BİLİM ÖYKÜLERİ

El baltası ya da sivri sopa-mızrağıyla yaraladığı hayvanları, avları kan kaybından ya da sıcak çarpmasından yere yıkılana dek uzun süre takip edebilen bu evrim harikası insansı, öncekilerde olmayan bu eşsiz özelliğini tek bir şeye borçludur, ter bezlerine.

Geçen hafta, sıcak iklimlerde yaşayan ve hızlı bir metabolizmaya sahip sıcakkanlı hayvanlardaki aşırı ısıyı dışarı salma ve soğuma gereksiniminin, beden büyüklüğünü sınırlayan önemli bir etken olduğunu söyleyerek bitirmiştik. İnsan da sıcakkanlı bir memeli, biliyorsunuz; bunun anlamı beden sıcaklığının gündüz ve gece arasında büyük farklılıklar göstermeden, dar bir aralıkla salınmasıdır (insan için yaklaşık 37 °C). İnsan bedeni, besinlerden protein, aminoasit, yağ gibi bileşenleri, havadan oksijen ve azotu alarak bunları canlılığını sürdürmek için parçalar ve dönüştürerek kullanır ya da depolar. Bu süreçler sırasında açığa çıkan enerji, beden sıcaklığının belli bir aralıkta kalmasını sağlar. Ancak sıcak iklimde yaşayan, metabolizması hızlı ve fiziksel aktivite sırasında kaslarda ve karaciğerde depoladığı enerjiyi yakmak zorunda olan bir memeliyseniz artan beden sıcaklığını düşürmek de en önemli sorunlarınızdan biridir.

Hint Yarımadası’nın Avrasya’yı güneyden itmesi sonucu iki plakanın birleştiği hat boyunca yükselen Himalayalar, kuzeyden Afrika anakarasına gelen serin ve yağışlı hava kütlelerinin akışını azalttıkça Afrika’nın doğusu boyunca uzanan Büyük Rift Vadisi’nin iklimi yüzbinlerce yıl içinde daha kurak ve sıcak bir hale gelir; sık ormanların yerini tek tük ağaçlı savanaların alması, -görece- güvenli ağaçlarda  yaşayan kimi kuyruksuz maymunları yere inmek ve iki ayak üstüne kalkmak zorunda bırakacaktır.

Australopithecus

Dört buçuk milyon yıl önceki bu radikal değişimi gerçekleştirebilen ilk primat, yani Homo Australopithecus (Güney kuyruksuz-maymunu), sonraki birkaç milyon yıl boyunca yine “Homo” ile başlayan çeşitli türlere ayrılarak evrimleşir. 20-25 bireylik topluluklar halinde göçebe bir yaşam süren bu insansıların günlük diyeti toplayıcılık ve bir ölçüde de leşçilliğe dayalıdır.

O dönem “Önce Afrika savanasında yaşayan hangi türün soyunun tükeneceği” konusunda bir bahis açılsa bu tür kesinlikle ilk önlerde yer alırdı. Çünkü Australopithecus, ne çok güçlü ne de çok hızlıdır; büyük dişler ya da sivri pençelerden de yoksundur; gözleri keskin olmadığı gibi üstelik karanlıkta da çok az görebilmektedir; ne burnu iyi koku alır ne de kulakları yeteri kadar hassastır. Oysa yaşadığı düzlükler bütün bu özelliklerin en az birkaçıyla donanmış yırtıcılarla doludur. Geceleri besin bulmaya kalksa, karanlıkta da görebilen ve kokusunu çok uzaktan alabilen bir yırtıcıya kolay bir av olacağı kesindir. O yüzden tek şansı, çoğunlukla geceleri avlanan yırtıcıların av peşinde koşmayı bıraktıkları ve güneşin en yakıcı olduğu gündüz saatlerinde besin aramaktır; ancak yakıcı Afrika güneşi altında açıkta hareket edeceği süre onun için de oldukça sınırlıdır; dışarıda en çok birkaç saat geçirdikten sonra o da bir gölgeye sığınmak zorundadır, yoksa sonu, sıcak çarpmasından bayılma ve ölümdür.

Ergaster

Bundan 1,9 milyon yıl öncesine baktığımızdaysa, bugün Homo Ergaster olarak adlandırdığımız, öncekilere göre daha uzun boylu ve zayıf, atletik yapılı bir insansı görüyoruz Afrika düzlüklerinde. Ergaster diğerlerinden farklıdır, besinlerini toplamak için yakıcı güneş altında saatlerce yürüyebilmekte, avını yakalamak ya da yırtıcılardan kaçabilmek için uzun süre koşabilmektedir. El baltası ya da sivri sopa-mızrağıyla yaraladığı hayvanları, avları kan kaybından ya da sıcak çarpmasından yere yıkılana dek uzun süre takip edebilen bu evrim harikası insansı, öncekilerde olmayan bu eşsiz özelliğini tek bir şeye borçludur, ter bezlerine.

Neden terleriz, sıcakta ya da biraz fazla hareket edince bedenimiz için çok değerli olan suyu neden dışarı atarız, düşündünüz mü? Bunun yanıtı çok temel bir fizik olgusunda yatar; sıvılar gaz haline geçerken bulundukları ortamdan ısı emer, yani bulundukları ortamı soğutur. Yazın piknik yapanlar bilir,  güneş altında, bütün bir karpuzun üstüne su döküp bekleyin, su buharlaştığında karpuzun biraz soğuduğunu göreceksiniz, bunu tekrarladıkça karpuz daha da soğuyacaktır. Ege ve Akdeniz kasabalarında da yazları, oturmadan önce bahçeler, kapı önleri sulanır ve su buharlaşırken en azından bir süre için orayı serinletir.

Elbette Homo Ergaster bu fizik kuralından habersizdir, yalnızca çok uzun zaman önce tek bir gende ortaya çıkan bir mutasyon, evrim tarafından ödüllendirildikçe yinelemiş ve bu insansı, akrabası şempanzelere göre 10 kat daha fazla ter bezine sahip olmuştur geçen zamanda. Artık güneş altında koştuğunda beden ısısı çok yükselse de ona tepki olarak salgıladığı terin buharlaşmasıyla bedenini soğutabilmekte ve devam edebilmektedir. Ondan önce yaşamış atalarının sahip olduğu çıkık yüz-basık burun fizyonomisinin tersine düz bir yüzü ve -daha iyi nefes alıp verebilmek için- çıkık bir burnu olan ve bir maymundan çok günümüz insanına benzeyen ilk insansı Ergaster, katedebildiği uzun mesafeler sayesinde Afrika’dan tüm Asya’ya ve Avrupa’ya yayılacaktır.

[Kimi bilimcilerce Afrika Homo Erectus’u olarak adlandırılan Ergaster’le Homo Erectus arasında yalnızca küçük fizyonomik farklılıklar vardır. Fiziksel olarak birbirine çok benzeyen bu türlerin ikisinde de, hem daha eski ve basit Oldowan hem de daha gelişmiş Aşölyen taş alet kültürü görülür. O yüzden  pek çok paleoantropolog Ergaster ve Erectus’u aynı tür kabul eder.

Şunu da belirtmek gerekir ki türümüzün evrimi doğrusal bir çizgi izlememiştir. Hepsi -büyük olasılıkla- Australopithecus’tan evrimleşmiş olsa da, birbirinden yalıtılmış insansı toplulukları milyonlarca yıl içinde farklı alt türlere evrilmiştir. Örneğin bundan 1,8 milyon yıl öncesinin Afrika’sına gidebilsek, hepsi Homo olan Rudolfensis, A. Sediba, Ergaster, Habilis, A. Boisei, A. Robustus, Naledi ve Erectus’un savanayı paylaştıklarını görürdük(2).]

Sayfada göreceğiniz Turkana Oğlanı 1,6 milyon yıl yaşındaki bir fosilin kalıntılarından oluşturulan bir yeniden yapım. Kenya’daki Turkana Gölü yakınında bulunan bu Ergaster/Erectus fosili, neredeyse eksiksiz bir iskelet biçiminde çıkarılan en eski insansı. Öldüğünde yaklaşık 12 yaşında olan Turkana Oğlanı 48 kilo ağırlığında ve 160 cm boyundaymış, yaşasaydı 70 kilo civarında ağırlığında ve 185 cm boyunda bir yetişkin olacağı hesaplanıyor. Sıcak iklimler için ideal bir boy/kilo oranı bu, uzun boyu sayesinde beden ısısının salınması için yeteri kadar geniş bir cilt yüzey alanı ve bedende aşırı ısı üretimini azaltan düşük bir kilo.

En İyi Soğutma Sistemi

Hemen bütün sıcakkanlı hayvanda ter bezleri bulunsa da bunların bedendeki yoğunluğu ve işlevselliği bakımından insan türü rakipsizdir; yeryüzündeki en iyi soğutma sistemine sahibiz, ona kuşku yok. Ter bezleri olmasına karşın pek çok hayvan türü hızlı soluma yöntemiyle soğutur bedenini, köpeği olanlar iyi bilir; tavşanlarsa en çok  kulaklarından, ayılar el ve ayak ayalarından salar fazla ısıyı. Yakın akrabamız şempanzelerde örneğin, ter bezleri olsa da bunlar daha çok avuç içi ve ayak tabanında bulunur ve asıl işlevleri soğutmak değil, bir tehlike anında daldan dala tutunarak kaçması gereken primatın el ve ayaklarına biraz daha fazla sürtünme sağlamaktır (Bugün bizim de de aşırı stres ya da korku anlarında ellerimizin terlemesi, şempanzelerle yakın akraba olduğumuz o uzak geçmişten  mirastır).

[Kimi araştırmacılarsa el terlemesinin, stres ya da korkunun kalbi daha hızlı atmaya zorladığı durumlarda -belli ki- yükselecek beden ısısına karşı bir önlem olarak  evrimleştiğini öne sürer.]

Bitirmeden önce, terlemenin erken Homo türlerinin kürklerini kaybetmesinde de baş etken olduğunu belirtelim. Buharlaşmayı sağlayacak fotonların kürk altındaki ter damlacıklarına erişimi çok kısıtlı olacağı için, kürkü olan hayvanların ter bezleri her zaman bedenlerinin tüysüz/daha az tüylü bölgelerinde yoğunlaşacak biçimde evrimleşmiştir. İnsansıların ter bezlerinin gelişimiyle tüylerini kaybetmeleri el ele gitmiş olmalıdır, aksi durumda bu kadar yoğun ve bedenimize yayılan bir ter bezi sistemi son derece verimsiz ve gereksiz olacaktı.

Önümüz yaz, yakında günde birkaç kez duş alacak, tişört değiştirecek kadar terlemeye başlayacağız. Bu duruma sinirlenmek ve söylenmek yerine, dik durmaktan sonra belki de geçirdiğimiz en önemli fizyolojik evrimin ter bezlerimizin gelişmesi olduğunu ve onlar sayesinde bugüne dek soyumuzu sürdürebildiğimizi hatırlayın.

  • Terleyen İnsan.
  • En yakın tarihli Erectus fosili bundan 108 bin yıl öncesine ait ve Endonezya’da Java Adası’nda bulundu. Sapiens ortaya çıktıktan çok sonra bile Erectuslar özellikle Güney Asya’da varlıklarını sürdürmüşlerdir.

Turkana Oğlanı (Homo Ergaster), Kenya, 1.6 milyon yıl önce (yeniden yapım)

Turkana Oğlanı iskeleti

Homo Erectus (yeniden yapım)

Hominid türünün evrimi

Oldowan taş alet

 Aşölyen taş alet

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi