Mine Uzun
HANİ BANA? HANİ BANA?
Küresel ekonominin nabzını son yıllarda belirleyen en kritik konulardan biri hiç kuşkusuz ticaret savaşları. Özellikle ABD’nin Çin’e tarifeleri artırma hamleleri, yalnızca iki ülke arasındaki rekabeti değil, tüm dünya ticaret dengelerini doğrudan etkiliyor.
Bu hamle, salt bir gümrük politikası değişikliğinden öte, uluslararası ekonomik düzenin yeniden şekillendiği bir döneme işaret ediyor.
ABD, son dönemde özellikle stratejik sektörlerde yerli üretimi korumak için yüksek vergiler ile caydırıcı olmayı seçiyor. Çelikten otomotive, elektronik ürünlerden tarım emtiasına kadar geniş bir yelpazede artırılan tarifeler, Amerikan ekonomisinin iç dinamiklerini koruma amacını taşıyor gibi görünse de, küresel tedarik zincirlerinin birbirine geçmiş yapısı düşünüldüğünde sonuçları çok daha yıpratıcı.
Dünya ticareti birbirinin içine girmiş durumda. Biri bir parçayı, diğeri başka bir parçayı üretiyor. Bir diğeri montajlıyor, öbürü paketliyor. Amerika da hani bana hani bana diyor… Dolayısıyla tarife artışları, yalnızca Çin’i ya da belirli bir ihracatçı ülkeyi değil, bu zincirin tamamını etkiliyor.
Çin cephesinde tablo daha ağır tabii. İmalat sektörü, altı aydır üst üste küçülme sinyalleri veriyor. Bu, hem içeride talebin zayıfladığını hem de dışarıdan gelen siparişlerin azaldığını gösteriyor. Bir zamanlar “dünyanın fabrikası” olarak tanımlanan Çin’in üretim gücünde görülen bu güç kaybı, yalnızca Çin’nin değil, küresel piyasaların da başını ağrıtıyor. Çünkü Çin’deki üretim daralması, hammadde ihracatçısından, lojistik firmasına, Avrupalı makine üreticisinden Afrika’daki tarım ürünleri tedarikçisine kadar çok geniş bir kesimi etkiliyor. Dedim ya hani bana hani bana durumu. Biri yakalamış, öbürü pişirmiş….
Burada kritik soru şu: Kim kazanacak? İlk bakışta ABD, yüksek tarifelerle kendi sanayisini dış rekabete karşı koruyabilir gibi. Ancak unutulmamalı ki yüksek maliyetler önünde sonunda tüketiciye yansıyor. Biz mesela alışkınız da, elin Amerikalısı bir araba alırken, iki tane de devlete almadığından anlamaz. Daha pahalı telefonla, gıdayla karşı karşıya kaldığında sonuçları olur.
Çin açısından da tablo pek parlak değil. Üretimdeki daralma, işsizliği artırma ve iç piyasada sosyal huzursuzluk yaratma riskini beraberinde getiriyor. Dahası, bu gerilim sadece ABD ve Çin’le sınırlı kalmayacak, küresel ticarette kartlar yeniden karılacak. Kim bilir belki dünyanın fabrikası başka bir yere taşınacak. Ekonominin doğası, boşluk kabul etmez. İ Bir yerde maliyet yükseliyorsa, başka bir yerde fırsat doğar. ABD ve Çin arasındaki bu bilek güreşi, kısa vadede piyasalara belirsizlik ve dalgalanma getirecek. Ancak uzun vadede, üretim ve ticaret haritalarını kökten değiştirecek..
Peki Türkiye?
İşte burada işin bize dokunan tarafı başlıyor. Ahhh be canım keşke yapsaydık o yapısal reformları. Bak top önümüzde sekecek. Çin’in imalat çarkları yavaşladığında, siparişlerin bir kısmı alternatif ülkelere kayabilir. Tekstil, otomotiv yan sanayi, beyaz eşya ve mobilya gibi sektörlerde Türkiye öne çıkma potansiyeline sahip. Avrupa’ya yakınlık, lojistik ve dinamik iş gücü avantajımız var. Tabii kullanabilirsek. Madalyonun öteki yüzü de var. Çin’in üretimi azalınca küresel hammadde fiyatları pahalanacak. Demir-çelikten petrokimyaya kadar birçok alanda Türkiye dışa bağımlı. Bu denli dışa bağımlılıkla belki de pahalı kalacak ve köşeyi Hindistana kaptıracak. Ha bir başka risk de Amerika niyetiyle yola çıkan Çin malları Avrupalı tüketiciyi cezbederse önemli bir ihracat pazarımızdan oluruz.
Sonunda hani bana hani bana diye sormak da var.