Hariçten hiç gazel okuma kardeşim!!!

"Bir ulusun hayatıyla doğrudan doğruya ilgili olan ekonomisi, çöküşünün de yükselişinin de nedenidir. Zamanımız bir iktisat çağıdır. Kılıç kullanan kol yorulur ama saban kullanan kol yorulmaz, her gün daha çok güçlenir ve toprağına daha iyi sahip olur. Osmanlı İmparatorluğu her şeyden önce sabanın karşısında yenildi. Kılıçla zafer kazananlar er geç yerlerini sabanla zafer kazananlara bırakmak zorunda kalırlar. Ulusal egemenlik, iktisadî egemenlikle birleştirilmelidir yoksa kazanılan askerî ve siyasî başarılardan olumlu sonuçlar elde edilemez"  

Mustafa Kemal ATATÜRK (1923 İzmir İktisat Kongresi)  

Yazım bu haftalık bu kadar deyip bıraksam da bence anlatmak istediklerim çok net şekilde anlaşılmış olur. Ama yine de hadi gelin biraz açalım.

Her şeyden önce 100. yaşımızı kutlayacağımız Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına binlerce kere teşekkür, sonsuz bir saygı ve minnetle başlamak isterim yazıma.

EKONOMİK BAĞIMSIZLIK VURGUSU

Atatürk’ün 1923 yılında daha cumhuriyet bile kurulmadan İzmir İktisat Kongresindeki konuşmasından bir paragraf alıntıladım sizler için. Çünkü gerçekten de gerçek bağımsızlık demek ekonomik bağımsızlıktan geçiyor. Yaşadığımız her gün, bunu bir kez daha kanıtlarcasına doğuyor resmen. Büyük devlet olmak, güçlü devlet olmak dünyada söz sahibi olmak da ekonomik bağımsızlıktan geçiyor işte tam olarak.

Yoksa tüm dünyanın gözü önünde canlı yayında savaş izler miydik? Birleşmiş Milletler lal olur muydu? Amerikan başkanı işi gücü bırakıp ilk iş çocukların, bebeklerin, hastaların, yardıma muhtaç insanların, hastanenin üstüne bombalar yağdıran bir devletle kucaklaşmaya gider miydi?

Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Fransa, Almanya, İtalya ve İngiltere ortak açıklama yaparak bir kez daha İsrail'i ve İsrail'in meşru müdafaa hakkını desteklediğini açık açık dünyaya duyurur muydu?

Diğer yandan basında gördüğünüz pek çok ülkedeki protesto gösterileri o ülke vatandaşlarının bir kısmının protestosu…

Dikkat edin lütfen!!!

Devletlerin resmi ağızları ile aynı şeyleri söylemiyor onlar.

Bizim ülkemizde de benzer protestolar yapıldı. Durumun asla kabul edilemez olduğu vurgulandı. Camilerden hutbeler okutuldu, gıyabi cenaze namazları kılındı. Ama herhangi bir yaptırım, herhangi bir ilişki kesme vs gibi bir adım atılmadı. Ticari ilişkilerimiz de devam ediyor.

Türkiye, tıpkı Rusya – Ukrayna savaşında olduğu gibi İsrail ve Filistin arasında dengede olma gayretinde. Tarafları itidale davet eden bu tavrın da doğru olduğunu düşünüyorum.

Gelelim yazıma neden Büyük Atatürk’ün İzmir İktisat Kongresindeki sözlerinden alıntı ile başladığıma. Henüz cumhuriyet kurulmadan neden ekonomik bağımsızlıktan, üretimden bahsedildiğine…

İSRAİL NASIL KURULDU?

Çünkü İsrail devleti tam da adım adım böyle kurulup önce o toprakları yurt belledi. Ardından da dünya ticaret sahnesinin önemli bir aktörü oldu. Ve pek tabii siyasetinin de.

Birinci Dünya Savaşı'nın ardından bu topraklarda egemen olan İngilizler önce tarım alanları açtı. Bölgedeki nüfusu artırmak için gemilerle Yahudileri bu bölgeye getirdi akın akın... Tarım alanlarını çok önemsiyorlar çünkü insanı toprağa bağlamanın, yurt bilinci oluşturmanın, sahiplenmesini sağlamanın yolu bu. İşte, Tel Aviv'in temeli böyle atıldı.

2. Dünya Savaşı'nın ardından Arap - İsrail gerginlikleri giderek daha da şiddetlendi.

Derken Birleşmiş Milletler devreye girdi. Böylece tarih BM eliyle bir devlet kuruluşuna tanıklık etti. Acil kodlu toplantı ile Filistin ikiye bölündü. Bir taraf Arap, diğer taraf Yahudi toprağı olurken, Kudüs ise tarafsız bölge ilan edildi. Takvimler ise 29.11.1947'yi gösteriyordu.

(BM'nin bu kararı, Araplar kabul etmese de 13'e karsı 33 oy ile kabul edildi.)

14 Mayıs 1948'de İngilizler yönetimi Yahudilere devredip gitti. İngiliz bayrağı yerine İsrail bayrağı çekildi. Böylece, İsrail resmen kurulmuş oldu!

İsrail tam 30 senede kuruldu. 1918'de başlayan İsrail rüyası 1948'de gerçekleşti.

FİLİSTİN NE YAPTI, NE YAPMADI?

Bu süreçte Filistin ne mi yaptı?

Arap dünyasının arkasında duracağını sandı. Verimli topraklarını işlemedi. Üretmedi. İktisadi kalkınmanın peşinde koşmadı. Bilime sırtını döndü. Ekonomisi bugün ancak yardımlarla dönebiliyor.

14 Mayıs 1948'de İsrail devletinin kurulmasından sadece birkaç saat sonra 1. Arap - İsrail Savaşı başladı.

Arap Birliği, İsrail'e savaş açtı. Kral Abdullah Kudüs'e girdi. Ürdün kentin doğusunu ele geçirdi. İsrail ise güç bela Güney'de direndi.

ARAP BİRLİĞİ KAZANACAKKEN…

Ardından Arap Birliği’nin dağılışı geldi. Aslında savaşı birlik kazanmak üzereydi ama Mısır Kralı Faruk bile-isteye, neredeyse savaşı kaybetmek için elinden geleni yaptı. İngilizlere yakındı. Kendi ordusunu hezimete göz göre göre göndermişti. Bu ayan beyan ortaya çıkınca tahttan indirildi. Birliğin içi de karıştı.

Arap Birliği kendi içinde çatırdarken kazançlı çıkan İsrail oldu. Yenik başladığı savaştan masa başında topraklarını genişleterek çıktı.

Filistin'in %77'si artık 1948'de İsrail'indi. Sınırları belli olmadan kurulan yeni devlet, Arap devletleri sayesinde daha geniş toprakları sahiplendi.

Kudüs BM kontrolündeydi. Filistin - Lübnan, Filistin-Suriye sınırları, artık İsrail-Lübnan ve İsrail - Suriye sınırı olarak çizildi. Gazze kıyı Şeridi haline getirilip Mısır’a bırakıldı. Gazze'nin verimli kısmı ise İsrail'de kaldı. Filistinliler ise verimsiz Gazze'ye sıkıştı. 70.000 olan nüfus göçlerle 200.000'e çıktı.

1949'da İsrail, Kudüs’ü de aldı.

Öyle bir çırpıda yazılıyor ama tüm dünyanın gözünün içine baka baka, oya gibi işlendi İsrail Devletinin kuruluşu. Ve yine dünyanın gözünün içine baka baka bir halk daha yerlerini sabanla zafer kazananlara bırakmak zorunda kaldı.

Konu elbette çok hassas. Bugün de dün de o coğrafyada yaşanan bir insanlık dramı. Bu dramın önüne geçmek için elden gelen her şey yapılmalı.

Ama elden gelen; binlerce kilometre uzaktan “Gerekirse ben de savaşırım” naraları atıp o zaman arkadaşımız bilgilerinizi alacak denilince nereye kaçacağını bilemeyen sokak röportajındaki amca gibi olmak değil. Elden gelen; kolaları sokağa dökmek değil. Bu arada 1886’da üretilen cola da ABD menşeli. Çamaşır yıkama deterjanından, ata tohumundan vazgeçtiğimiz için sadece bir kere hasat alınabilen meyve sebzeyi ne yapacağız mesela değil mi?

Öyle hariçten gazel okuyarak olmuyor kardeşim…

ELDEN GELEN…

Elden gelen; geliyorsa tüketimden gelen gücünü kullanmak… Elden gelen; geliyorsa üretimden gelen gücünü kullanmak olmalı.

Umuyorum bir an önce barış ortamı sağlanır.

Bir kez daha altını çizmek isterim bu süreçte Türkiye’nin üstleneceği uzlaştırıcı rol tıpkı Rusya-Ukrayna örneğinde olduğu gibi son derecede önemli.

Pazar günü 29 Ekim.

Bu güzel Cumhuriyetimizin 100. yaşı…

Emek emek, yoktan kurulan bu Cumhuriyet sayesinde elde ettiğimiz kazanımlarımızın kıymetinin bilinmesi, aksi halde neler olabileceğinin, burnumuzun dibindeki örneklerle sabit olduğunun iyice anlaşılması dileklerimle.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mine Uzun Arşivi