AYIP OLUYOR AMA

Türkiye’de enflasyon nesilden nesile aktarılan bir miras gibi. Yakamıza bir yapıştı, yıllardır inmiyor; tam iner gibi oluyor, “kurtulduk galiba” diyorsun omuzundan inip boynuna yapışıyor.

Meselenin bir de hayat pahalılığı kısmı var. Teknik olarak enflasyon ile hayat pahalılığı aynı şey değil ama özellikle bugünlerde zengin-fakir herkes hayat pahalılığından şikayetçi. Özellikle de hizmet sektöründen.

Enflasyon yüksek. Doğru. Maliyetler yüksek ve artmaya devam ediyor. Doğru ama fiyatlara bakıldığında bunun dışında bir sorun olduğu da ortada. Bu fiyatlar sadece maliyet artışı ile açıklanabilir durumda değil çünkü. Elbette işin bir de ticari ahlak kısmı var.

Yeme-içme sektöründeki arkadaşlar kusura bakmasınlar ama Türkiye’deki yemek fiyatları dünyanın en pahalısı olma iddiası ile yoluna devam ediyor. Birkaç ay öncesinde Türkiye’den İngiltere’ye giden ve Londra’da yaşamaya başlayan bir dostum da bunu teyit etti.

Son bir yılda kendi gittiğim şehirlerde ödediğim hesapları düşünüyorum da Paris ile İstanbul atbaşı koşar.

Geçtiğimiz günlerde çok sevdiğim kıymetli hocam Dr. Mahfi Eğilmez’in gündeme getirdiği toplumun büyük bir kısmının her konuda olduğu gibi bu konuyu da eğlenceye, magazine dökmesini bir kenara bırakarak tek sorunun sadece fiyatlar olmadığını, kullanılan malzemenin kalitesindeki bozulmayı ve satılan malın miktarındaki küçülmeyi de unutmamak lazım.

Ülkemizde geçtiğimiz günlerde asgari ücret yüzde 49 artış ile net aylık 17,002 TL’ye yükseltildi. Asgari ücret ile çalışan insanlar zamlı maaşlarını siz bu yazıyı okurken almış olacaklar. Ama fiyatlara bakıyorsun; asgari ücret açıklanır açıklanmaz her şeye yüzde 50 zam yapıldı. “Niye bu zam” diye soruyorsun, bir de yüzüne bakıp, sana “uzaylı mısın” diye bakan gözlerle asgari ücret arttı abla diyor. Canım kardeşim sen yanında çalıştırdığın insanın maaşını ödemedin ki daha… Ayrıca senin bütün maliyetin personel giderin mi?

Dört personel ile esnaf lokantası işleten de aynı cevabı veriyor, kendi işlettiği dükkanda tek başına çalışarak kuaförlük yapan da.

İki kişi ortalama bir esnaf lokantasında yediğin yemeğe verdiğin parayı birkaç yıl önce araba peşinatı olarak veriyorduk neredeyse.

Döviz artıyor, artış oranı bire bir fiyatlara yansıtılıyor, elektrik fiyatlarına zam yapılıyor aynı oranda zam fiyatlara, doğal gaz artıyor aynı oranda artış fiyatlarda. Kusura bakmasınlar ama hizmet sektörü hatta adını daha net koyayım yeme-içme sektörü pandemide yaşadığı zorlukları çok çabuk unutmuş gibi görünüyor.

Yüksek gelir düzeyine sahip insanlarda bile dışarıda yemek yeme alışkanlıklarında bir farklılaşma olduğunu kendi çevremde gözlemliyorum. İnsanlar artık kazıklandıklarını düşünüyorlar. Biri bana bir tabak makarnanın ya da salatanın nasıl 250 TL olduğunu anlatabilir mi? Bir tabak kelle paça 300-350 TL nasıl oluyor? Hadi bunları bir kenara koyalım, çay-kahve-su kaç para haberiniz var mı? Yahu aynı suyu ben marketten 5 TL’ye alıyorum sen bana adisyona 35 TL yazıyorsun. Yanlış anlıyorsun kardeşim; ben senin işletmene ortak değilim sadece müşterinim. Serpme kahvaltı (bir bitemedi o konsept de) fiyatlarına hiç değinmeyeceğim bile.

Söyleyeceğim şu; talepte bir yavaşlama var. Yavaşlama devam da edecek gibi görünüyor. Toplum bir anda sosyal medya üzerinden bir boykot için düğmeye basarsa yeme-içme sektörünü çok zor günler bekler. Ve üzgünüm olan yine o mekanlarda çalışan emekçi insanlara olur.

Diyeceksiniz ki, “Mine sen hiç bu ülkede bir şeyin boykot edildiğini gördün mü?” Görmedim ama o kadar çok görmediğim şeyi gördüm ki… Bu neden olmasın?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Mine Uzun Arşivi