Suat Derviş, Nahid Sırrı Örik ve Peride Celal’in İzinde Bir Yolculuk

“Suat Derviş ve Nahid Sırrı eserlerinin pek çoğunun kitaplaştığını, bir dergide, bir gazetede tefrika edildiğini göremeden ölmüş. Nahid Sırrı geride sandık dolusu eser bırakmış. Bu eserlerin çoğu bir dergide bile yayınlanmamış. Bu insanlar isimlerini yad ettirmek konusunda yaşarken muvaffak olamamışlar

kitap-kapak.jpg

Araştırmacı Serdar Soydan’ın Sanatkritik Yayınları tarafından ‘İsmi Yad Ruhu Şad Olsun’ isimli bir kitabı yayımlandı. Kitapta Serdar Soydan’ın yirmi dört yıla yayılan gazete, dergi arşiv çalışmasını ve bu yolculukla birlikte ortaya çıkan Suat Derviş, Nahid Sırrı Örik ve Peride Celal’e ilişkin ayrıntıları okuyoruz. Serdar Soydan’ın hiç kuşkusuz Suat Derviş külliyatının oluşmasında büyük emeği var. Suat Derviş’in izini sürmenin pek kolay olmadığını da söylememiz gerekir. Çünkü Derviş İstanbul, Paris ve Berlin’de yaşamış hem gazetecilik yapmış hem de romanlar, öyküler, masallar yazmış, çeviriler yapmış, çok üretmiş bir yazar. Sosyalist olması sebebiyle de bir dönem adını gizlemek zorunda kalmış, takma isimlerle yazmaya mecbur edilmiş bir yazar. Hayat boyu destekçisi olan ablası Hamiyet ve Rasih Nuri İleri Suat Derviş’e anılarını yazması konusunda ısrar etse de elimizde yaşamının bir dönemini anlattığı ‘Anılar Paramparça’ isimli bir kitabı var. Yazdıklarının da kaydını tutmadığı için ancak bazı söyleşilerinden ya da gazete ve dergilerde tefrika edilen yazılarındaki üslubundan adeta bir dedektif gibi çok titiz bir çalışmayla onun izini sürmek mümkün.

Nahid Sırrı Örik ise yazdıklarının çetelisini tutan bir yazar. Onun eserlerinin gün yüzüne çıkarılmasına ilişkin sorun ise arşivinin Şehir Üniversitesi’nde bulunması, üniversitenin kapatılmasıyla külliyatının Marmara Üniversitesi’ne geçmesi ve terekesinin üzerindeki gizem.

Peride Celal ise Suat Derviş ve Nahid Sırrı Örik’e göre kendini daha çok var edebilmiş bir yazar. Ancak onun da “pembe roman yazarı” olarak yaftalamasıyla ilgili mücadele etmesi gerekmiş.

eda-yazar.jpg
Eda Yılmayan Serdar Soydan

Serdar Soydan’la yağmurlu bir İstanbul günü yine bir arşiv çalışmasının ardından buluştuk. Suat Derviş, Nahid Sırrı Örik ve Peride Celal’i andık hem de zamanın hızına ayak uydurmadan kendisi için bir tutkuya dönüşen araştırma serüvenini konuştuk.

Kitabınızın adından başlayalım. Suat Derviş, Nahid Sırrı Örik ve Peride Celal üzerine çalışıyorsunuz ve onların isimlerini yad ederek, ruhları şad olsun diyorsunuz. Neden?

Hepimiz bu dünyada bir şekilde ismimizi yad ettirmek istiyoruz. Bir şeyler yapıp farkımızı ortaya koymak, bir adım öne geçmek için uğraşıyoruz, didiniyoruz. İsmimizi yad etmek hayatımız boyunca istediğimiz bir şey. Kitapta yer alan isimler kendilerini edebiyat kamusunda yeterince var edememişler. Özellikle Suat Derviş ve Nahid Sırrı yazdıklarının çok çok azını bastırabilmiş. Eserlerinin pek çoğunun kitaplaştığını, bir dergide, bir gazetede tefrika edildiğini göremeden ölmüş. Nahid Sırrı geride sandık dolusu eser bırakmış. Bu eserlerin çoğu bir dergide bile yayınlanmamış. Bu insanlar isimlerini yad ettirmek konusunda yaşarken muvaffak olamamışlar. Bunun çeşitli sebepleri var: İktidar ağlarına olan yakınlıkları-uzaklıkları, bazı ötekileştirilmiş kimlikleri; siyasi, dinsel, cinsel… Tüm bunlar onların kendilerini var edememesi konusunda etken olmuş. Ben de öteki kimliklere sahip biri olduğum için belki de hep ötekileştirilmiş, dışlanmış insanları ele almayı tercih ediyorum. O yüzden bu insanları araştırmaya başladım. Peride Celal diğer isimlere göre kendini en var edebilmiş insan. O da tabi kendine düşman edinmiş bir kadın. Ataerkil bir kurguda bir kadının kendini bir yazar olarak var etmesi çok zor. Hemen “kadın yazar” yaftası yapıştırılıyor. Oysa erkek yazar diye bir şey yok!

