"Zulmü anlatmak ve aktarmak benim için bir ödev"

Uzun süredir Indie-folk türündeki şarkılarıyla,Türkiye'de kendine çizdiği yolda sapmadan ilerleyen Zeyn'el, dünyaca ünlü müzik şirketi ARC Music'ten çıkan yeni albümü " 'Divan & Divine"la karşımızda. 14. ve 16. yüzyılda yaşamış ozan ve şairlerin dert edindiği insanın insana zulmünü günümüze taşıyan Zeyn'el, enstrümanlar kullanımındaki çeşitliliği ve Batı ile Anadolu arasında kurduğu müzika köprü sayesinde sınırları ortadan kaldıran bir çalışma armağan ediyor dinleyiciye...

"Müzikte ve gelenekte cesur olmak” düşüncen ya da amacın olarak varsaydığım ifadenle başlamak isterim. İnternet sayesinde müzisyenler çalışmalarını bağımsız olarak yayınlama imkanına sahipler. Bunda “cesur” olan birçok isim sayabiliriz. Ancak konuyla ilgili konuştuğum birçok müzisyen arkadaş, “Şarkının dinleyiciye ulaşmasında sorun yaşıyoruz,” diyor. Gelenekte “cesur” olmak konusuna geldiğimizdeyse; günümüz çağında “geleneğin” ülkenin sosyopolitik durumu nedeniyle saptırıldığını düşünüyorum. “Gelenek” nihayetinde bir kültür. Fakat şimdi gelenekten bahsettiğimizde yine malum sebeplerden dolayı, kültürü dışlayan, er meydanındaki kahramanlık hikâyeleriyle dolu, herkesin kendi payına bir şeyler kapmaya çalıştığı ve kendine göre yonttuğu “tarih” karşımıza çıkıyor. Katılır mısın bu görüşüme? 

Öncelikle bu güzel ve cesur soru için teşekkür ederim. Müziğimizi yayınlamak ve dağıtmak kısmındaki cesaret hikâyem ya da aklıma gelen hikâyelerle başlayalım. On beş yıla yakın bir süredir müzik sektörünün içerisinde ses teknisyeni olarak çalışmaktayım. Özellikle televizyon döneminin, yani yeni müziklerin televizyonlardan keşfedildiği dönem geçtikten sonra işler bayağı değişti. Bugünkü müziğin dijital platformları şarkılarımızı herhangi bir şirkete ihtiyaç duymadan yayınlayabilmemiz için kolaylıklar sağlasa da beraberinde bazı cesaret kıran handikaplar taşıyorlar. Özellikle Spotify'da dinleyici sayısı denen şey bütün müzisyenler üzerinden büyük bir baskı oluşturuyor. Hele bizim kültürümüz için gereğinden fazla önemli bir hâle geldi. Benim gibi bazı bağımsız müzisyen dostlarımla birlikte Nana adını verdiğimiz bir müzik şirketi kurduk. Birbirimize destek olarak müziklerimizi daha yaygın hale getirmeye çalışıyoruz öte yandan. Bunu bir cesaret hikâyesi ve alternatif deneme hikâyesi olarak sayabilirim ve yapılacak şeylerden yalnızca biri bence. Bunun dışında 23 Haziran’da İngiltere’den ARC isimli dünya müziği alanındaki en meşhur şirketlerden birinden albümüm çıktı. Şirketin benim dışımda, dünyanın çeşitli yerlerinden sanatçıları var, birkaç binlik dinleme sayılarıyla pek çok farklı kıtada, önemli festivallerde müzik yapabiliyorlar mesela. Ülkece burada gözümüzden kaçırdığımız bir şeyler var diye düşünüyorum. Hatta tam da burda ilk sorunun ikinci bölümüne bağlanmamız iyi olabilir. Evet, haklısınız gelenek kavramı herhangi bir ideolojiye ya da toplum tasarımına hizmet etmesi açısından oldukça saptırılan bir kavramdır. “Bizim geleneğimiz ‘böyle’ydi, o zaman ‘şöyle’ olmalıyız” söylemlerini çok duyarız. Geleceğe şekil vermek için geleneğe ayar vermek gibi. Ukulele ve banjo gibi çalgılarla türküler söylüyorum ve söylediğim türküleri bağlama ile çalmamam geleneğe hakaretmiş gibi algılanabiliyor. Ben de şu argümanı kullanmayı seçiyorum: hangi bağlama ve bağlamanın üç yüz yıl önceki sesini tam olarak bize kim tarif edebilir? Türkü tarihi değişimler tarihidir ve benim hizmetim de geçmişle geleceğin şimdideki, Yunus Emre’nin terimiyle hemandaki rezonansı olarak bildiğim türkülerin aktarıcılarından biri olmak. Bunu yapabilirsem ne mutlu ve her aktarım suların akıp çağlaması gibi değişimle olur. Değişim de cesaret işidir.


Bir ara özellikle altı çizilen bir vurgu vardı: “Doğuyla batı ezgilerini sentezlemek.” Tanım doğru ancak bunun iki ritim, bir melodi koyarak ortaya çıkacağına katılmıyorum. Yaptığın müzikte Ruhi Su’nun da, Mozart’ın da, Anadolu’nun da, 2000’lerin ilk yarısında Taksim’deki harbi rock ortamını da taşıyorsun. Sanıyorum yerelden evrensele giden yol böyle bir şey. Ya da “müziği keşfetmek” demek daha yerinde olabilir… Saza söze dökmek önce dinlemekten, anlamaktan her şeyden evvel de hissetmekten geçiyor değil mi? 

Daha iyi bir müzik insanı, türkü söyleyen olmak için gerçekten çok çaba sarfediyorum. Biliyorum ki bu sonsuz ve meşakkatli bir yol, hiçbir zaman ben oldum diyebileceğim bir yere varılamayacak. Ancak bunun için elinden geleni yapmak insanın dünyadaki asli ödevi gibi. Ben kendi tarafımda bunların hakkını verebilmek için İstanbul Üniversitesi’nde Felsefe okudum ve şimdi İTÜ’de Müzikoloji doktorası yapmaktayım. Âşık-ozan geleneğini ve türkülerdeki derinlikleri anlamaya çalışıyorum. Bunun için daha çok kitap okumak ve akademik ortamlarda daha çok bulunmam gerektiğini biliyorum. 

Yeni albümün “Divan&Divine”a gelelim… Nasıl bir süreçti? Ne zamandır kafanda böyle bir albüm vardı? Sonuç istediğin gibi oldu mu? 

Rastlantılarla, arzularla, emek, ter ve gözyaşı ile dolu bir süreç oldu aslında. Müziğimi yayınlamaya pandemi döneminde başladığımı söyleyebilirim. Çok kısa sürede pek çok akustik iş kaydettim ve çeşitli çevrelerce dinlendiler. Silsile yoluyla yurtdışında bazı yerlere ulaştı ve İngiltere merkezli ARC plak şirketinden albüm yapmamız için teklif geldi. Çok heyecanlandık tabii ve bizden Rezonans albümleri serimizdeki gibi bir tema seçmemizi istediler. Nana Müzik Yapım’daki ortağım ve dostum olan Selim Seven’in önerisiyle Adalet/Adaletsizliği tema olarak seçtik. 14.yy’dan günümüze Anadolu ve Türkiye’nin adalet ve adaletsizlikler tarihini kronolojik bir sıra ile anlatmak istedik. Tahmin edersiniz ki yoğun ve dertli bir temaydı bu. Nesimi, Şah Hatayi, Köroğlu, Pir Sultan Abdal ve Âşık Serdari yer verdiğimiz ozanlar oldular. Adalet uğruna ölenler, babasının öcünü almaya ant içmiş aşıklar, gelir adaletsizliği, kadına şiddet, çocuk istismarı bu albümde yer buldu. Albümün son parçasında İTÜ Müzikoloji’deki tez danışmanım Prof. Belma Oğul İngilizce bir metinle benim bestem üzerine albümün hikâyesini, neden bu konunun seçildiğini, türkülerin kendine has hüzünlü hikayelerinin anlatıcısı oldu. Ergin Kandemir, Özer Ateş, Burak Taşdemir, Canay Doğan, Merih Aşkın, Kerem Can Aslan, Onur Şekercioğlu, Banjoe Danger, Çisem Soylu, Yarkın Sezgin gibi müzisyen dostlarımın büyük katkıları oldu albüm boyunca. Ses tekniği tarafında Berk Falay, Deniz Athan, Selim Aydın’ın çok kıymetli dokunuşları var bu albüme. Albümde emeği geçen teşekkürlerimi ve bu albümü yaratmamızda katkısı olan geçmişten günümüze bütün ruhlara şükranlarımı sunarım. Bunun ötesinde albümü kaydettiğimiz ve bitirmeye çalıştığımız günler ne yazık ki Maraş depremleri dönemine denk geldi. Albümü bitiremeyecek hale geldik ama kafamızı toplayıp bir şekilde altından kalktık, albümü teslim etme sürecini ertelemiş olsak da yetiştirdik. O zor günlerin ruhu albüme sirayet etmiştir diyebiliriz. Enkazın altında biz de vardık ve özellikle "Nesini Söyleyim" türküsünü kaybettiğimiz canlara armağan olarak bıraktık bu albüme. 


Albümde çok fazla enstrüman kullanmışsın. Bunun anlattığın konuları zenginleştirdiğini düşünüyor musun? Misal tek enstrüman çalsaydın şarkıların bu kadar etkisi olur muydu? 

Evet, albümde sesimin dışında beden perküsyonu, ukulele, banjo ve merlin çaldım. Benim dışımda sıra dışı başka çalgılar da var albümde. Her bir çalgının ayrı bir ruhu var ve farklı katkıları oldu bu albüme. Merih Aşkın kendi tasarımı olan Aşkın Sazı ve tulum gibi hissettiren sipsi performansı ile albümü başka yerlere götürdü. Ergin Kandemir’den slide gitarlarla, Canay Doğan ağız kopuzu ve güzel vokal destekleriyle, Kerem Can Aslan erbane ve udu gibi perküsyonlarıyla, Özer Ateş bas gitarın dışında perdesiz bası, synth bası ve kontrbası ile albümün müzik dağarcığını geliştirdiler. Tek başına bir vokalle bile albüm kaydetmek mümkün olabilir elbette ama daha fazla enstrüman, hele ki bir albüm kaydından bahsediyorsak hikâyenin ulaştığı adaların ya da kıyıların genişlemesine ya da çoklaşmasına vesile oluyor gibi.

“Divan&Divine”da senin içine işlemiş ozanların, şairlerin, onların fikirlerinin, dertlerinin, tasalarının daha önceki çalışmalarına göre daha net bir şekilde ortaya çıktığı aşikâr. Bunlara kendi pencerenden dünyaya bakışını da ekliyorsun. Böyle değerlendirdiğinde –seçtiğin yol bitmez ama- yolculuğunda daha fazla yol kat ettiğini düşünüyor musun? 

Öncelikle fazla yol kat ettiğimi düşünmüyorum. Hem mecazen hem gerçekte kat ettiğim yollarda fark ediyorum ki daha çok yolumuz var. Ele aldığımız konular, deyişlerimiz bize bir çok öğreti veriyor. Ne kadar çok öğreniyorsak o kadar çok geride olduğumu ve geride olduğumuzu anlıyorum ve asap bozan kısmı burası aslında. Zulmü anlatmak ve aktarmak asap bozmaktan ziyade benim için bir ödev diyebilirim. İnsana, ağaca, hayvanlara ve eşyalara olan zulüm bitmeli. Birçok insanız bu dünyada ve evet belki zulmü bitirmek zor fakat bir yerlerden ses gelmesi gerekiyor. Zulmü izlemek, hareketsiz kalmak benim için hüzünlenmemin dışında insanları tetiklemem gereken bir alan gibi. Bu yüzdendir ki benim turnelerim aslında konserler serisi değil, barışı mutluluğu yayma, canlara dokunma günleri gibi ilerlemekte. Daha önce hiç müzik yapılmamış yerlerde müzik yapmayı çok seviyorum mesela. Adaletin olmadığı, sevginin yok sayıldığı yerlere de birlikte sevgiyi ve adaleti götürelim istiyorum. En azından, “Dostlarım hadi bu zor şeyi deneyelim!” diyorum.


Senin tarafında bizi bekleyen neler var sırada? 

Benim tarafımda bizleri bekleyen şey güneşin peşinde, geçmiş ulu ozanların, bilgelerin, türkü aktarıcılığı yapmış adları anılmayan binlerce kıymetli insanın izlerinin, adaletin ve gülümseyen yüzlerin peşinde bir müzik yolculuğu. Dertlerimizi, kavgalarımızı seslerle dünyaya yaymak ve ortak bir paydada buluşarak el ele tutunmak ki; bu aslında belki de sadece başlangıç noktasıdır. Kaygısız, korkusuz, zulümsüz nice yerlerde yeşerecek ruhlar olacaktır. Benim heyecanım mümkün bütün gelecek güzelliklere hizmet etmektir. Bu arada son olarak Divan & Divine albümümüz Ağustos ayı itibariyle World Music Chart of Europe’da yani dünyanın en önemli world müzik listesi ve kataloğunda ikinci ayını geçiyor ve on altıncı sıraya yükseldi. Bizler için çok önemli bir başarı. Müziğimize bir kanat ve cesaret ekledi diyebilirim. Şu an onun etkisi sayesinde Ege ve Akdeniz kıyılarında bir turnedeyiz ve vize problemimiz olmazsa yurtdışında da çokça çalacağız gibi görünüyor. Umarım kültürümüzü derinlikleriyle daha çok açığa çıkarmaya ve hoş sedalarıyla Türkiye dışında da temsil etmeye devam edeceğiz. Bunların ötesinde pek çok bestem ve türkü düzenlemelerimizden yenileri yakın gelecekte bizleri bekliyor. Daha güzel günlerde hep birlikte söylemek dileğiyle bütün Zeyn’el müziği severlerine ve güzel dostlara sevgilerimi iletiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi