, katili geçtiğimiz hafta tahliye edildiğinde sızlamadı. Altı delik ayakkabıları henüz ayağında, bedeni sıcak, yakınları ve sevenleri olayın şokunu yaşıyorken anlaşılmıştı bu katliamın nasıl zalimce planlandığı. Çocuk katilin eline Türk bayrağı tutuşturup pişmiş kelle gibi sırıtarak poz veren üniformalı toplum düşmanlarını gördüğümüzde, alışılagelmiş operasyonlardan bir yenisinin pis kokuları yayılmaya başlamıştı ortalığa. Devletin kılcal damarlarına nüfuz etmiş olan örgütlü düşmanlık, öyle derinlerden gelen bir bilinmezlik olarak falan değil, bürokrasinin de dahil olduğu bir açıklıkta cereyan etti.
“Bir bebekten bir katil yaratan karanlığı sorgulamadan hiçbir şey yapılamaz…” diyen Sevgili Rakel Dink, tüm mutat mağdur yakınları gibi hâlen daha sevgi, şefkat, barış ve kardeşlik penceresinden bakmaya çalışıyordu dünyaya... Oysa o karanlığın sorgulanamayacak kadar keskin olduğunu ve toplumlar arasındaki ateş hatlarına benzin dökmeye devam edileceğini kendisi de gayet iyi biliyordu. Buna rağmen, acısının sıcaklığı ile itidalli olmaya, iyimser olmaya çalışıyordu. Bir zaman sonra, benzer sözleri daha umutsuz bir tonda eşini faili meçhul bir cinayete kurban veren Türkan Elçi’nin ağzından duyduk. Hrant’ı yutan karanlık, katil yaptığı bebeği büyüttü, semirtti ve özgürlükle mükafatlandırdı. O da Hrant’ın çocukları Arat, Delal ve Sera gibi aramızda artık. Üstelik onlara göre daha ayrıcalıklı ve makbul statüsünde... Hrant’ı katlettiği gün eline aldığı bayrağın koruması altında devam edecek yaşamına…
Pazar günü Şengün Kılıç “Unutmama Hakkı” başlıklı yazısında, Maraş Katliamı’nın bir numaralı sanığı Ökkeş Şendiller’in milletvekilliğine ve hatta TBMM İnsan Hakları Komisyonu üyeliğine uzanan öyküsünü kaleme aldı. Evet, bu ülkede Alevi ve solcu 111 kişinin öldürüldüğü Maraş Katliamı’nın baş sanığı, Kılıç’ın ifadesiyle “akil adamlığa” terfi ettirilerek Alevi Çalıştayına konuşmacı olarak davet edildi. Bir süre sonra Sivas Katliamı Davası’nda zaman aşımı nedeniyle beraat eden veya Cumhurbaşkanı’nın “sağlık sorunları nedeniyle affettiği” sanıkları Alevi açılımının akilleri olarak karşımızda görürsek hiç şaşırmayalım.
Alevi aydınlarını canlı canlı yakanlar, evrensel değerlerimizden Aziz Nesin’i yakmaya teşebbüs edenler, yargı veya CB kararları ile affediliyor. Otoriteye boyun eğmeyen aydınlar ve siyasetçiler Gezi Parkı Davası örneğindeki gibi, palavradan gerekçelerle tutsak ediliyor. Canlı canlı insan yakmayı affeden vicdani duyarlılık nedense sıra FETÖ’cü yargı mensuplarının içeri tıktığı ve ağır hastalıklarla boğuşan TSK mensuplarına, demans hastası Aysel Tuğluk’a geldiğinde köreliveriyor.
Şiddet sadece siyasi cinayetler ve kitlesel kıyımlarla zuhur etmiyor. Geçtiğimiz hafta, sırtını devlete dayayan ve otoriteden güç alan şiddetin, centilmenliğin egemen olması gereken bir alana, spora sirayet ettiğine şahit olduk. İktidar partisinin eski milletvekili bir futbol kulübünün başkanı, yanındaki serseriler eşliğinde yeşil sahaya girerek hakemi kameraların önünde darp etti. Bu elim hadisenin sonucunda verilen cezalar bile otoritenin şiddetle olan ilişkisini gösterir nitelikte. Caydırıcılık bir tarafa, yeni çirkinliklere cüret edilmesini özendirdikleri bile söylenebilir.
Nerede olursa olsun, sıradanlaşan kötülük ve şiddet aynı pınardan besleniyor. Cüretini ve cesaretini aynı güçten alıyor. O pınarı kaynağında kurutmadan karanlıklar aydınlığa kavuşmayacak.
Ve biz; Hrant’ları kaybetmeye, acılı anneleri, eşleri ve çocukları dinlemeye, “bir güvercin tedirginliğinde” yaşamaya devam edeceğiz…