Ötekileştirilmiş olmaları mı onları bir araya getiren?

Tabi ortak paydaları ötekileştirilmiş olmaları ama bir taraftan da benim bugüne kadar çalışmalarımda en bütünlüklü ele aldığım isimler olmaları nedeniyle bir araya geldiler. Yoksa Nezihe Muhiddin, Reşat Ekrem Koçu, Aka Gündüz de olabilirlerdi. Pek çok isim var. Örneğin Mahmut Yesari’nin kaç tefrika romanı var ya da İskender Fahrettin Sertelli yüz elli kitap yazmış. Bunlar bugün hiç bilinmiyor. Tabi bu zamanla da ilgili. Zaman yok edici, öğütücü, azaltıcı bir şey.

“Sosyal medya insanı kendiyle dertli hale getiriyor”

Siz zamanın tersi bir iş yapıyorsunuz. Pek çok insanın hızla akıp giden zamanın farkına bile varmadığı bir dönemde arşive dalıyorsunuz. Zamanın tersine gitmek, eski metinler, gazete arşivleri arasında kaybolmak nasıl bir yolculuk?

Bunun psikolojik bir temeli var. Bir kere her şeyin çok hızlı olduğu, herkesin kendini didik didik ettiği bir dönem. Sosyal medya sayesinde her şeyi görebiliyoruz, bilebiliyoruz. Bu kadar çok bilmek bizi mutsuz ediyor aslında. Daha iyisi, daha gösterişlisi, ınstagramda görülen insanlar gibi olma çabası… Sosyal medya insanı kendiyle dertli hale getiriyor. Beni arşive iten bu oldu. Günle ve kendimle derdimi unutmak ve yavaşlamak istedim. Çünkü arşivde yavaş yavaş sayfa çeviriyorsunuz. Koca bir günde sadece altı cilt. Altı cilt yaklaşık bir buçuk yıllık zaman dilimi demek. O yıl içinde yirmi gazete çıktıysa siz o gazeteleri taramak için aşağı yukarı yirmi gün uğraşmalısınız. Başkalarının ismini yad ederek aslında kendinizden uzaklaşıyorsunuz. Bu bir tutku benim için. Başkalarını var edip kendimi yok etmeyi seçtim.

Yok etmek demeyelim ama.

Günün sonunda beni de var etti tabi.

Kaç yıldır arşiv çalışması yapıyorsunuz?

24 yıl oldu.

suat-dervis.jpg
Suat Derviş

SUAT DERVİŞ’İN İZİNİ SÜRMEK

Suat Derviş külliyatının oluşturulmasında büyük katkınız var. Çok titiz bir çalışmayla onun farklı yayınlardaki izini sürüyorsunuz. İşin zor yanlarından biri de çok üretmiş bir yazar ancak farklı isimlerle yazılarını kaleme almış. Suat Derviş’in takma isimlerini nasıl saptadınız?

Suat Derviş’in bilinen takma adları var. Mesela bir röportajında Berlin anılarında Hatice Hatip ismini kullanmaya başladığını söylüyor. Suat Suzan adıyla tefrika edilen iki romanı var. Bu romanlarından da iki röportajında bahsediyor. En bilinen takma adları bunlar. Hatice Hatip’i neredeyse kariyerinin sonuna kadar 1930’lardan 1960’ların sonuna kadar kullanmış. Suat Derviş de biliyorsunuz bir takma ad. Hatice Saadet asıl adı. Mehmet Rauf’un ‘Eylül’ romanındaki kadın karakter Suat’tan etkilenip ailesi ona bu adı vermek istiyor ama nüfus memuru “Bu erkek adı” bu deyip aynı kökten gelen Saadet adını veriyor. Böylece ismi Hatice Saadet oluyor. Suat Derviş’in yazdığı anılarını buluyorum. Örneğin anılarında Ethem İzzet Benice’den çokca bahsediyor. Ethem İzzet Benice ile çalışmış, onun çıkardığı gazeteleri araştırıyorum. Suat Derviş bir yol haritası da şöyle veriyor: 1967’de Behçet Necatigil’e yazdığı mektupta eserlerinin yerlerini listeliyor ama bunların çoğu yanlış. Tarihler, gazete adları tutmuyor. Hiç adını anmadığı romanı da var. Benim en sevdiğim ‘Gel Eve Dönelim’ isimli bir romanı var ki bu romanı iki kere tefrika ettirmiş, 1950 ve 1964 yıllarında, bu romandan hiç bahsetmiyor. Unutuyor da aslında çünkü delice bir yazma eylemi içinde. Suat Derviş’in yavaşladığı ve romanını çok iyi kurduğu bir dönemi var. 1935 yılından 1937 yılına kadar ‘Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır’ isimli kitabını yazabilmek için uzun bir süre ara veriyor ve diyor ki “Bundan sonra çalakalem yazmayacağım bir roman yazıyorum ve bu romanla da Nobel almam olası” ama tabi bunu diyen insan romanın tefrikası başladıktan on gün sonra Tan Gazetesi için Sovyetler Birliği’ne gidiyor. Gemiye atlıyor ve bütün notlarını da Kemal Tahir’e bırakıyor.

Tan Gazetesi’nde çalışırken gittiği ve yazdığı Moskova gezisi mi?

Evet o dönem gittiği gezi. O kadar önemsediği, kurduğu romanı yarıda bırakıp Sovyetler Birliği’ne gidiyor. Kalanını yazması için Suat Derviş’ten dosya gelmesini bekliyorlar. Romanın kalan kısmını Kemal Tahir yazıyor. Romanı yazıyor ama roman tutmuyor, kalem değişiyor. Bu Türkiye’de matbuata dair de çok güzel şeyler söyleyen bir hikâye. O dönem Tan Gazetesi Serteller yönetiminde. Kemal Tahir’den romanı toparlamasını istiyorlar, Kemal Tahir tam romanı toparlayacakken Suat Derviş’den iki defter geliyor. Gemide Odessa’da, Petersburg’a geçmeden romanı yazmış ve gazeteye ulaştırmış.

‘Bu Roman Olan Şeylerin Romanıdır’ kitabı yayımlandı. Şu an okuduğumuz baskı Suat Derviş’in yazdığı mı?

Yayımlanan kitabın bir sonu var ve o son Suat Derviş’in seçtiği bir son ama eklektik bir kitap. Bir başı var, Kemal Tahir’in edit ettiği ve sonra yazdığı bir bölüm var, sonra Suat Derviş’in yazdığı kısım ve final var. O yüzden metin atlıyor.

Kemal Tahir’le nasıl bir dostlukları var?

Benzer yayınlarda çalışıyorlar, mesai arkadaşları. Kemal Tahir birkaç yaş küçük Suat Derviş’ten. Suat Derviş çok erken giriyor basına, Kemal Tahir daha sonra giriyor. Naci Sadullah’la, Nazım Hikmet’le hayatları boyunca süren sol hareket içinde olmanın getirdiği bir dayanışmaları ve sevgileri var.

SUAT DERVİŞ’E DESTEK İÇİN NAZIM HİKMET’TEN ARAGON’A MEKTUP

Suat Derviş’in Paris’te olduğu yıllarda da Nazım ona yardım elini uzatıyor. Hatta Liz Behmoaras’ın ‘Efsane Bir Kadın ve Dönemi’ kitabından anımsadığım Nazım Hikmet’e Suat Derviş, çaresizliğini ve yoksunluğu anlatabilmek için “Açım” diye bir mektup yazıyordu.

Nazım o yıllarda uluslararası şöhret haline gelmiş ve yardımı çok önemli. Suat Derviş’in Paris’te ayakları üzerinde durabilmesi için ve iki romanını bastırmaya giden yolda Aragon’a gönderdiği tavsiye mektubu çok değerli.

Hangi romanları onlar?

‘Çılgın Gibi’ romanı Yeni Sabah’ta 1945-1946 yılında tefrika ediliyor. O romanı ‘Yalının Gölgeleri’ adıyla Paris’te yeniden yazıyor. Finali değiştiriyor. Aynı şekilde ‘Zeynep İçin’ adıyla Akşam Postası için tefrika edilen romanını ‘Ankara Mahpusu’ adıyla yazıyor. Nazım’ın mektubu sonrasında çevirilerinin, kitaplarının yayınlanması Suat Derviş’i Fransız edebi kamusuna tanıtıyor.

SUAT DERVİŞ’İN NAZIM HİKMET’E MEKTUBU

“Canım,

Sana uzun bir mektup yolladım, içinde en mühim şeyi yazmaya cesaret edemedim, yabancılar okurlar diye. Şimdi tahammülüm kalmadı, yazıyorum: Açım.

Ona göre beni düşün. Kendime malik değilim.

Suat”

Kaynak: Liz Behmoaras, Suat Derviş Efsane Bir Kadın ve Dönemi, İthaki Yayınları, s.252

ekran-alintisi.jpg

SUAT DERVİŞ’İN BİR BAŞKA TAKMA ADI: FİLİZ HATAYLI

Suat Derviş’in son bulduğunuz bir takma adı var. Filiz Hataylı. Ona nasıl ulaştınız?

Suat Derviş’in yakın bir arkadaşı var, Neriman Hikmet Öztekin. Öldükten sonra Neriman Hikmet bir yazı yazıyor ve o yazısında Suat Derviş’in 1962 yılında Türkiye’ye döndükten sonra çalıştığı gazeteler arasında Tercüman Gazetesi’ni de sayıyor. Oysa bizim bildiğimiz Tercüman’da Suat Derviş’in hiçbir eseri yok. Zaten Tercüman 1958 yılında çıkmaya başlayan bir gazete. Suat Derviş o dönem yurtdışında. Döndükten sonra da 1972 yılında ölene kadar Suat Derviş adına Tercüman’da rastlamamıştım. Neriman Hikmet’in Fatmagül Berktay tarafından kaydedilmiş bir ses kaydını dinledim. Orada da Tercüman Gazetesi’ni andı. Yeniden Tercüman’a döndüm. Bizim bilmediğimiz bir takma adı olabileceğini düşündüm. 1962’den sonrasını taramaya başladım. Bütün bilmediğim isimleri not ettim ve bu isimlerin ilk on tefrikasını okudum. Bir tematik, üslupsal benzerlik bulmaya çalıştım. Yadsınamayacak kadar benzerliği olan dört roman saptadım. O dönem Filiz Hataylı bu kişidir diye bir fotoğraf da paylaşılmış. Suat Derviş’in Ankara’da 1947-1948 yıllarında kullandığı Lerzan Tahir diye bir takma adı daha vardır. Yine o da Cüneyt Arcayürek’in yazdığı ‘Demokrasinin İlk Yıllarında’ kitabından saptadığım bir şeydi. Arcayürek, Kudret Gazetesi’nde Suat Derviş’in değişik takma adlarla roman tefrikaları, hikayeler ve köşe yazıları yazdığını, röportajlar yaptığını söylüyordu. O gazetede de Lerzan Tahir’i röportaj yaparken gösteren fotoğraflar vardır. Yani aslında o kadar bir korku var ki bir takma ad kullanıyorsunuz, gazete yönetimi bu takma adın sorgulanmaması için gazeteciye ilişkin bir fotoğraf da yayınlanıyor.

“İLK ÖYKÜLERİNİ NAHİD ADIYLA YAZIYOR”

Nahid Sırrı’nın da takma isimle yazdığı yönünde bir tartışma var. Ancak Nahid Sırrı eserlerini not etmiş, onun izini sürmek, eserlerini gün yüzüne çıkarmak sizin için daha kolay oldu diyebilir miyiz?

Aslında kolay olmadı. Nahid Sırrı araştırmamı tamamladıktan sonra bu isimler ortaya çıktı. 2012 yılında Taha Toros öldükten sonra ailesi onun tüm arşivini Şehir Üniversitesi’ne bağışladıktan sonra ortaya çıktı. 2000 yılında arşive Nahid Sırrı için girmiştim. Hatta karşıma Suat Derviş çıkıyordu, onları not bile etmiyordum. Sonra niye ben bu isme bu kadar kötü davranıyorum, illa Nahid Sırrı mı bulmak zorundayım dedim ve Suat Derviş’in eserlerini de not etmeye başladım. Araştırmamı yaptığımda Taha Toros arşivindeki Nahid Sırrı terekesi henüz ortaya çıkmamıştı. Bu arşivle Havadis, Türk Sesi, Tasvir, Hakikat gazetelerinde köşe yazıları yazdığını öğrendim. Oradan 250 tane yeni yazı çıktı. Son Saat diye 1925-1926 yılları arasında çıkan bir gazetede ilk öykülerini Nahid adıyla yazdığını öğrendim. O öyküleri derleyip ‘Fatma Hanım’ın Evine Bir Erkek Lazım’ başlığı altında yayınladım.

nahid-sirri-orik.jpg
Nahid Sırrı Örik

İSTANBUL RADYOSU’NDAKİ ARŞİV SORUNU

Çevirilerinin, öykülerinin, senaryolarının yanı sıra Nahid Sırrı’nın çok sayıda oyunu da var. Bir araştırmanız için İstanbul Radyo Arşivi’ne ulaşmaya çalışıyorsunuz ama oyunların kaydı tutulmamış. Bu kayıtların tutulması gerekmez mi?

Gerekir tabi ama biz ne yazık ki bu konuda kötüyüz. Mesele İstanbul Radyosu 1960 öncesi hiçbir şeyi tasnif etmemiş. Bazı kayıtlar var ama ne kadarı var onu bilmiyoruz. Aynı şekilde Darülbedayi arşivi, tonla kağıtçılara satılmış. Dijitalize etmek önemli. Türkiye’de kurumlar bundan bihaberler. Bunun bir artısı var. Elimizde kalanları ileri tekniklerle dijitalize edebiliyoruz. Boğaziçi Üniversitesi’nde Cumhuriyet Gazetesi’nin mikrofilmleri vardı. O zaman 35 metre filme kaydediyorlardı. Onlar çizilince eyvahlar olsun. Avrupa’nın pek çok merkez üniversitesinde, milli kütüphanesinde ne yazık ki mikrofilmler çok hasarlı. Bizde çok geç başladığı için elimizde kalanları pdf yapmışız. O yüzden arşivlerimiz yeni. Elimize kalanlar kaliteli bir şekilde isteyene ulaşıyor. Mesela İstanbul Üniversitesi müthiş bir çabayla arşivindeki gazeteleri dijitalize etti. Radyo bunu yapmamış. Milli kütüphane yıllar içinde farklı sebeplerden bazı yayınları listeden çıkarıyor. Örneğin Suat Derviş’in başyazarı olduğu Yeni Edebiyat dergisi yok! Bu derginin tam bir koleksiyonunu bulamıyorsunuz. Sol bir yayın olduğu ve Türkiye Komünist Partisi’nin gayri resmi yayın organı olduğu için Yeni Edebiyat dergisini çıkarmışlar. Şu an Nokta dergisinin olmaması gibi. Neyse ki Rasih Nuri İleri Yeni Edebiyat dergisi üzerine iki kitap hazırladı. O kitaplar sayesinde içeriğine, özellikle Suat Derviş’in yazdığı her şeye hakimiz.

nahid-sirri-tarihi-romanlari-1.jpeg

NAHİD SIRRI ÖRİK’İN TARİHİ ROMANLARI

Nahid Sırrı’nın tarihi romanları da önemli. Saray hikâyeleri yazarın külliyatında nerede duruyor?

Bunlar bir anlamda sözlü tarih çalışması da olduğu için hikayelerinde hiçbir yerde geçmeyen isimler var. Bu isimleri Nahid Sırrı sayesinde öğreniyoruz. Tarih metinlerinin bu anlamda da bir kıymeti var. Babası Abdülhamid’in, Mehmet Reşat’ın sarayında çalışmış. Saray çevresine yakın, evlerine giren çıkanlar saraya dair bilgi paylaşıyorlar. Bunları topluyor. Nahid Sırrı uzun süre babasının tanıdıklarını ve saray çevresindeki memurları yazmış. 18 Ocak 1960 yılında ölüyor. Ölmeden önce son yazdığı yazı ‘Unuturlar Seni Biçare’. Bu insanların nasıl unutulduklarını anlatan bir yazı bu.

Nahid Sırrı cinsel yönelimi nedeniyle de eleştiriliyor hatta ölümünün ardından dahi yazılar yazıyorlar. Örneğin Hasan Ali Yücel “Sesi, mizacı gibi hanımlaşmış bir tonda idi” diye yazıyor onun için. Ardından yapılan tüm bu yorumları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu insanların her biri edebiyat kamusunun zaman zaman merkezinde olmuş. Kendilerini hiç var edememiş değiller. Nahid Sırrı bugün çıkmakta olan Varlık Dergisi’nin finansörü. Bütün yazarların saygı duyduğu bir insan. Bir devlet memuru ayrıca, Maarif Vekâleti’nde tercüman olarak çalışıyor. Nahid Sırrı Örik’in merkezi yönetim içinde böyle bir rolü varken ve edebiyat kamusunda da Varlık’ın finansörü iken çok saygın bir noktada. Ne zamanki 1945’te Ankara ile bağını koparıp İstanbul’a dönüyor, 1940 yılında Varlık’la bağı kopuyor ondan sonra Nahid Sırrı göz ardı edilme dönemine giriyor. Asıl üretimi de bu zaman başlıyor. 1945’e kadar İstanbul’a dönene kadar az üretmiş biriyken Ankara ile bağı kopunca ‘Yıldız Olmak Kolay mı?’ ‘Tersine Giden Yol’, ‘Sultan Hamid Düşerken’ kitaplarını yazıyor. Nahid Sırrı’nın üç bine yakın yazısı var. Sanırım iki bine yakını bu dönemden sonra yazılmış.

PERİDE CELAL: DURMADAN BİR KENARA İTİLDİM

peride-celal.jpeg
Peride Celal

Peride Celal “Durmadan bir kenara itildim. Benim en büyük acım bu olmuştur. Ne yaparsanız yapın itiyorlar” diyor. Gerçekten itiliyor mu Peride Celal?

Öyle düşünmüyorum. Kim itilmemiş ki? Örneğin Reşat Nuri. Millî Eğitim Bakanlığı’nda müfettiş. Ölümünden sonra yayımlanan romanları var. Ahmet Hamdi Tanpınar mesela. Ölümünden önce de romanları için çıkan yazılar var. Tanpınar ne kadar sükût suikastına uğradı ne kadar uğramadı bunlar tartışmalı. Edebiyat eleştirmenliği bizde para kazandırmadığı için hiç kimse edebiyat yazısı yazmakla uğramıyor. Nahid Sırrı’nın bununla ilgili, ‘Niçin Edebiyat Eleştirmeni Yok?’ diye çok güzel bir yazısı vardır. “Bana sürekli kitap geliyor, okuyorum ama hikayem için aldığım paranın yarısını alıyorum, neden okuyayım ki diyor? Bir de kendime düşman mı edineceğim” diyor. O yüzden kimsenin külliyatı yeterince ele alınmamış. Peride Celal yazdıklarını gazete ve dergilerde en iyi tefrika ettirebilmiş ve yayınevlerinden de bastırabilmiş bir insan.

Belki “pembe roman yazarı” olarak yaftalanmasına kızmıştır.

O dönemde pembe roman yazmış aslında. Röportajlarında beni pembe roman yazarı olarak yaftaladılar ama Kerime Nadir ya da Muazzez Tahsin’le karşılaştırsalar görürler diyor ama burada da onları harcıyor. Onların da kendilerini var etmek için ne kadar uğraştığını biliyoruz. Mesela Kerime Nadir romanlarının bazılarının başına “edebi roman” yazmış. Ne acıklı bir şey! Kadını o kadar kompleksli hale getirmişler ki bazı kitaplarının başına bunu yazmak zorunda hissetmiş kendini.

peride-celal-munevver-andac-nazim-hikmet.jpeg
Peride Celal Münevver Andaç Nazım Hikmet

Münevver Andaç’la Peride Celal yakın dostlar, bir dönem birlikte de çalışıyorlar. Fakat sonra araları açılıyor. Nazım yurtdışına çıkınca Münevver Hanım yalnızlaştırılıyor, onunla görüşmeyen isimlerden biri de Peride Celal.

Peride Celal çekinmiş, ürkmüş. Nazım Hikmet’in ona bıraktığı Memleketimden İnsan Manzaraları’nın parçalarını da yok etmiş. Herkes çok cesur olmak zorunda da değil. Bu insanların hayatlarının nasıl mahvedildiğini görüyor ve korkuyor. Zaten bu dönemde evlenmeyi tercih ediyor. Evlendikten sonra daha keyfi yazan, daha edebi yazan biri haline geliyor. Çok daha korunaklı bir rolü seçmiş, birkaç yıl sonra da çocuk yapmış.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi