Enflasyonla Mücadelenin Eksik Yönleri

TÜİK şubat ayı enflasyonunu aylık yüzde 4,53 yıllık ise yüzde 67,07 olarak açıklamıştı. Gelen veri asli görevi fiyat istikrarını sağlamak olan TCMB’nin haziran ayından beri politika faizinde artışa gitmesine rağmen enflasyon dizginleyemediğini ve fiyat istikrarından uzak kalındığını gösterdi. Avrupa ülkelerinin yıllık enflasyonunun üzerinde bir aylık enflasyon rakam ile karşı karşıya kalınması TCMB’den geçen hafta herkesi şaşırtan 500 baz puanlık bir faiz artış kararı gelmesine neden oldu. Aslında bu cesur kararın öncesindeki günlerde üst üste gelen ilave sıkılaştırma adımları faiz artışı beklentisini olabildiğince azaltmıştı. Bu kararın nedeni basın duyurusunda “enflasyon görünümündeki bozulma dikkate alındı” şeklinde açıklandı. Enflasyondaki artışta hizmet enflasyonundaki katılık, enflasyon beklentileri, jeopolitik riskler ve gıda fiyatları enflasyon baskılarını canlı tuttuğu ve fiyatlama davranışlarının öngörüler ile uyumunu ve ücret artışlarının enflasyon üzerindeki etkilerini yakından takip edildiği belirtildi. Ancak kurdaki yukarı yönlü ivmelenmeye rağmen önceki metindeki döviz kuru istikrarı ifadesinin çıkarılması ve döviz kuru piyasasındaki stresten bahsedilmemesi dikkat çekici oldu. Kurul ayrıca, operasyonel çerçevede değişikliğe giderek, Merkez Bankası gecelik vadede borçlanma ve borç verme oranlarının bir hafta vadeli repo ihale faiz oranına kıyasla -/+ 300 baz puanlık bir marj ile belirlenmesine karar verdi. Likidite gelişmeleri yakından takip edilerek, gerektiğinde sterilizasyon araçlarının etkin şekilde kullanılmasının sürdürüleceği belirtildi.

TCMB’nin seçim öncesi bu karar ile itibar kaybı yaşamamak ve “TCMB bağımsızlığını koruyor ve kendi yolunda ilerliyor” görünümü yaratma amacı taşıdı. Ancak göz ardı edilemeyecek önemli bir nokta var ki o da bu kararın yabancı kuruluşların 300- ile 500 baz puan faiz artışın talepleri sonrasında alınmış olması. Nitekim Bank of Amerika nisan ayı için bu beklentiye sahipken, Deutsche Bank mart ayı için 500 puanlık bir faiz artışı ihtimalini vurgulamıştı. Öte yandan kurul “aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı bir düşüş sağlanana ve enflasyon beklentileri öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar sıkı para politikası duruşu sürdürülecektir dese de” Bank of Amerika yıl sonuna kadar Türkiye’den 250 baz puanlık bir faiz indirimi bekliyor. Goldman Sachs ise bu faiz artırımının enflasyondaki artış ve Türk lirasındaki değer kaybına yönelik tek seferlik bir ayarlama olduğunu ve bir faiz artırım döngüsünün başlangıcı olmayacağını belirtti. Deutsche Bank de faiz artışının rezervler üzerindeki baskıyı azaltacağı yönünde doğru bir öngörüde bulundu. Zira 15 Mart haftası swap hariç net rezervler eksi 53,9 milyar dolardan eksi 59,7 milyar dolara yükselirken brüt rezervler ise 130,5 milyar dolardan 127,9 milyar dolara gerilemişti.

TCMB’nin bu kararı elbette ki tek başına enflasyonu önlemede yeterli olmayacak. Her ne kadar Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Sayın Yılmaz yılın ikinci yarısından itibaren enflasyonun düşeceğine yönelik öngörüde bulunarak alım gücünün de düzeleceğine ilişkin açıklamalar yapsalar da Birleşik Kamu-İş Konfedarasyonu Açlık-Yoksulluk Araştırması Mart 2024 sonuçlarına göre açlık sınırının 20 bin 98 liraya, yoksulluk sınırının ise 57 bin 280 liraya ulaştığı ülkemizde ücretlilerin ve emeklilerin ezilmediğini ifade etmek ikna edici olamıyor. Çünkü ücretler ve açlık sınırı arasındaki makas her geçen gün açılıyor. Nitekim ücretlerin yüksek enflasyon nedeniyle erimesinden dolayı kredi kartlarına yüklenilmesi ve bir de bu durumun yerel seçimlerin makro ekonomi politikasının değişmesine neden olacağı ve özellikle maliye politikası üzerinden tüketicilere gelecek baskı beklentisi ile birleşmesi kartlı ödemeleri artırdı. Şubat ayında kartlı ödemelerin 1 trilyon TL’yi aşması ve kredi kartı sayısının120,4 milyon, banka kartı sayısının 191,2 milyon ve ön ödemeli kart sayısının ise 91,8 milyona ulaşması bunun bir sonucu. Her ne kadar Sayın Şimşek seçim sonrası kamu gelirini artırmak amacıyla vergilerde olarak bir artış olmayacağını belirtse de maalesef bu beklenti kırılamıyor. Hal böyle olunca hem ekonomi politikası düzleminde hem de politikanın etkilediği kesim düzleminde bütünselliğin olmaması ekonomik aktörlerin iktisadi davranışları üzerinden olumsuz sonuçlara ortam hazırlıyor.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Serap Durusoy Arşivi