KİTAPLARIM ZEYTİNCİ DEDEME BİR KEFARET

Yazdığı üç romanda da mutlaka zeytin ağacına yer veren Zeynep Göğüş, ailesinin 1927’de Rumeli’den göçtükten sonra Gemlik’te zeytinyağı ve sabun imalathanesi açtığını ancak dedesinin ölümünden sonra zeytinlikleri ihmal ettiğini, kitaplarının da bunun bir tür kefareti olduğunu söylüyor.

Türkiye'de 1 Mart'ta Resmi Gazete'de yayımlanan yeni bir yönetmelikle zeytinliklerin maden projelerine açılacağı duyuruldu. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından hazırlanan Maden yönetmeliği'nde değişiklik yapılmasına dair kararla; elektrik ihtiyacını karşılamak üzere yürütülen madencilik faaliyetlerinin zeytinlik alanlarına denk gelmesi durumunda zeytin sahasının madencilik faaliyeti yürütülecek kısmının taşınmasına Bakanlık tarafından izin verileceği ortaya çıktı. Özetle madenler için zeytin ağaçlarının kesilmesi karara bağlandı.

Dönemin muktedirleri asırlardır bu topraklarda yaşayan, aşımız, işimiz, bereketimiz olan zeytinleri hunharca kesmeye hazırlanıyor. Kökleri toprağın derinliklerine uzanan, kutsal kabul edilen, mitolojiye kaynaklık eden zeytin ağaçları için bir grup aydın seslerini duyurmaya, kararın Danıştay’dan dönmesi için eylemler yapmaya devam ediyor. Bu hafta biz de zeytin ağacının edebiyattaki izini sürüyoruz. Gazeteci, yazar Zeynep Göğüş ‘Zeytin Kuşu’ isimli kitabında köylerde madenler için katledilen zeytin ağaçlarını, kentlerde ise kentsel dönüşüme karşı başlayan direnişin öyküsünü anlatıyor. Attila İlhan’ın Mızıkacı Çocuk şiirindeki yeşil atkısı direnişin simgesi haline geliyor. Göğüş ancak köyde ve kentte birlikte başlayacak bir direnişle yaşam alanlarımızı savunabileceğimizi belirtiyor.

Aykan ana sayfada zeytin ağacı ve zeytin kuşunu kullanacağız. Bunun için giriş yazısının üstünde ya da sayfa düzeninde ona uygun bir alanda kuşla ilgili bu bölümü paylaşalım. Kuş görseli bu kutunun içinde de olabilir.

ZEYTİN AĞACINI DİKEN KUŞ

Kitaba adını veren zeytin kuşu; simsiyah tüyleri, turuncu gagasıyla zeytin ağacının toprakta çimlenip büyümesini sağlayan bir kuş. Karabakal veya kara tavuk olarak da adlandırılan kuş, zeytini diken kuş olarak da biliniyor. Çünkü zeytin meyvesini çok seviyor. Etli kısmını yiyip dışkıyla çekirdeğini çıkarıyor. Sindirim sırasında kuşun kursağında incelip, yumuşayan çekirdek toprağa düştüğünde çimleniyor. Çimlenen çekirdek büyüyerek zeytin ağacına dönüşüyor.

Türkiye'de yayımlanan yeni bir yönetmelikle zeytinliklerin maden projelerine açılması kararlaştırıldı. Oysa Türkiye'de 1939 yılında hayata geçen ve "Zeytincilik Kanunu" olarak bilinen bir yasa hâlâ yürürlükte. Siz bu kararı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Vahşet olarak görüyorum. İnsanlığa ve doğaya karşı suç işleniyor. Ağaçları söküp başka yere dikmek insanları zorunlu göçe zorlamak gibi, farklı değil! Ekosistemi taşıyabilir misiniz? Bu pek mümkün değil ama zaten eskiden beri uğraşıyorlar. Daha önceki yasada da birtakım açıklar bularak hayati dedikleri nedenlerle imara açma gibi birtakım tehditler vardı. Son yönetmelik bardağı taşıran damla oldu. İklim krizinin olduğu bir dünyada böyle kararları nasıl alabiliyorlar? Şimdi elektrikle ilgili bir sorun yaşanıyor, sistemi düzeltmek yerine palyatif çözümlere gidip doğayı yok etmeye kalkıyorlar. İnanılır gibi değil! Danıştay’dan döner diye umuyoruz.

DİRENİŞİN SİMGESİ ATTİLA İLHAN’IN YEŞİL ATKI VE ÇOCUK ŞİİRİ’NDEN

‘Zeytin Kuşu’ kitabınızı 2019 yılında yazmıştınız. Son kitabınız ‘Yok Çünkü Telafisi’. Konu zeytin ağaçları olunca söyleşide Zeytin Kuşu kitabınıza ağırlık verelim istedim. Kitabınız adeta bugünü anlatıyor. Köyde ve kentte bir direniş var. O direnişin öyküsü nedir?

