Yine bayram, yine mülteciler..

Bayram ritüellerini yerine getirmek üzere memleketlerine dönen Suriyeliler ve geçtiğimiz günlerde Niğde’de TIR’dan inerken görüntülenen Afganlar ile birlikte mültecilerin ülkedeki varlıkları, siyasilerin milliyetçi popülist söylemleri içerisindeki yerini aldı. Türkiye’de mülteci ve sığınmacı krizinin çözülememesinin aksine daha da derinleşmesinin nedenlerini, şu anda ülkeyi yöneten veya gelecekte yönetmeye talip olan siyasi partilerin çözümü hedeflemeyen, konuyu ucuz siyasi hesaplarına alet eden anlayışlarında arayabiliriz. Merkezinde “insan” olan veya sonuçları insan hayatını etkileyecek herhangi bir meselenin siyasi tarafgirlikle ele alınması doğru değil. Elbette her krizin siyasi bir nedeni vardır. Fakat böyle olması, sonuçlarının siyaset üstü bir anlayış ile ele alınmasına da engel değildir.
Bu konu üstüne konuşmaya başladığımızda “günümüz medeniyetinin beşiği(!)” olan Avrupa’nın, siyaseten de bir mensubu olan Yunanistan’ın sınırında günlerce bekletilip kabul edilmeyen mültecilerin yaşadığı dramı unutmamız mümkün değil. Sosyal devlet anlayışları; mutlu azınlığın “mutlu hayatlarını” sürdürmelerini temel alan, yardımlaşma anlayışları; göstermelik birkaç uluslararası kurum aracılığıyla dünya halkları nezdinde kendilerini aklamaktan ibaret olan kapitalist zihniyetin gerçek yüzünü gösteren ibretlik bir durumdu. Avrupa’nın insana verdiği değerin, salt vatandaşlık bağı ile kendisine bağlı olan insanlar ile sınırlı olduğunu, tarafı oldukları gerilimlerin hatta çatışmaların sonucunda ortaya çıkan kıyıma ve can pazarına karşı da son derece kayıtsız kaldıklarını görmüş olduk. Tabii bu kararlı ve katı tutumun arka planında, Türkiye gibi sorumluluklarını para karşılığında devir almaya hazır olan ülkelerin durumlarının da etkili ve belirleyici olduğunu söyleyebiliriz. Özeleştiri yapacak olur isek; her ne sebeple olursa olsun, dönemsel diplomatik bir sorunun çözümü için mültecileri kısa bir süre için de olsa siyasi şovuna alet eden ve Avrupa’ya karşı tehdit unsuru olarak kullanan Türkiye’nin tutumunu eleştirmemek elde değil. Bunun gibi münferit çıkışlar dışında, Türkiye’nin genele yayılan tutumunun daha doğru ve insani olduğunu da ifade etmeliyim.
Resmi kayıtlara göre Türkiye, hâli hazırda 3,6 milyonu Suriyeli olmak üzere yaklaşık 4 milyon mülteciye ev sahipliği yapıyor. Tabi bunlar Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) verilerine dayanan resmi rakamlar. Zaman zaman yabancı uyrukluların isimlerinin karıştığı asayiş sorunları ile karşılaşsak da, çoğunun çeşitli sektörlerde aktif çalışma hayatının içinde olduğunu biliyoruz. Tarım, hayvancılık, inşaat gibi vasıfsız personel ihtiyacının da olduğu sektörlerde Afgan, Suriyeli ve Türkmen işçilerin bir ihtiyaca cevap verdikleri malum. Örneğin; Niğde’de TIR’dan indirilen mültecilerin o bölgedeki tarım ve hayvancılık işlerinde çalışmak üzere geldikleri, hatta ucuz iş gücü ve çalışma disiplini gibi saiklerle de özellikle tercih edildikleri biliniyor. Büyük şehirlerde ise inşaat ve inşaatın peyzaj gibi yan kollarında çoklu personel çalıştırılması gereken hâllerde, yeterli sayıda yerli personel bulunamayışı, yabancı uyruklular ile çalışmayı zorunlu kılabiliyor. Bu insanların genelinin aileleri ile yaşadıklarını, Türkiye’de çocuk sahibi olduklarını ve içtimai hayatın bir parçasına dönüştüklerini göz ardı edemeyiz. Onları gettolarına hapsetmenin ve çevre iletişimlerini sınırlayarak entegre olmalarını engellemenin akamete uğrayacak, hatta birlikte yaşama kültürünün oluşmasını geciktirerek gerilimi tırmandıracak, birbirine düşman kamplar yaratacak girişimler olduğunun anlaşılması ve topluma anlatılması gerekiyor.
Gerçekler böyle iken; bu gerçekleri bizlerden daha iyi bilen siyasetçilerin, merkezinde “insan” olan bu meseleyi kullanarak siyaset yapmalarını sakil bulduğumu ifade etmeliyim. Mevcut siyasi iktidarın, sığınmacıları birer “oy” olarak gördüğünü biliyoruz. Toplum mühendisliğine dayanan basit hesaplar temelinde yürüttükleri siyasetleri ile de örtüşen bir durum. Ayrıca; gerek Suriye iç savaşındaki rolleri, gerekse sınırımız bile olmayan Afganistan’daki pozisyonumuz ile bağlantılı olup olmadığını bilemediğimiz mülteci akınlarının ve ayrıca sınırsızlığın da müsebbibi durumundalar. Bu gerçeklerin toplumun kahir ekseriyeti tarafından biliniyor olmasının kendilerine yüklediği sorumluluğun, zorla da olsa önümüzdeki dönemde insan hakları ve toplumsal barış ekseninde tutarlı politikalar üretmelerine vesile olmasını ümit ediyorum.
Ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu ise geçtiğimiz hafta bir video yayınlayarak mülteci krizinin çözüm yöntemini kendince anlatmaya çalışmış. Bu açıklamanın Ana Muhalefet Lideri tarafından yapılmış olmasına, nasıl bir siyasi seçeneksizlik içerisinde olduğumuzu göstermesi açısından ayrıca üzüldüm. Milliyetçi hislerle hareket eden seçmeni avlamayı hedef alan, konuyu gerçek merkezinden uzaklaştırarak ve çarpıtarak imar-iskân-istihdam kısırlığına hapseden bir dolu tezvirat. İçerisinde bulunduğumuz ekonomik ve siyasi kriz koşullarında arzu edilen durum elbette tüm mültecilerin eski hayatlarına geri dönmesidir. Ancak; savaşın devam ettiği bölgelerde kısa vadede insani yaşam şartlarının oluşamayacağını dile getirmek gerekiyorken, toplumun teveccühünü kazanmak adına demagoji yapılmasını doğru bulmuyorum.
Göçler coğrafyası olan ve tarih boyunca farklı unsurlara ve medeniyetlere ev sahipliği yapmış olan Anadolu topraklarının tarihi gerçeklerini inkâr edercesine, bu insanlara sosyal özürlü muamelesi yapmak, onları sınır dışı etmeye dayanan bir politika temelinde vaatlerde bulunmak çözümün dili olmadığı gibi krizin derinleşmesine de neden olmaktadır. Resmi kayıtlar ile dahi toplam nüfusun %5’ine tekabül eden sığınmacıların toplumsal yapıya entegrasyonu meselesi, sırf bunun için bir bakanlık kurulmasını gerektirecek kadar ciddi bir meseledir. Toplumsal bütünlüğün sağlanabilmesi için, eğitim ve kültür hayatının ortaklaştırılması başta olmak üzere içtimai hayata hızla entegre olmalarını sağlayacak sosyal sorumluluk projeleri üretilmesi, kent hayatı içinde yabancılaşmalarının önüne geçecek yaşamsal düzenlemelerin yapılması ve STK’ların da dahil olduğu bir ortak akıl ile konuya yaklaşılması gerekmektedir. Aksi halde kriminalize olmaları ve toplumsal gerilimi yükseltecek provokasyonlara alet olmaları kolaylaşacaktır.
*Mutlu bayramlar dilerim efendim…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi