“Evsizlik, toplumsal bir sorun olması bakımından, tek başına bireylerin mücadele edebileceği bir mesele değil”

Rıdvan Karaman’ın yönettiği bol ödüllü “Kimsesizler Oteli”, hayattan yediği çalımlarla sokakta yaşamak zorunda kalan insanların hikâyelerini onların ağızdan anlatan çarpıcı bir belgesel. Halen MUBİ’de gösterimde olan filmle ilgili yönetmen Rıdvan Karaman’la konuştuk.

“Kimsesizler Oteli” belgeselinden önce sokakta yaşayan vatandaşlarla ilgili sizin deneyiminiz, tanıştığınız insanlar var mıydı?

Belgeseli yapmadan önce sokakta yaşayan insanlarla birebir pek temasım olduğunu söyleyemem. Yıllar içinde bazı kişilerle kısa konuşmalarım olmuştur ama bunlar daha ziyade günlük konularla ilgili şeylerdi diye hatırlıyorum. Derinlikli sohbetler ya da evsizlik meselesi üzerine konuşmalar değildi yani.

Belgesel fikri nasıl ortaya çıktı?

Öteden beri evsizler hakkındaki haberlere, yazılara, filmlere ilgi duyarım ancak başlangıçta evsizlerle ilgili bir belgesel yapma fikriyle yola çıkmadım. Zaten bu, çok kapsamlı ve hangi ucundan tutulacağı belirsiz bir konu olurdu. Belgesel fikri, kimsesizler otelini konu edinen bir haber sayesinde ortaya çıktı. Ankara’da evsizlerin kaldığı böyle bir otel olduğunu o haber sayesinde öğrenince konuya ilgi duydum. Çünkü böyle bir yerin en başta sembolik bir mekân olarak etkileyiciliği çok yüksek. Diğer yandan da çok sayıda evsizin bir arada bulunduğu bir yerde hayata ve insana dair yoğunlaşmış bir tecrübe olacağı düşüncesi bende böyle bir belgesel yapma isteği uyandırdı.

Sizinle konuşan, dertlerini açan, “sokağa nasıl düştüğünü” anlatan insanlar arasında, konuyu onlara açtığınızda, konuşmak istemeyenler oldu mu? Sonuçta filmde de izlediğimiz üzere bin bir çeşit hikâye var ve çoğu da mahreme girecek konular…

Öncelikle evsizlerden birinin “sokağa düşmek” tabiriyle ilgili belgeselde söylediği şekilde cevap vereyim: “Düşmek diye bir şey yok. Bu tecrübedir, düşmek değildir.” Buradan hareketle, “sokağa düşmek” yerine, “sokakta yaşama durumunda kalmak” ya da “evsiz olmak” ifadelerini kullanmanın daha uygun olabileceğini düşünüyorum. Konuşmak istemeyenlere gelince, tabii ki, hem de çok sayıda konuşmak istemeyen oldu. Belgeselde pek çok kişinin yer aldığını görünce, herkesin kendini ve iç dünyasını açmakta son derece istekli olduğu düşünülebilir belki ama en az onlar kadar da konuşmak istemeyen, hatta görüntülenmek bile istemeyen pek çok kişi vardı otelde. Zor bir dönemden geçen insanların, başkalarıyla iletişim kurmaya yanaşmamaları ya da böyle bir konunun öznesi olarak görünür olmak istememeleri son derece doğal. Herkesi anlayışla karşılamak gerekiyor. Evsizlik üzerine konuşulduğu zaman, ister istemez iş dönüp dolaşıp özel hayatla ilgili konulara da geliyor ama özel hayatla ilgili konularda hiçbir zaman ısrarcı olmadığımızı söyleyebilirim. Yani biri bir konuyu pek de açmak istemiyorsa hiçbir zaman o konunun üzerine gitmek gibi bir yol izlemedik. Sorgu yapmak değil, sohbet etmek gerekiyor çünkü. Ancak şu kadarını söyleyebilirim, bir insanı gerçekten dinlediğiniz zaman, size neler anlatabileceğine inanamazsınız.

Sizin belgesel için röportajlar yaparken “yanlış frekanstan olaya girme gibi” bir çekinceniz oldu mu?

Elbette. Hatta böyle bir belgeselde en zorlayıcı unsurun bu olduğunu söyleyebilirim. Çekimlere başlamadan önce yaklaşımımızın nasıl olması gerektiğine dair ekip olarak hem bazı araştırmalar yaptık hem de iletişim kurarken nasıl bir yol izlenmesi gerektiği üzerine çokça fikir alışverişinde bulunduk. Bunların yararı mutlaka olmuştur ama nasıl bir hazırlık yaparsanız yapın, iş yine yüz yüze baktığınız kişiyle kuracağınız ilişkinin samimiyetine kalıyor. Ben çekim yaparken, elimden geldiği kadar “çekim yapılıyor” hissini ve gerginliğini ortadan kaldırmaya çabalarım. Buna ek olarak konuşulan kişilerle de mümkün olduğunca aynı düzlemde hareket edildiği zaman samimi bir temas kurma imkânı ortaya çıkıyor.

Muhtemelen çok fazla kişiyi dinlemişsinizdir ama sizin aklınızda kalan belgeselde çeşitli sebepler nedeniyle kullanmak istemediğiniz hikâyeler var mı? Paylaşmak ister misiniz? 

Size anlatabileceğim önemde bir şey olsa, muhtemelen belgeselde de yer alırdı. En ilgi çekici hikâyeler zaten belgeselde var.

Neresinden bakarsak bakalım “Kimsesizler Oteli” dramatik bir konuyu ve trajik insanları konu ediniyor. Filmdeki kişilerden çoğu “sokağa düşme” sebebini kimsesizliğe, yalnızlığa ve en çok da bir ailelerinin olmayışıyla ilişkilendiriyor ama suçu kendinde bulanlar da var. Ve sanki artık olay “kadere” bağlanmış, “bugün varız, yarın yokuz”a dönmüş gibi… Doğru mu anlamışım?

Suçu kendilerinde bulmaları için ortada bir suç olması gerekir. Ben ortada bir suç olduğunu düşünmüyorum. Eğer belgeseldeki kişilerin, sağduyu sahibi pek çok insanın bile sahip olduğunu kolay kolay iddia edemeyeceği bir iç görüyle yaşadıklarının sorumluluğunu üstlenmelerini, siz “suçu kendinde bulmak” olarak yorumluyorsanız, bu da elbette bir yorumdur ama ben yaptıkları şeyi daha ziyade hayatla ilgili gerçeklerle cesurca yüzleşebilme iradesi olarak görüyorum. Bu yüzleşme iradesinin altında da sokakta yaşadıkları sürede karşılaştıkları çoğu insanın onlara bir tür acıma duygusuyla yaklaşmalarının yattığını düşünüyorum. Kendi hayatında her şey yolundayken, sokakta yaşayacak duruma gelmiş birine acıma, akıl verme, yol gösterme hakkını kendinde bulan insanlara karşı, kendi hayatını objektif bir biçimde değerlendirebilecek konumda olduğunu göstermenin, takınılacak en onurlu tavırlardan biri olduğu kanaatindeyim. Bir insanın sokakta yaşama durumunda kalmasının sebebi olarak görülebilecek pek çok şey olabilir ve biz de bunlara bakıp, işte sebep bu, şöyle olmasaydı böyle olmazdı deyip duruma açıklama getirerek, içimizdeki güvensizlik hissini bastırma yoluna gidebiliriz ama sanırım hayat düşündüğümüzden daha karmaşık. Bazen yoksul bir ailede doğarsınız, bazen kötü bir ortamda yaşarsınız, bazen yanlış insanlarla karşılaşırsınız, bazen şansınız yaver gitmez, desteden kötü bir kart çekersiniz. Çivisi çıkmış bile değil, hiçbir zaman çivisi tutmamış bir dünyada yaşıyoruz. O yüzden hayattan yüz çevirmiş insanları kaderci olarak görmek yerine, onları anlamaya çalışmalıyız diye düşünüyorum. “Bugün varız, yarın yokuz” kısmına gelince, evet doğru, hayattaki her şey bununla ilgili zaten, çünkü bugün varız yarın yokuz.

Yanılmıyorsam “Kimsesizler Oteli”, Ankara Valiliği’nin sokakta yaşayan vatandaşlara kışı geçirmeleri için 2018 Ocak ayında başlayıp yine aynı yılın Mayıs ayına kadar bir otel tahsis etme projesi değil mi? Güzel bir niyet fakat devamının gelmemesi insanın aklında şöyle bir soru işareti bırakıyor: “Kışı burada geçirsinler, yazın nasıl olsa yatacak bir yer bulurlar.” Siz neler söylemek istersiniz bu konuda?

Sadece tek bir yıla özgü bir uygulama değil, her yıl yapılıyor bildiğim kadarıyla. Valilik bir otel kiralıyor, yılın en soğuk zamanlarında evsizler bu otele yerleştiriliyor ve otel bu süre zarfında dışarıdan başka müşteri kabul etmiyor, yani normalde herkese açık olarak hizmet veren bir otel, yılın belli bir döneminde kimsesizler oteli haline geliyor. Proje geçici, evet, ya da havaların en soğuk olduğu aylarla sınırlı diyebiliriz. Ancak bu otel, yılın tamamında hizmet verse de evsizlik sorunu için kalıcı bir çözüm olabilir mi emin değilim. Evsizleri barındırmak işin bir tarafı ve özellikle de kış günlerinde, sokakta yaşayan insanların donma riskiyle karşı karşıya kaldıkları zamanlarda belki de en aciliyet taşıyan tarafı, doğru, ancak işin daha önemli tarafı, en başta evsizlik sorununa yol açan şartları ortadan kaldıracak ve halihazırda evsiz olanlara kendilerine bir hayat kurabilecekleri imkanları sağlayacak çalışmaların yapılması. Yani psikolojik ve sosyolojik olarak sorunun temellerine inerek kapsamlı ve kalıcı bir çözüm arayışına girilmedikçe, yapılan her türlü uygulama elbette evsizler için geçici bir rahatlama yaratabilir ama sorunun tümüyle ortadan kalkmasını sağlaması zor.

“Kimsesizler Oteli” filminiz birçok ödül aldı. Epey konuşuldu. Şimdi MUBİ’de gösterimde. Filmi izliyoruz, şaşırıyoruz, üzülüyoruz, belki “İyi olmuş, o da yapmasaymış,” diyoruz. Sonra bilgisayarımızı kapatıp uyuyoruz ya da her neyse. Ve sokakta yaşayan birini gördüğümüzde göz ucuyla bir bakış atıp yola devam ediyoruz. Siz bu durumu nasıl anlamlandırırsınız?

Açıkçası benim “İyi olmuş, o da yapmasaymış” dediğim hiç olmadı. Herhangi birinin, yaptığı herhangi bir şey sonucunda günlerce aç kalmasını ve sokaklarda uyumasını haklı çıkartacak herhangi bir gerekçe olabileceğini sanmıyorum. Rahatsız edici olan şey, ortada böyle bir sorun var, bu sorunla boğuşmak zorunda olan insanlar var, bu insanlar bir yaşam mücadelesi veriyorlar ve biz de tıpkı yolda gördüğümüz bir evsize bakıp geçtiğimiz gibi, evsizler hakkında bir belgeseli de izleyip geçiyoruz hissiyse, göz ucuyla bakıp geçmemek ve bilgisayarı kapatıp uyumamak da seçenekler arasında ama bunlar biraz zahmetli işler. Eğer bakıp geçmeye ya da bilgisayarı kapatıp uyumaya yüklediğiniz anlam, yolunda gitmeyen şeyleri görmezden gelerek hayata devam etmek gibi olumsuz bir yere işaret ediyorsa, bence bu tutumların olumsuz olduklarını vurgulamak ve ardından hayata devam etmek de hemen hemen aynı kapıya çıkıyor. Sadece ikincisi insanın vicdanını rahatlatmasını sağlıyor, o kadar. Evsizlik, toplumsal bir sorun olması bakımından, tek başına bireylerin mücadele edebileceği bir mesele değil. O yüzden bakıp geçmek zorunda kalıyorsak bile, en azından gördüklerimizi unutmayalım yeter.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Burak Soyer Arşivi