Edebiyatın önsezisi diye bir şey var. Sezgilerime dayanarak yazdım, ama bu sorun zaten yaşanıyordu. Bu yönetmelikle sorunlar dışa yansıdı.  Romanda köy ve kent bir arada hareket ederse ancak sorunların çözülebileceğini düşündüm. Direnişin simgesi romanda Attilla İlhan’ın ‘Mızıkacı Çocuk’ şiirinden yola çıkarak yeşil bir atkı. Köyde direnenler bu yeşil atkıyı takıyor, kentteki direnişte de yeşil atkılılar var. O bölümün sonunda köyde gençler şiirin bestelenmiş halini söylerken izleyen bölüm kentte yeşil atkılı göstericilerle başlıyor. Sinematografik bir kurgu düşündüm. Sadece doğa katliamı değil kentsel mekânda da müşterek alanlarımız yok ediliyor. Devletin ceberutluğunu hissediyoruz. Kentle köy arasında bağ kurmak istedim.

Roman yazmaya başlarken önce bir meselem oluyor. Zeytin Kuşu’nun meselesi iki taraflıydı. Zeytin pek çok sanatçının ele aldığı bir konu. Sanat ve zeytini birleştiren ve sorunları ortaya koyan bir şey yapmak istedim. Toplumsal gerçekçi bir roman mı? Tuhaf gelebilir ama değil. Nesnel bir dış gerçekçilik var, ama ona eşlik eden, bireylerin iç gerçeklikleri var. Birey ve bireyin dertleri söz konusu. Bu yüzden tam olarak toplumsal gerçekçi diyemeyiz.

Bu bölüm yazının devamında gelmeli. Yazarın üstteki konuşmasıyla bağlantılı.  Kutuda mutlaka Attila İlhan fotoğrafı da kullanalım

MIZIKACI ÇOCUK

Boynuna o yeşil fuları sarma çocuk
Gece trenlerine binme kaybolursun
Sokaklarda mızıka çalma çocuk
Vurulursun
Korkusu kalmış içimizde terkedilmiş çocukların
Yitik yüzlü fotoğraflar duruyor siyah-beyaz
Kırık bir vazo masanın ortasında
Yıkık dökük odada
Susuz ve çiçeksiz

ATİLLA İLHAN

“ZETA ZEYTİN AĞACININ KENDİSİ”

Kitabınızın kahramanı Zeta. Zeta’nın adının anlamı nedir?

Yunan alfabesinin ilk dört harfi; alfa, beta, gama ve zeta’dır. Öküz, ev, deve ve zeytin. Zeta zeytini temsil ediyor. Arapçada Zai, giderek bizim dilimizde zeytine dönüşüyor. Zeta kişilik olarak zeytin ağacıyla özdeşleşen bir karakter. İsmiyle güzel özdeşleşti. Kökleri, dallarına konan kuşları, kabuğu… Kuşlar özgürlük anlayışını temsil ediyor. Zeta zeytin ağacının kendisi aslında.

Atı Zencefil’in sırtında kesilen zeytin ağaçlarının olduğu bölgeye gidiyor Zeta. Büyülü bir sahne. İnsan okurken de gözünde canlandırıyor. Kızıl saçlı, güçlü ama bir o kadar da duygusal bir kadını resmediyorsunuz. Mülkiyete de karşı. “Mülkiyet, müştereklere tehdittir” diyor. Anarşist aslında.

Barışçıl, doğayla bütünleşmiş bir yaşam felsefesi var Zeta’nın. Mülkiyete karşı çıkıp ortak yaşam alanlarını savunduğu için onu doğayla barış içinde yaşamayı seçme  anlamında anarşist olarak düşünebiliriz. Felsefe de okuduğu için bu işlerin derinine de inen biri.

“KADINLAR ERİL DİLDEN MUAF DEĞİL!”

Kitabınızda anne-oğul ilişkisini de okuyoruz. Oğlu Bulut’la birbirlerinin sınırlarına girmeyen, sessiz ve derinden bir ilişkileri var. Baskın bir anne Zeta, kararlarından taviz vermiyor.  Oğlu üzerinde nasıl bir etkisi var?

