Çilekeş yatırımcı

Yine bambaşka şeyler yazma niyetiyle kalktığım bir sabahta gündemin hışmına uğramış yorgun bir savaşçı gibi hissediyorum kendimi.

Saatler 14:30’u gösterdiğinde tam tamına 237 gün sonra hazırlanan 4.000 sayfayı bulan İBB operasyonu hakkındaki iddianameyi İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın açıklamasını bekliyorduk.

Açıklamada pek ilginç sayılabilecek bir detay yoktu ilk başlarda.

Ardından savcılığın, ayrıca hazırlanan iddianame kapsamında Yargıtay'a Cumhuriyet Halk Partisi'ne Anayasa'nın 69. maddesi kapsamında kapatma davası açılması yönünde bildirimde bulunduğu haberi düştü. Eminim elinde vileda sopası olan bir kısım gazeteci ve sağlıktan, hukuka, ekonomiden ulusal güvenliğe kadar her konudan “uzman” seviyesinde anlayan konukları akşam bağır çağır programlar yaptı, parmak salladı vs… Bu sebeple açmadım televizyonu.

Başsavcılık, "İlgili yazımızın konusu soruşturma kapsamında adı geçen partinin bir kısım mali usulsüzlüklerinin tespit edilmesi üzerine kanuni zorunluluk gereği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'na bildirimde bulunulmasından ibarettir" diyerek haberlerin "kapatma başvurusu” kısmını yalanladı.

Ancak, “ana muhalefet partisini kapatmak”tan söz etmeye, çok basit bir yerden bakalım.

Siyasi partiler, modern demokrasilerin omurgasıdır. Siyasi partilerin varlığı, her kesimin temsil edildiğini bilmesi için, kendini ait hissetmesi için, güvende hissetmesi için, yalnız olmadığını bilmesi için elzemdir. Hesap verilebilirlik, sorumluluk için gereklidir. Bu nedenle bir partinin kapatılması, her ülkede ciddi bir sorun yaratır.

Seversiniz, sevmezsiniz; oy verirsiniz, vermezsiniz ama CHP, Türkiye’nin kurucu partisi olması bakımından bu kalıpların çok daha ötesindedir. Böyle bir girişim, yalnızca bir siyasi aktöre değil, devletin kendi tarihsel hafızasına, genlerine, kuruluş felsefesine de terstir.

Hem kendi geçmişimizde hem pek çok başka ülkede benzer parti kapatma davalarını gördük. Kimi örneklerde hukuk yolu ile demokrasilerin korunduğunu ve hasarın çok daha az olduğunu gördük. (Almanya, İspanya gibi ülkeleri kastediyorum.) Kimilerinde ise demokrasiye müdahalenin sadece politik bir sorun değil, ekonomik refahı da doğrudan etkileyen bir faktör olduğuna tanıklık ettik. (Macaristan, Polonya örneklerinde olduğu gibi.)

Gencecik Cumhuriyetimizin, daha da genç demokrasisi buna benzer sınavlardan geçti. Türkiye’de parti kapatma davaları yeni değil.

Sonuçları ile incelendiğinde her kapatma dönemi ekonomik olarak belirsizlik yaratmıştır. Döviz artışı, sermaye kaçışı gözlenmiştir. Elimizde mumla yabancı yatırımcı aramışızdır. Risk primlerinde önemli artışlar gerçekleşmiştir. Bu borçlanma vadelerimizi de borçlanma limitlerimizi de borçlanmak için ödediğimiz faizi de olumsuz etkilemiştir.

Cumhuriyet Halk Partisi gibi Cumhuriyet’in kurucu partisinin kapatılması yönünde atılacak olası adımlar, sadece iç sorunumuz değil uluslararası itibarımızla ilgili de bir sorundur.

Ayrıca kapatma kararı yalnızca bir partinin hukuki olarak yok edilmesi anlamına gelmez, aynı zamanda o partinin destekçilerinin yok sayılması, yurttaş temsili, seçimlere katılımı ve dolayısıyla siyasal sistemin istikrarı üzerinde de ciddi etkiler yaratır. Hele ki bahsi geçen parti, hali hazırda ana muhalefet partisi iken, son yapılan yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkmış, halkın teveccühünü kazanmışken.

Uzunca bir zamandır tartışma konusu olan, hukukun üstünlüğü ve öngörülebilirlik, yatırımın temeli, yatırımcının güvencesiydi. Gerçek çözüm, partileri kapatmakta değil; demokrasiyi güçlendiren, hukukla korunan bir rekabet ortamı yaratmaktan geçmektedir.

Siyasal istikrar, demokrasinin temini ve hukukun üstünlüğü, yabancı ve yerli yatırımcıların kararlarını doğrudan etkiler. Yabancı yatırımcı gelip yatırım yapmak istemez, yerli de kalmak istemez.

Her sabah bugün nasıl bir gündeme uyanacağız endişesi, özellikle ekonomik olarak kırılganlık yaşayan Türkiye gibi bir ülkede çok daha zora sokucu olabilir.

Diğer yandan böylesi bir süreç döviz kurları üzerinde yukarı yönlü baskı yaratabilir. Ve her ne kadar Merkez Bankamızın rezervleri güçlenmiş olsa da vatandaşın döviz talebinin yeniden alevlenmesi, süreci ciddi sıkıntıya sokabilir. Bu olası senaryo da yabancı yatırımcının pozisyon kapatmasına, bu durumda yabancının da döviz talebine neden olabilir. Bu senaryoda Türk Lirasının olası değer kaybı maliyetleri arttırabilir, zaten çözmekte güçlük çektiğimiz enflasyonu bir tur daha yükseltebilir.

CHP kapatılırsa CHP’nin yönetiminde olan belediyelere ne olacak peki?

Yerel seçimlerde bu partiye oy vermiş yüzde 37,77 seçmenin oyu kadük mü olacak? Bütçe politikaları, yatırım planları, kamu-özel işbirlikleri, sürdürülmekte olan ya da planlanan projelere ne olacak?

Her şey ekonomi değil derseniz gelin bir de şu pencereden bakalım.

Son yapılan anketlerde yüzde 30’ların üzerinde oy alan bir partinin kapatılması halkın demokratik sürece güvenini zedeleyebilir, siyasi katılımı azaltabilir. Katılımın azalması, toplumsal meşruiyeti de sorgulatır hale getirmez mi? Peki ya uluslararası imajımız ne olacak? “Hukukun siyasallaştığı” ya da “muhalefete baskı olduğu” yönünde tepkiler yükselmez mi? Bu durum, toplum kesimleri arasındaki kutuplaşmanın derinleşmesine neden olmaz mı?

CHP’ye yönelik kapatma veya benzeri yaptırım, anlaşılacağı üzere yalnızca hukuki bir mesele değil; ekonomik ve sosyal yönleriyle Türkiye’nin demokratik ve kalkınma rotası açısından kritik bir dönemeçtir.

Öyle bir gelişme olması halinde son söz kuşkusuz Yargıtay’da.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mine Uzun Arşivi