İ. Bülent Çelik

İ. Bülent Çelik

Bay Kemal Neden Önemli?

Bir parti için Meclis’te grup kurmak öyle ‘olmasa da olur’ bir şey değil.

Grup kurmak, bir partinin, neredeyse 'Meclis’teki varlığının tescili demek!

Anayasa ve tüzük, partiyi değil grubu muhatap alıyor.

Bir parti en az 20 milletvekiline sahip ise grup kurabiliyor!
Farklı partilerden 20’yi tamamlamanın da bir anlamı yok. Milletvekilleri aynı partinin üyeleri olmak zorunda.

Anlatmıştık!
Yavrum, Erkan Mumcu!
ANAP’ın mevcudiyetinin kendi başkanlığına düşen bölümünde az cebelleşmemişti bu grup meselesiyle!
Tam 20’yi bulur, biri istifa eder, tam yirmiyi bulur, biri kalpten gider, tam yirmiyi bulur diğeri trafik kazasında hayatını kaybeder!
Kurdeşen dökmüştü gariban!

Peki Grup kurmak ne sağlıyor?
Mesela, parti başkanı için Meclis’te şahane bir makam odası sağlıyor.

Meclis komisyonlarında temsil edilme hakkı sağlıyor.

Meclis Başkan Vekilliği koltuklarından birine oturma hakkı sağlıyor.

Danışma Kurulunda temsil hakkı, Meclis görüşmelerinde gündem dışı konuşma hakkı, kürsüde, grubu olmayan partilerin milletvekillerine göre iki katı konuşma hakkı, çeşitli konuları oylamaya sunma hakkı, Mecliste yazılı genel görüşme önerisi verme hakkı, grup toplantısı hakkı, grup toplantılarının TBMM televizyonunda yayınlanması hakkı ve dolayısıyla vatandaşa ekranlardan daha sık görülme olanağı sağlıyor..
Bunların yanında “100 bin onayı” gerekmeksizin Cumhurbaşkanı adayı belirleme hakkı da kazanmış oluyor.

Daha ne olsun?

Gelelim asıl meseleye.

CHP listelerinden seçimlere giren partilerden, DEVA Partisi: 15, Gelecek Partisi: 10 ve Saadet Partisi: 10 olmak üzere, 35 milletvekiline sahip oldu. Haliyle bu üç partiden hiçbiri kendi başına grup kurma sayısına erişemedi.

Dediler ki bir araya gelelim, voltranı oluşturalım, bitsin gitsin…
Oturdular, görüştüler, konuştular..

“Oluyor!” dediler,
“Olacak!” dediler,

“Az kaldı!” dediler..

Sonra bir sabah “Olmuyor!” deyip dağıldılar!

Halbuki bu üç parti de aynı kökten geliyor.
Saadet, içinden AKP’yi yaratmış, AKP’de içinden DEVA ve Gelecek Partisini yaratmış..

Tüzüklerini inceleseniz pek bir fark göremezsiniz!

Ama Mecliste grup kurmak için bir araya gelmekte anlaşamadılar

Halbuki üçünün de genetik yapıları aynı!...

Birleşemediler!..

Oysa Kılıçdaroğlu hem bu “muhafazakarları” hem “milliyetçileri” hem “ortayolcuları” hem de envai çeşit “solcuları” bir araya getirip, AKP’nin bütün seçim entrikalarına rağmen %48 oy aldı

Az daha seçimi alıyordu!.

Bilse bu kadar çok seçmenleri olduğunu mültecileri de ekibe katmanın bir yolunu bulurdu ama o kadarını bilemedi işte!..

Şimdi anladınız mı Kılıçdaroğlu’nun kerametini?



Merdan Yanardağ neden tutuklandı?

Program yayınlandı. Bir hafta geçti.

Altı gün beklendi!
Gözaltı tam da Arefe gününün öncesi akşamına denk getirildi.

Sonra ertesi gün Sayın Savcı, niyeyse, yarım gün resmi mesaisi olan Arefe gününün, yarım gün tercihini “günün öğleden sonraki yarısı” olarak kullandı ve öğleden sonra bir buçukta ifade almaya geldi.

Akşama doğru tutuklanma kararını açıkladı.
İtiraza zaman kalmadı.

İtiraz bayram tatili sonrasına kaldı!

Böylece Merdan Yanardağ’ın -ceza alsa bile yatarı olmayan bir suçu işledigi iddiası ile- bayramı Silivri cezaevinde geçirmesi sağlandı ve hesapta, cezasına buhur eklenmiş oldu.

Nasıl ama, çok “zekice” değil mi?

Hani bir de, içeride tuvalet temizlerken filan bir fotoğrafını montajlayıp halledebilseler tadından yenmeyecek!

… 

Demek istiyorlar ki, "bunu yarın size de yapabiliriz.

Konuşmalarınızı kırparak, seçimde Kılıçdaroğlu'na, şimdi Merdan'a yaptığımız gibi söylediklerinizin tam tersi ifadeler yaratıp sizi de böyle içeri alabiliriz." diyorlar.

 "Bu konuda hiçbir etik kaygımız, hiçbir itikadi nasımız, hiçbir vicdani hassasiyetimiz yok, Reyiz yolu açtı!" diyorlar!

Bunu Türkiye'nin en az yüzde yetmişine söylüyorlar.

Evet, kimse sesini çıkarmaz, herkes sırasını beklerse belki bir süre, ufak ufak böyle şeyler yapabilirler.

Ama hatırlatalım!

Bu tür “zeki”ce atraksiyonları yapan bir zamanların zırhlı mercedesli savcıları, şimdi Türkiye’yi çok özlediklerinde ancak Midilli adasından, Palios’tan, Ayvalık sahillerini seyrederek avunuyorlar.

Adalet, bugün bana, yarın sana!
Tam bu noktada şu güzel darb-ı meselimizi hatırlatmak isterim:

“Kes bir döner, saf döner,

Gün gelir Asaf döner!

Anladınız siz onu!

Ferdinand
Ben her kurban bayramında Ferdinand’ı hatırlarım.

Kurban olmaya direnen ve kazanan Ferdinand’ı!

Kurban Bayramı bize bayram da, bir de kesilecek hayvanlara sorun.

Üstelik,  her şeyin farkında olan ama çoğu kez ellerinden birşey gelmeyen zavallı kurbanlık hayvanlara!.

Farkında olmasalar, anlamasalar öyle ölümüne kaçmaya kalkarlar mı?


Bir zamanlar Beşiktaş forması giyen ve bir sezonda 16 gol atarak gönülleri kazanan İngiliz, siyahi oyuncuya, sahadaki gücünden dolayı “Kara boğa” lakabını takmıştı seyirci.

İkizdere Hayvan Pazarından kaçıp, Rize sahilinden denize atlayarak Sürmene’ye kadar yüzen ineğe de, bu inatçı direncinden ve renginden dolayı ‘Les Ferdinand’ın adı verildi.

Rize’den Sürmene’ye kadar 23 kilometreyi üç günde yüzen Ferdinand, zaman zaman yorulup sahile çıktı. Ancak kendisine doğru gelen insanları görünce, allaha sığınır gibi tekrar denize sığındı.

Bayramın dördüncü günüydü.
Ünlü olmuştu ama günlerce tuzlu suda kalmaktan diş etleri çekilmiş, dişleri dökülmüştü.

Açtı. Bitkin bir halde Sürmene açıklarında, Sahil Güvenlik tarafından derdest edildi.

Ancak Kara Şimşek (Orjinal adı buydu) bu kez şanslıydı. 
Ününü duyan Haluk Levent tarafından Of’lu sahiplerinden satın alınarak sahiplenildi.

Haluk Levent, Ferdinand’ın önce dişlerini yaptırdı.
Sonra da İzmir Kemalpaşa’da çiftlik hayvanları barınağına, eceliyle ölene kadar masraflarını karşılamak üzere teslim etti.
her İzmir’e gidişinde de Ferdinand’ı ziyareti ihmal etmedi.

Ben her kurban bayramında Ferdinand’ı hatırlarım.

Kurban olmaya direnen ve kazanan Ferdinand’ı!

Ferdinand, önce oynanan oyunu farketti.

Kesileceğini anladı.
İplerini kopardı!
Sonra her şeyi göze alarak 5 metrelik bir duvardan atladı.
Ardından dere boyunca koşarak denize ulaştı.
Dört gün boyunca Karadeniz’de kilometrelerce yüzdü.

Ferdinand bıçağa teslim olmadı, direndi, şansını yarattı ve ödülünü aldı.
Şimd İzmir, Kemalpaşa’da mutlu mesut yaşıyor. .
Üstelik bir de oğlu var.
Oğlunun adını da ‘Ferdi’ koydular.

2018’den beri, her kurban bayramında Ferdinand’ı hatırlarım.
Yanlış anlamayın ama Ferdinand benim nezdimde basit bir inek değil!

Ferdinand, hem ‘direncin zaferinin’ sembolü.
Hem de “inektir, ne anlar”ın net yanıtı!


Kesime gittiğimizi inek kadar anlayabilsek var ya!

Önceki ve Sonraki Yazılar
İ. Bülent Çelik Arşivi