Zeta oğlunun ilerisinde bir anne. Nazım’ın şiirindeki gibi değil “Ben doğmamış çocuğumdan geriyim” demiyor. Fakat romanın gelişiminde görüyoruz ki oğlu adım adım giderek bir yerde annesiyle birleşiyor. Hatta belki daha da ileriye gidecek. Zeta’nın kocası yok, oğlunu kendi başına yetiştirmek zorunda kalıyor. Sorunlar da yaşıyor. Eril bir ortamda yaşadığımız için erkek çocuğunun anneye bakışı kızlardan farklı. Bundan da etkileniyor ister istemez. Romanın bir bölümünü Zeta’nın ağzından, bir bölümünü Bulut’un ağzından dinliyoruz. İnsan yazarken bunu fark etmiyor ama sonra baktığımda Zeta’nın yazdığı bölümler daha dişil, daha romantik. Bulut’a geçtiğimizde daha eril bir dil görüyoruz. Kitabın sonunda anne ve oğlun dilleri birbirine karıştı, ikisi iç içe geçti. Bir tür eril ve dişil arasındaki geçirgenliği göstermek istedim. Yaşadığımız toplumda da aynısı oluyor. Kadın olarak eril dilden ne kadar özen göstersek de muaf olamıyoruz. Geçirgenlik giderek artacak diye düşünüyorum. Bu geçirgenliğin önemli bir taşıyıcısı da dil olacak.

Zeta kadının doğurganlığı üzerinden ona birtakım kimlikler atfedilmesine de karşı çıkıyor.

Evet, kadına yüklenen kimliklere karşı çıkıyor. Feminist bakış açısıyla yazılmış bir roman Zeytin Kuşu. Kadına yüklenen birtakım özelliklere; fedakârlık, analık üzerinden kadını dar alanda tanımlayarak yüceltme fikrine Zeta karşı çıkıyor.

“AİLEM ZEYTİNCİYDİ”

Zeytin ağacının sizde, aile köklerinize uzanan özel bir anlamı var mı? Çünkü Işık Ülkesinden kitabınızda Veli Ağa zeytin işine giriyordu ve zeytinyağı üretiyordu. Son kitabınız Yok Çünkü Telafisi’nde de zeytin dalına rastladım. Sizin için özel bir anlamı var mı zeytin ağacının?

Bugünkü varlığımı zeytin ağaçlarına borçluyum diyebilirim. Ailem zeytinciydi. 1927’de Rumeli’den göçtükten sonra Gemlik’te zeytinyağı, sabun imalathanesi kuruyorlar. Kitaplarımla bir tür kefaret ödediğimi söyleyebilirim. Zeytinlikler dedemin kaybından sonra ihmal edildi. Şimdi sanırım Zeytin Kuşu gerçek oluyor, oğlum ilgileniyor zeytinlikle. 2019’da kitabı yazdığımda aklımda olan bir şey değildi ama 2022’de böyle oldu.

Zeytin ağaçlarının konuşmalarına şahit oluyoruz. Onların dilini Kör Ayşe, Zeta ve ağaçlara kulak verenler biliyor. Kökleri sökülen ağaçlar adeta çığlık atıyor. Orayı şantiye alanına çevirmek isteyen de sanat dostu olarak tanınan bir koleksiyoner. Hatta sanatçıların geri dönüştürülmüş eserlerini topluyor. Oradaki riyakârlığı da bize gösteriyorsunuz. Sanatı, koleksiyonerleri, sanatçıların piyasaya ayak uydurmasını, ona boyun eğmesini eleştiriyorsunuz.

Sanat dünyasını izleyen biri olarak nerede, ne yanlış yapılıyor diye düşünüyorum. Karakterlerden birinin koleksiyoner olması tesadüf değil. Sanata yatırım yapan insanlar sanat piyasasını düzeltebilme imkânına sahipler fakat Türkiye’de kendini geliştiren koleksiyoner o kadar az ki… Daha çok onda var bende de olsun diye ilerleyen bir ilişkiler sistemi oluşmuş. Fuar açılışları, instagram paylaşımları, kimse görmüyor geri planda neler olduğunu. Koleksiyonerler eserlere düşük fiyatlar verebiliyor. Sanatçının kazancı ne, belirsiz. Müzayedeler çıktı şimdi. Sanatçının kendi koymadığı fiyat üzerinden eserlere değer biçiliyor. Hatta müzayedeler galerilerin yerini almaya başladı. Sanatçılar müzayedeler için ister istemez iş üretir hale geldi. Sanat dünyasının özeleştiri yapması lazım. Zeytin Kuşu kitabımda karakterlerin sanatçı olması üzerinden bu eleştiri devreye giriyor.

HUXLEY: RESİM YAPMA YETENEĞİN OLSAYDI

BİRKAÇ YILIMI ZEYTİN AĞAÇLARINA ADARDIM

Kitabınızın başında Aldous Huxley’in çok güzel bir sözüne yer veriyorsunuz. “Yeterince zamanım ve resim yapma yeteneğim olsaydı, birkaç yılımı sadece zeytin ağaçlarının resmini yapmaya adardım; bir tek konu üzerine bu ne çeşit zenginliği!” diyor. Siz de onun bu öğüdünü tutarak zeytin hikâyeleri yazacağınızı söylüyorsunuz. Bundan sonraki kitabınızda da zeytin ağacı olacak mı?

Şu anda dördüncü romanımı yazıyorum. Ankara’da geçen bir hikâye. Ankara’da zeytin yok ama sayfalardan birinden yine de bir zeytin ağacı çıkarmayı başarırım diye düşünüyorum. Arada bir resim yapma isteğim doğuyor. Zeytin ağaçlarını gözlemlemeyi, onlara bakmayı ve çizmeyi çok seviyorum. Zeytin ağacıyla olan ilişkim herhalde hiç bitmeyecek.

HAFTANIN KİTAPLARI

DEVLETİ GERİ GETİRMEK

Türkiye ve Fransa'da Planlama ve Ekonomik Kalkınma Üzerine Karşılaştırmalı Bir Çalışma

Vedat Milor

İletişim Yayınları

 

Vedat Milor, planlama konusunu ve planlamanın ekonomik kalkınmadaki yerini Fransa ve Türkiye örneklerini karşılaştırarak ele alıyor: Milor’un 1990’da Amerikan Sosyoloji Derneği’nin verdiği “en iyi tez ödülü”nü kazandığı doktora tezinden kitaplaştırılan ‘Devleti Geri Getirmek’ egemen sınıfların yapılanışını, güç/iktidar blokları arasında kurulan ve dağılan ittifakları, ülkelerinin kalkınması için uğraşan planlamacıların tüm bu ilişkiler içinde nasıl konumlandıklarını, çıkar çatışmalarının ekonomik kararlar üzerindeki etkisini inceliyor.

BİRDENBİRE İSTANBUL                                                                                     Selçuk Demirel                                                                                                              Yapı Kredi Yayınları

Selçuk Demirel yeni kitabı ‘Birdenbire İstanbul’da okuru, birbirinden güzel çizimlerle birlikte şair ve yazarların İstanbul üzerine yazdığı metinlerle, dizelerle baş başa bırakıyor. Kitap Yapı Kredi Yayınları etiketiyle raflarda.

UZUN BEYAZ BİR BULUT

GELİBOLU

Buket Uzuner

Everest Yayınları


Çanakkale Savaşları'nda ölen büyük dedesinin mezarını aramak için Gelibolu'ya gelen Zelandalı genç bir kadın ve Çanakkale Milli Parkı'nda bastonuyla dolaşan Türk Nine'nin akıllara durgunluk veren seksen beş yıllık sırrı… Buket Uzuner okuru zamanda bir yolculuğa çıkarıyor. Tarih kitaplarında yer almasına henüz hiçbir milletin izin vermeye hazır olmadığı büyük insanlık sınavı. Aynı adam aynı savaşta iki düşman ülkede savaş kahramanı olur mu? Tarih düz okunacak bir metin midir ya da tarih yeniden yazılmalı mıdır?

KOŞARADIM

Bir Yaşamdan Notlar

Itır Erhart

Koala Kitap

Hayatı Şikago’da bir otobüs durağında Team in Training’in “Maraton koşmak zor mu zannediyorsun, kemoterapiyi dene!” afişini gördüğü an değişen Akademisyen Itır Erhart, sosyal fayda için koşmaya başladı. Erhart “Koşmak yalnızca fiziksel olarak geliştirmedi beni. Aynı zamanda tıpkı aşk gibi vaktimi, enerjimi, aklımı, heyecanımı hiç tanımadığım insanların iyiliği için verebilme kapasitemi de geliştirdi” diyor. Erhart ‘Koşaradım-Bir Yaşamdan Notlar’ kitabında; aşk, koşu, sanat, eğitim, sosyal girişimcilik, kadın erkek ilişkilerine dair pek çok konuya değiniyor.

KONUŞAN KADINLAR                                                                                     

Miriam Toews

Kafka Kitap

Kanadalı yazar Miriam Toews ‘Konuşan Kadınlar’ kitabında Bolivya’da dış dünyaya kapalı bir yaşam süren bir kolonide yaşananları anlatıyor. Kolonideki sekiz erkeğin, topluluklarındaki küçük kızları ve kadınları hayvan anestezisi kullanarak bilinçsiz hale getirdikten sonra onlara yıllar boyu tecavüz ettiği olaydan yola çıkan roman, cahil bırakılmış, baskılanmış kadınların ilham verici çare arayışlarının yanı sıra terk edip gitmenin zorluğunu da sayfalarına taşıyor. Gerçek bir yaşamdan yola çıkarak yazılan ‘Konuşan Kadınlar’ Kafka Kitap etiketiyle yayımlandı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi