Aytuna Tosunoglu

Aytuna Tosunoglu

BAŞKA RENKLER

Belediye başkanı olmak için oy istediği yöre insanına konuşurken “nah!” işareti çeken adamların olduğu bir ülkede, haftada bir gazete yazısı yazan biri gelinen noktada ne yazar Allah aşkına! “Burası çöker” diye haber verenlerin olduğu bir madende beklenen gerçekleşince ortaya çıkan gerçeklerin büyüklüğü, toprak altında kalanların acısı karşısında, haftada bir gazete yazısı yazan biri olmanın dayanılmaz hafifliği… O altın madeninin işletilmeye başlamasıyla paralel yürütülen ve civar halkla imza altına alınan taahhütname çalışması var. Bu bilgiyi gazetecilerden okuyunca, taahhütname maddelerini görünce ne yaparsın… Ne yazarsın? Maden muktedirleri, “Olur da siyanürden zarar görürseniz (Yok canım, görmeyiz. Çünkü biz patates cipsiyiz) madeni öyle mahkemeye filan vermeyeceğinize söz verir ve imzalarsanız size para da vereceğiz. Bak. Demişler. İmzalar atılmış. Paralar alınmış. Hem de kaç yıl önce olmuş bunlar… Rüşvet vermek de almak da suç değil midir... 

Yazdıklarım önce beni kanatır. 

 

Gelin bugün başka başka işler yapalım. 

 

Plaza Oteli Manevrası

Bin dokuz yüz altmış altı yılının yağmurlu bir Kasım akşamında New York’un Plaza Oteli’nin kapısından girelim, bakalım neler oluyor orada. Karşınıza çıkacak kişileri tanımayanlarınız olursa kutsal dağa sanal bir yolculuk yapmanızı öneriyorum (Hz.Google). Oradaki insanları tanımak o kadar önemli değil aslına bakarsanız. Yeni dünyanın kültür ve sanat yaşamına katkıda bulunmuş elitler, sanatçılar, etki ve yetki sahibi zevat bugün geldiğimiz noktada bilinse ne olur, bilinmese ne? Düşünsel evrimimizi gözlemlemek isteyenlerimiz başka. 

 

Otelin ana kapısında belirip etrafta biriken halkın dikkatini çekmek istemeyenler için otel binasının tam arkasında küçük ve dikkat çekmeyen bir kapı da ayrılmış, bu gece için. Gizli bir giriş gibi düşünün. Bu özel davetin sahibi Truman Capote ve 1966 yılında yayımlanan “Soğukkanlılıkla” isimli ve gerçek bir olayı anlattığı romanıyla ününe ün katmış bir yazar olarak misafirlerini kapıda gülerek, oradan oraya sekerek karşılıyor. Gecenin teması Capote tarafından “siyah ve beyaz estetiği” olarak belirlenmiş. Misafirler ya siyah ya beyaz kıyafetlerle, gözlerinde ya siyah ya beyaz süslü maskelerle balo salonunu dolduruyor. Sosyeteden, iş dünyasından, moda tasarımcılarından, yazarlardan (mesela Philip Roth), şairlerden (mesela Marianne More), gazetecilerden, gazete patronlarından (mesela Katharine Graham), film yıldızlarından oluşan bir seçkinler grubu bir araya geliyorlar, Capote özellikle yapıyor bunu. Misafirler arasında dönemin ABD Başkanı’nın kızı Lynda Bird Johnson da Gizli Servis ekibiyle birlikte takılıyor (derler ki, başkanın kızı sonra flört edeceği oyuncu George Hamilton’la o gece tanışmıştı). Capote’nin adeta bir araştırma evreni oluşturması gelecekte kullanmak üzere yazarlık malzemesi topladığının da bir ilk işareti, bana göre.  Ancak o gece ortaya çıkan manzara Capote’nin pek de düşündüğü gibi olmuyor ve değişik çevrelerden gelen bu elitler birbirleriyle kaynaşmıyorlar. Ne kültür ne de sınıfsal durum, bir şekilde eriyip de karışamıyor. Konuklar tanıdık çevrelerine doğru çekiliyorlar. Herkes kendi yörüngesinde… 

 

Siyah Tayt, Sahipsiz Şapka

O geceye ait ilginç notlar şöyle; eşini 3 yıl önce suikastla kaybeden Jacqueline Kennedy de davetli listesinde ancak hala travma sonrası bozukluğu yaşadığı için toplum içine gerekmedikçe çıkmıyor, dolayısıyla Capote’nin “siyah ve beyaz estetiği” gecesine katılmıyor. Zaten hem kişilik hem de yazar olarak Truman Capote’yi beğenmezmiş. Sonraları aranan bir manken olacak olan Penelope Tree o gece giydiği siyah tayt üzerine panel şeklinde kesilmiş, derin yırtmaçlı tuniği ile yakın gelecekteki “çiçek çocukların” ön gösterimi gibi bir şey oluyor. Gazeteci/Yazar Norman Mailer gecenin bir yerinde adı gizlenen üst düzey bir politikacıyla önce ağız dalaşına başlıyor sonra işler “Gel sen gel, dışarı gel!” kıvamına geliyor. Birbirlerini tepelemelerine etraftan izin verilmemiş olmalı ki bilgi sadece bu kadarla kalıyor. Dönemin spor yazarlarından biri yerde duran erkek şapkasına -neden kızdığı belli değil- bir tekme savuruyor ama savurduğu bacağını tekrar yerine koyamayıp küt diye düşüyor… Vs. 

 

Sosyal buluşmaların bir dönemi yansıtmadaki önemi üzerine düşünürken bunları yazdım. Capote’nin romanından alıntılayarak bitiriyorum, “Ben alışamam. Hiçbir şeye alışamam. Her şeye alışabilen biri gebersin daha iyi.” (Tiffany’de Kahvaltı, sayfa 23).

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Aytuna Tosunoglu Arşivi