ANAYASA TEHLİKESİ…

Geçtiğimiz günlerde, İstanbul Üniversitesi ve İstanbul Üniversitesi-Cerrahpaşa öğretim üyelerinin Beyazıt Meydanı’nda toplanarak basın açıklaması yapmaları engellendi. Bilime ve bilim insanlarına önem verilmeyen bir coğrafyada ömür tüketen hocalar, bir de polis dayağı yememek için açıklama metnini yürüyerek okumak zorunda kaldılar. Toplanma şekli ve okunan metnin içeriği itibariyle şiddet kastı olmayan bir toplantının engellenmesi, kanuni boyutu ile bakıldığında da bir Anayasa ihlalidir. Esasında; liyakatsiz rektör atamalarının ve Üniversite Senatosu’na danışılmadan sadece CB Kararnamesi ile fakülte kurulması kararının konu edildiği açıklama metninin okunamamasının asıl sebebi, eleştiriye zerre tahammülleri kalmamış olan muktedirlerdir.
“Yollar yürümekle aşınmaz” diyen Süleyman Demirel, muhtemelen işine gelen farklı bir vakitte, “Meydanlar demokrasinin ciğeridir” demiş, doğru da söylemiş. Demokrasi gibi bir derdi olmayan siyasi iktidarın, demokrasinin nefesini kesme girişimlerinden birisi de kendi iradesi ile toplanmaya kalkışan kalabalıkları engellemek oluyor. Toplulukların, seslerini başkalarına da duyurma ihtimaline karşılık -hiçbir kanuni rabıta olmaksızın- miting ve toplantıları önceden belirlenen kimliksiz ve ruhsuz sahalara sıkıştırmaya çalışmak da bu “nefes kesme yöntemlerinden birisi” olarak hayatımızda…
Velhasıl; demokrasinin bilim insanlarının üstüne polis ile gidilecek düzeyde geriletildiği, özgür düşünmenin ve düşündüğünü ifade etmenin suç kabul edildiği bir dönem yaşıyoruz. Tam da böyle bir dönemde, “hak ve özgürlük temelli sivil bir anayasa hazırlanması ve halkın takdirine sunulması” fikri bizzat Tayyip Erdoğan tarafından gündeme getirildi. Siyasi iktidarı ve icraatlarını eleştiren herkesin terörist olarak kodlandığı ve anayasal hakların kullanılmasına dahi müsaade edilmediği bir siyasi iklimde, bu girişimin samimiyetinin sorgulamasından daha doğal bir şey olamaz. Kaldı ki vakit kaybetmeden 1921 Anayasası’na övgüler düzerek, asıl niyetlerini faş ettiler. 1921 Anayasası; Kurtuluş Savaşı’nın olağanüstü şartları altında, dönemin maddi ve manevi hassasiyetleri de göz önünde bulundurularak, savaşın sevk ve idaresinde meclis ile beraber karar almak için bir “çerçeve anayasa” olarak hazırlanmıştır. Bu sebeplerden ötürü özellikle de “Kuvvetler Birliği” esasına dayanan, hak ve özgürlüklerden bahsetmeyen, anti-laik bir metin olan 1921 Anayasası, günümüz siyasi iktidarının yukarıda saydığım sebepler haricinde özellikle kendi hareket sahasını genişletmesi ve muhalif sesleri köşeye sıkıştırabilme gücüne sahip olabilmesi açısından isabetli bir tercihtir. Dogmatik değerler çevresinde kümelenmiş olmaları itibariyle lügatlarında sorgulamak mevhumu olmayan toplum kesiminin karşı çıkmayacak olması bağlamında da elverişli olduğu söylenebilir.
Konu ile ilgili teknik değerlendirmelere ve siyasi kritiklere girmenin manası yok. Çünkü Türkiye, bu filmi daha önce gördü. AKP’nin kendinden olmayanlara da ihtiyaç duyduğu ve Tayyip Erdoğan’ın demokrasi havariliğine soyunduğu (!) 2010 Anayasa Referandumu sürecini asla unutmamalıyız. O süreçte “Yetmez ama evet!” kampanyasına önayak olarak destek veren Sol Liberal aydınların yanılgılarının bedelini, gittikçe otoriterleşen bir siyasi iradenin gadrine uğrayan toplum –farkında olmasa da– hâlen ödüyor. “80 Yaş Zor Zamanlar Günlükleri” kitabını Murat Sabuncu’ya anlatan Oya Baydar’ın; “Demokrasiye çok inanmak ama koşulsuz inanmak… Biraz da sazanlık vardı işin içinde. Ama şimdi dersimi aldım. Geç oldu aldım…” hayıflanması, gündemi doğru okumamıza ve siyasi iktidar merkezli yeni bir anayasa girişimine karşı tavır almamıza yardımcı olması açısından değerlidir.
Beni kaygılandıran ve birçok yerde de toplumsal talihsizliğimiz olarak nitelendirdiğim şey is; demokratik hassasiyetleri, olması gereken sertlikte savunan bir irade olarak gerek meclis çatısı altında gerekse sahada istenen etkiyi gösteremeyen muhalefet bloğudur. Örneğin, Ana Muhalefet Lideri’nin anayasa tartışmaları üstüne tahminden öteye geçemeyen ve iktidar bileşenlerini kendi içlerinde mutabık kalmaya davet eden söylemleri de bunun göstergesidir. Siyasi iktidar ortaklarının bünyesinden kopmuş olan, meclis içindeki ve dışındaki yeni oluşumların ise zaten güvenilir ve ciddiye alınır bir tarafları olmadığını düşünüyorum.
Değerli okurlarım;
Basit mühendislik hesapları ile toplumsal hassasiyetler üstünden siyaset yapmanın ve milliyetçi – mukaddesatçı çizgide yığılmış olan toplum kesimine sevimli görünmeye çalışmanın zamanı değil. Zaten bu politika, bugüne kadar şerefli yenilgi dışında bir fayda da sağlamadı. Ezcümle; hukuk ve demokrasi gibi bir derdi olmayan siyasi irade karşısında hâlinden memnun olmayan herkesi kapsayan bir demokratik sivil direnişe öncülük etmek, en azından bugün için memleketi büyük bir tehlikeden kurtarmaya yetecektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi