Siyasetin nefret dili topluma yansıyor

Siyasetin nefret dili topluma yansıyor
Bugünlerde ABD’de yaşanan olaylar, toplumun ırkçılık ve nefret söylemine karşı başkaldırdığını gösteriyor. Türkiye’de ise ABD’deki polisin ‘ırkçı cinayetine’ karşı tepki gösterenlerin mutlaka aynaya bakması...

Bugünlerde ABD’de yaşanan olaylar, toplumun ırkçılık ve nefret söylemine karşı başkaldırdığını gösteriyor. Türkiye’de ise ABD’deki polisin ‘ırkçı cinayetine’ karşı tepki gösterenlerin mutlaka aynaya bakması gerekiyor. Ülkemizde TC kimliğini taşıyan Rum, Ermeni, Yahudilere yönelik nefret söylemi, sıradan bir söylem haline dönüştü. Subay, polis, hakim, savcı olamayan bir avuç azınlıklarımızdan söz ediyorum.
Suriyelilere bakış ve söylem de aynı şekilde. Balkonuna astığı havlusu İngiliz bayrağını andırıyor diye apar topar gözaltına alınan yabancıya yönelik davranışı sadece ‘milliyetçilik’ olarak açıklamak mümkün mü? Ya da bu milliyetçiliğin ‘ırkçı tavır’ olmadığını kim savunabilir?
Şiddete eğilimli, hislerini kaba kuvvetle ifade eden bir toplum haline geldik. Ve bu durumu besleyen hatta cesaretlendiren siyasetçilerin nefret dilini göz ardı edemeyiz.
Yapılan araştırmalar; son dönemde nefret söylemi, ırkçılık konularında büyük artış olduğunu gösteriyor. Bugün ABD’de yaşananlar da bunun en tipik örneği…
Türkiye’de, siyasette milliyetçilik adı altında ırkçılık tavan yapmış vaziyette. Muhalefet dahil olmak üzere partiler milliyetçilik bahsinde birbiriyle yarışıyorlar. Ve toplum da buna eşlik ediyor. Siyasetin uygulamaları ve kullandığı dille bu ülkede oldum olası birileri kendini bu ülkenin tek sahibi, kendinden olmayanı dışlayan ötekileştiren, horlayan ırkçı bir tavır içinde oldu hep. Siyasetin ötekileştirip kutuplaştıran söylemine medyanın tarafgir ve kışkırtıcı dilini de eklediğimizde toplumun bir kesiminde düşmanca yaklaşımlar her geçen gün yaygınlaşıyor, hatta sıradanlaşıyor.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komitesi ayrımcılığı; “Irk, renk, cinsiyet, dil, din, ulusal ya da toplumsal köken, mülkiyet, doğum, siyasi ve diğer görüşlere dayalı olarak gerçekleştirilen bütün hak ve özgürlüklerin herkes tarafından tanınmasını ve kullanılmasını engelleyecek, sınırlandıracak ayrım” olarak tanımlar. Türk Ceza Kanunu’na göre de nefret söylemi suç sayılmaktadır. Ancak siyasetçinin uymadığı yasalara toplum niye uysun?
Milliyetçilik bu çizgide yürüdüğü oranda, “öteki”ler için tehdide dönüşüyor. Din, mezhep ve cinsiyet için de öyledir. Kimliklere yapılan aşırı vurgular, bir kimliği şişirerek öne çıkarıp diğerlerini ötekileştiren her söz ve söylem, her siyaset, her yazı insan olmanın değerini azaltan, kişinin benliğinde yaralar peydahlayıp, nefret kültürüne çanak tutar.
Friedrich Nietzsche bu yaraya yıllar önce teşhis koymuştu: “Nefret Kültürü’nün yerleştiği ve dal budak saldığı toplumlarda, yaşamı geliştirecek ve güzelleştirecek bir yapı kurmak mümkün değildir.”
Farklılıkları tehdit görme yerine birer zenginlik olarak görmek gerekiyor. Bu duygu aynı zamanda insana huzur da getirir. Yoksa tek kimlik tek inanç ve benzeri tekçiliklerle ne demokrat olmak mümkün ne de demokrasiyi inşa edebilmek.

Öne Çıkanlar