Çek oradan bi buçuk ekmek arası kömür!

Biraz dertleşelim bugün sevgili okur olur mu?

Artık tanıdık birbirimizi. Biliyorsunuz artık sizler benim nelere dertlendiğimi, nelere sevindiğimi… Çoğu zaman birlikte dertleniyor ya da seviniyoruz biliyorum. Siz ses oluyorsunuz, ben de kaleme alıyorum hislerinizi.

Bugün bir başka içim yanıyor bu yazıyı yazarken. Neden mi? Çünkü beyaz adam hâlâ paranın yenmeyecek bir şey olmadığını anlamıyor. Ne diyor o meşhur Kızılderili sözü “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”

Biz yoktuk o vardı, siz yoktunuz o vardı, atalarınız yoktu o vardı, dünyanın milat kabul ettiği yıldan binlerce yıl önce vardı o.

Sadece karnımızı doyurmak için değil, şifa bulmak için de kullandık binlerce yıldır. Güzelleşmek için yine o geldi aklımıza. Barışı binlerce yıldır tarih onunla simgeledi. Masallar onu anlattı. Mitler onu yazdı. Ders kitaplarından kutsal kitaplara kadar o hep vardı.

Kim mi o?

O belki de dünyanın ilk canlısı…

O dallarıyla bize kol kanat geren “Zeytin Ağacı.”

Yunan Mitolojisi’ne göre Athena - ki kendisi sanat, strateji, ilham ve barış tanrıçasıdır.- Atina'nın sahibi olabilmek için Poseidon'la amansız bir yarışa girmiş. Poseidon, üç dişli mızrağını Akropolis'e saplamış, birden fışkıran deniz suyuyla da şehri ele geçirmiş. Athena; zeki, iyi stratejist, her şeyden önce barışçı ya; mızraklara karşılık şehre bir zeytin ağacı dikerek karşılık vermiş. Sonra bir mahkeme kurulmuş, tanrıların tanrısı Zeus mahkemeye başkanlık etmiş, tanrı ve tanrıçalar, mahkemede Athena'yı haklı bulmuş. Çünkü o yeryüzüne eşsiz bir hediye vermiş. Hatta öyle ki yenilgisine rağmen Poseidon bile zeytin ağacı karşısında hayranlığını gizleyememiş. İşte o tarihten beri, barışı, huzuru, bereketi hep zeytin simgelemiş!

Antik Yunan'da gelinlere zeytinden yapılan bir taç giydirilirmiş bilir misiniz?

Olimpiyat Oyunları'nda birinciler zeytin dalıyla ödüllendirilirmiş…

Homeros mesela - İzmir doğumlu- zeytinyağını "sıvı altın" olarak tanımlarmış… “Ölümsüz Ağaç“ dermiş zeytin ağacına. İlyada Destanı’nda şair Homeros, zeytinin ölümsüzlüğünü şöyle anlatmış hatta: “Ben herkese aitim ve kimseye ait değilim, sen gelmeden önce de buradaydım, sen gittikten sonra da burada olacağım.”

Hani her fırsatta demokrasiden dem vururuz ya…

Yaptığı reformlarla Atina demokrasisinin temellerini attığı kabul edilen Solon'a aitmiş zeytin ağacının korunması için ilk çıkarılan kanunlar.

“Devlet malı veya özel mülkiyet farkı olmaksızın zeytin ağacını kesen veya deviren herkes mahkemede yargılanacaktır. Eğer suçlu bulunurlarsa idam edilmek suretiyle cezalandırılacaklardır.”

Helenistik çağda zeytin ağacı kutsalmış, ağacı kesenler ölümle cezalandırılır, iyi ihtimalle sürgüne gönderilirmiş…

Canımızı emanet ettiğimiz doktorlar var ya; onların yemininden bilirsiniz; Hipokrat, zeytinyağını şifa diye, deva diye önerirmiş.

Kâh soframızı zenginleştirmiş, kâh cildimizi güzelleştirmiş, saçımızdan tırnağımıza yüzyıllar boyu iyi gelmiş…

Ticarete de konu olmuş, Akdeniz tersaneleri özel gemiler için harıl harıl çalışmış…

Kutsal kitapların hepsinde yer bulmuş kendine, Nuh Peygamber, tufanın bittiğini gemisine bembeyaz bir güvercinin getirdiği zeytin dalından öğrenmiş…

Taaaa 2014 yılında yine buna benzer bir kanun tasarısı vardı. Kaç kez gelip gitti Meclis’e. 25 dekarın altındaki zeytinlik alanları, artık zeytinlik olmaktan çıkarabilme olanağı sunuyordu. Bu alanlara, enerji ve maden, doğal gaz, petrol işletmeleri gibi kimyevi madde salımı yapan tesislerin kurulabilmesinin önünü açıyordu. Bu sekizinci deneme.

Neredeyse hiç ithal etmediğimiz, üretiminde ve ihracatında dünya dördüncüsü olduğumuz bu "sıvı altın" için şimdilerde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından hazırlanan Maden Yönetmeliği'nde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik ile "elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin" zeytinlik alanlarına denk gelmesi durumunda "zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına…" bakanlık tarafından izin verilebileceği belirtiliyor.

Özetle zeytin değil altındaki madeni çıkaralım deniyor.

Pandemiden öğrenmedik mi hâlâ gıda güvenliğinin ne kadar önemli olduğunu?

Gıda fiyatlarını konuşmuyor muyuz her gün hararetle?

Dilimizden ayçiçek düşüyor mu?

Peki ya buğday?

Bugün bir başka içim yanıyor bu yazıyı yazarken. Neden mi? Çünkü beyaz adam hâlâ paranın yenmeyecek bir şey olmadığını anlamıyor. Ne diyor o meşhur Kızılderili sözü “Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde; beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.”

Bilmiyorum ki ne diyeyim?

Çek oradan bi buçuk ekmek arası kömür!

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mine Uzun Arşivi