“Birbirini anlamayan, dinlemeyenlerin ülkesi...”

Bu ülkenin en önemli sorununu Can Yücel bir şiirle anlatmış:
En uzak mesafe
ne Afrika'dır,
ne Çin,
ne Hindistan,
ne seyyareler,
ne de yıldızlar geceleri ışıldayan…
En uzak mesafe
iki kafa arasındaki mesafedir
birbirini anlamayan…..’
Şiir aslında Herman Amato’ya ait. Can Yücel kendi sosundan da katarak çok güzel bir çeviri yapmış. Neden bunu paylaştım anlatayım:
Bazen zamanda geriye gidip, öngörülerimin isabetli olup olmadığı konusunda inceleme yapıyorum. Geçen hafta, 2013 yılının sonlarına kadar gidip TİM Üyeleri için yaptığım bir değerlendirmeyi buldum. Söz konusu değerlendirmenin bir kısmını paylaşıyorum:
"..Birçok girişimci kapasite büyütmek için yatırım kararı almış durumda. Ancak yatırım için gereken makine ve teçhizatın ithal olması sebebiyle yabancı para cinsinden kredi kullanmak istiyorlar. Dolar kazanan sanayici Euro cinsinden çok düşük faizli satıcı kredisi bulduğunu söylüyor. Bu arada Avrupa'ya mal satan bazı ihracatçılar da dolar cinsinden kredi alacaklarını söylüyorlar. Bu durumda parite hareketlerine karşı hassas bir durum ortaya çıkıyor. Dikkatli olmak lazım."
Anlaşılıyor ki, ihracatçılar bir sonraki yıl olan 2014'te ciddi bir ihracat artışı yapacaklarını düşünerek kapasite artırımına gitmişler. Bunun için de ciddi bir döviz borçlanmasına girişecekleri anlaşılmış. Döviz kurlarının sakin seyretmesi sebebiyle bu konuda cesaret bulmuş oldukları gözüküyor. Çok iyi hatırlıyorum 2013 yılı boyunca Dolar kuru 1.75 ile 2.00 TL arasında gidip gelmişti. İsterseniz analize tekrar geri dönelim:
"…Hem AB hem de ABD tarafının neredeyse sıfıra yakın politika faizi uygulamaları paritenin yönü hakkında belirsizlik yaratıyor. Şöyle ki, son yıllarda 1.28 ile 1.45 arasında gidip gelen euro/dolar, son aylarda 1.33 ile 1.38 arasına sıkıştı. Sanayiciler ve ihracatçılar sadece Dolar/TL ya da döviz sepetinde değil, paritede de istikrar istiyorlar. Kötü bir haber olacak belki ama, her ikisi hakkında çok iddialı hedefler göstermek doğru olmayacaktır. Merkez Bankası Başkanı'nın "yıl sonu 1.92 olacak" açıklaması hala hafızalarda duruyor. Elbette parite kadar önemli olan borçlanmanın vadesi ve maliyeti."
Şunu da hatırlatmak istiyorum. O sıralarda TFF'nin Genel Sekreterliği görevindeydim. Yayıncı kuruluş ödemelerinin yarısını döviz yarısını ise döviz olarak yapıyordu. Bazı Yönetim Kurulu Üyelerinin ısrarla beni arayıp, "dövizleri bozduralım" demesine rağmen ben, o sırada dövizleri satıp bugünkünden de düşük olan TL Mevduat Faizinde parayı değerlendirmenin riskli olacağını söylüyordum. Nitekim haklı da çıktım. Yayıncı kuruluşun 2013- 2014 sezonu için ödemeleri yapmaya başladığı 2013 yaz aylarında kurlar yukarı çıkmaya başladı ve bu durum benim görevi bıraktığım 2014 Eylül Ayına kadar devam etti. Tam 1 yıl içinde Dolar/TL, 1.75'ten 2.20 seviyesine yükseldi. Yani tam olarak % 25 değer artışı demek bu. O döneme ait mevduat faiz oranları bu artışın yanına bile yaklaşamayacak kadar düşüktü. Bir yıllık faizler bile % 5.5-6 civarındaydı. Yani döviz kurlarının yükselişi mevduat faizine göre neredeyse 20 puan fazlaydı. Elbette, para giriş çıkışlarının kısa vadeli olduğu bir kurumda yöneticiler "sağlamcılık" adına TL'ye dönmek istemiş olabilirler ancak uzmanlığı hiçe saymak genel bir adet haline geldiği için, beni çok yordular diyebilirim. Sonuç ortada. Tabii o zamanki Merkez Bankası Başkanının cesur sözleri de insanları etkilemiş olabilir. Yine de sonuç değişmiyor elbette. Yine 2013'teki analizime dönüyorum.
“Kapasite genişletme kararı kritik bir karardır..”
"…Bu durumda sanayicinin hesap etmesi gereken şunlar: Kredinin vadesi ve maliyeti, üretilen malın talep artışı ile uyumlu olacak mı ? Yani 6 ya da 8 yıllık vade ile alınan bir ilave yatırımın ortaya çıkaracağı kapasite genişlemesi piyasadaki talep tarafından karşılanacak mı ? Bundan daha da önemlisi, söz edilen vade içinde umulandan daha fazla taleple karşılaşılması durumunda "keşke daha büyük düşünseydim" denecek midir ? Böyle bir durumda bugünkü düşük faizleri fırsat bilerek biraz daha büyük düşünerek ilave yatırımı genişletmeli midir ?
Bunların hepsi çok önemli sorular. Elbette bu soruların cevabı için masa başına oturup matematik kullanmak gerekiyor. Fizibilite raporları 10 yıl öncesine göre daha sofistike analiz setlerinin kullanılmasını gerektiriyor. Ancak temelde görülen gerçek, 2014 yılında dış talebin iç talebe göre daha istikrarlı büyüyeceği. Bu arada mal bazında artışın hacimden 1 puan daha fazla artacağı bekleniyor. Yani alıcılar daha fazla malı eskisine göre daha düşük maliyetle almak isteyecekler. Emtia bunların başında geliyor. Dolayısıyla hesabın buna göre yapılması gerekiyor…"
Gerçekten de bu analizde öngördüğüm gibi, 2014 yılı küresel ticaretin patladığı ve Türkiye İhracatının rekora imza attığı bir yıl oldu. Ancak aynı rakamı 2018 yılına kadar bir daha gerçekleştiremedik. Yani 2015-2016-2017 yıllarında ihracat geriledi. Sanayicide atıl kapasite oluştu, ihracatımızın % 85'i nihai ürün kategorisinde olduğu için fiyat rekabetine maruz kaldı. İhraç ürünlerimizin ortalama değeri giderek düştü. Bugün maalesef 1 Dolar/Kg'nin altında seyrediyor.
Özetle, "boom period" adı verilen hızlı yükseliş zamanları hiç bir zaman pergelin saplanmış ucu olamaz. Çünkü bu tip yükselişler arada sırada ortaya çıkar. Dolayısıyla uzun vadeli analizlerde "sakin zamanlar" dikkate alınmalıdır. Bundan başka Para ve Kur Politikaları hakkında tam olarak bilgi sahibi olmadan verilen yatırım ya da kaynak değerlendirme kararları kurumları zorluklar içine sokabiliyor. O zamanlarda zirve yapan firmaların yabancı cinsinden borçlanma kampanyası sebebiyle, özel sektörün borcu sonunda 250 Milyar Dolar ile Milli Gelirin % 25'ini geride bıraktı. Buna karşın Merkez Bankası rezervlerinin tartışılır seviyesi, özel sektörün küçük sermayelerle büyük cirolar yapma hevesi, aşırı borçlanma, insan kaynağına ve uzmanlığa önem verilmemesi, inşaat faaliyetinin düşük faiz sebebiyle ekonomik model olarak kabul edilmesi dış kırılganlığımızı arttırdı.
Nihayetinde eldeki döviz kaynağını hemen satıp TL mevduata dönmekten başlayarak, dövizi ucuz bulup muazzam borçlanmalar yapmaya kadar çok sayıda hata yapan onlarca yıllık kurumların 2.5 aylık güçleri varmış. Eğer düşük faizli borçlanmalar ve yeniden yapılandırmalar olmasa ayakta kalmaları mümkün değilmiş.
Futbol sektöründe çeşitli kademelerde yöneticilik yaparken Kulüp Yöneticileri ile ilgili şu yorumu yaparlardı: "Kendi şirketlerini böyle kötü yönetmezler ama.." Ben de şu cevabı verirdim: "Maalesef kendi şirketlerini de böyle yönetiyorlar.." Sonuç ortada.
Pandeminin özel sektöre ve kurumlara geçmişteki hatalarını fark edecek, düzeltecek hatta doğru örnekleri ortaya koyacak bir süre yaratmış olduğunu ümit ediyorum. En azından kendimizle yüzleşmek ve birbirimizi dinlemek adına…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Emre Alkin Arşivi