Nermin Abadan Unat’ın ardından…

Yitirdiğimiz değerlerin ardından yazı yazmak pek kolay değil. Üstelik o insanlarla zaman geçirmiş, birlikte aynı ortamlarda bulunmuş, çalışmalarını yakından takip etmiş insanlar olunca hep bir şeyler eksik kalıyor. Sosyal bilimlerin öncüsü, hocaların hocası olarak kabul edilen Nermin Abadan Unat’ı kaybettik.

Nermin Abadan Unat Türkiye'de toplumsal cinsiyet eşitliği ve göç konusunda yapılan ilk çalışmalara imza atan siyaset bilimci ve sosyolog. Bir araştırmayla ilgili yakın zamanda Tarih Vakfı tarafından yayımlanan ‘75 Yılda Kadınlar ve Erkekler’ kitabını okudum. Nermin Abadan Unat’ın da bu çalışmada bir makalesi yer alıyor. Cumhuriyet ideolojisi ve kadın kimliğinin oluşumundan, Türkiye’de kadın olmaya, çalışma hayatında ve siyasette kadından kadın hareketine kadar farklı başlıklarda Cumhuriyet Türkiye’si inceleniyor. Fatmagül Berktay, Zehra Toska, Ayşe Kadıoğlu, Zehra F. Arat, Firdevs Gümüşoğlu, Çiğdem Kağıtçıbaşı, Ferhunde Özbay, Aynur İlyasoğlu, Yeşim Arat, Yıldız Ecevit, Şirin Tekeli kitapta çalışmaları olan isimler arasında.

nermin-abadan-unat.jpg

Nermin Abadan Unat’ın kitaptaki makalesi Türkiye’de kadın hareketinin dönüşümü üzerine. Kamusal söylemin batıda da erkeklerin egemenliğinde kaldığını söyleyerek yazısına başlayan Unat, 20.yüzyılın ikinci yarısında feministlerin ‘history’ (tarih) sözcüğünün yanı sıra ‘herstory’ (kadınların tarihi) sözcüğünü önerdiğini belirtiyor. Tarihin görmediği kadını siyaset bilimciler, tarihçiler ortaya çıkarmış, kadını bir özne olarak tarihin içine yerleştirmiştir. Çünkü erkeklerin yazdığı bir tarihte kadına yer yoktur. Fatmagül Berktay ‘Tarihin Cinsiyeti’ kitabında bunu anlatır.

75-yilda-kadinlar-ve-erkekler-kitap-kapagi.jpg

TEMEL MÜCADELE GERİCİLİKLE

Unat, erkek ağırlıklı söylemin sürdürülmesinde uygarlık tarihine en kalıcı damgayı tek tanrılı dinlerin vurduğunu, İslam’ın da başı çektiğini yazıyor. “İbadet dışında kadınların erkeklerle eşit haklara sahip olmadığının altını çizen İslam, toplumsal barışı tehdit eden en önemli öğe olarak kadınların temsil ettikleri fitneyi görmektedir.” Fitne baştan çıkarma, fesat, çekicilik ve isyanı temsil eder. Nermin Abadan “Bu nedenle erkekler kadınların çekiciliğine kapıldıklarında Allah’ın iradesine karşı ayaklanmış sayılırlar” der. Tam da bu sebepten ötürü cinsler arasındaki ayrım nettir ve kamusal alan erkeğe ayrılmış, kadınlar bir anlamda özel alanlara hapsedilmişlerdir. 19.yüzyılda dünyada ve Osmanlı İmparatorluğu’nda bunun nasıl değişime uğradığını görürüz. Serpil Çakır ‘Osmanlı Kadın Hareketi’ kitabında kadınların yayımladıkları dergileri, yazılarını gün yüzüne çıkarır. Dil devrimiyle birlikte geçmişe çekilen perdenin ardında kadınlar da kalır. Kadınların tarihini gün yüzüne çıkaran tüm çalışmalar Türkiye’de kadınların haklarının altın tepside sunulmadığının kanıtıdır. Hakların altın tepside sunulması meselesi üzerinde çok tartışma yürümüş, yapılan pek çok çalışma bunun gerçeği yansıtmadığını, kadınların siyasi hakları için mücadele verdiğini ortaya koymuştur. Doğrudur ancak Cumhuriyeti kuran kadroya yöneltilen eleştiriler ne kadar tarihselliği içinde ele alınıyor tartışmalıdır. Üstelik dünyada kadın haklarının tanınması da kolay olmamıştır.

İNGİLTERE VE FRANSA ÖRNEKLERİ

‘Kadın Haklarının Gerekçelendirilmesi’ kitabının yazarı Mary Wollstonecraft 1792’de “Modern dünya zorbalıktan arındırılacaksa, yalnızca kralların ilahi haklarına değil, kocalarınkine de karşı çıkmak gerekir” diye isyan eder. Wollstonecraft, Rousseau’nun kadına bakışını eleştirir ve şöyle yazar: Gerçekten de erkeklerin kadınları ebediyen çocukluğa mahkûm ederek terbiye etmeye çalışmasının hiç filozofça olmadığını düşünüyorum. Rousseau, her iki cinsin de aklını geliştirmesini isterken daha tutarlıdır; zira erkek bilgi ağacının meyvesini yerse, kadın da tadına bakmak isteyecektir. Bir başka örnek Fransa. Fransız devrimi gerçekleşmiş ancak kadınlar için eşitlik söz konusu olamamıştır. Devrimin ardından 1791’de Olympe de Gouges kadınlar için “Kadın ve Yurttaş Hakları Bildirisi’ni” yazar. Çünkü Gouges İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinin kadınları kapsamadığı iddiasındadır. Yurttaş olarak kast edilen erkeklerdir. Maalesef 1793’te giyotine gönderilir. Aynı tarihte kabul edilen anayasada kadınlar oy hakkının dışında tutulur, tüm kadın kulüplerinin faaliyetleri durdurulur, kadınların siyasetle uğraşmaları yasaklanır. Fransız Devrimi gibi yurttaşlığın, eşitliğin, özgürlüğün dile getirildiği bir devrimde dahi kadın ve erkek arasında eşitlik sağlanamamıştır. Kadınlar Serpil Çakır’ın bir başka kitabında da belirttiği gibi erkekler kulübünde siyaset yapmaktadır.

Türkiye’de özellikle 1980’lerden sonra başlayan Cumhuriyet eleştirisinin akademide ciddi bir literatür oluşturduğunu söyleyebiliriz. Kemalist rejimi eleştirenler tek parti yönetiminden başlayarak hatta daha da geriye giderek İttihat Terakki ile Cumhuriyet rejimi arasında bir devamlılık olduğunu ileri sürdüler ya da Kurtuluş Savaşı’nın emperyalist bir mücadele olup olmadığını tartıştılar. Tabi sadece bu konular üzerine değil başka tartışma alanları da açıldı.

Kanımca kadın çalışmaları da bu eleştirelliğin tam merkezinde yer alıyor. Çünkü zaten tarihselliği içinde görünme, sözünü söyleme problemi olan bir cins, erkek egemen bir devlet yapısında geride kalıyor ve resmi tarihin aktardığı hakların altın tepside sunulduğu tezi de sorgulanır hale geliyor. Bu sorgulama ve yapılan çalışmalar kadınların mücadelesini ortaya koymak ve yeni mücadele alanlarını da bunun üzerine bina etmek için elbette önemli ancak Unat’ın yazısında işaret ettiği nokta dikkat çekici. Nermin Abadan Unat makalesinde Osmanlı İmparatorluğu’ndaki erkek söyleminden yola çıkarak kadınların örgütlenmelerini, protestolarını anlatıyor ve Şirin Tekeli’nin “devlet feminizmi” diye eleştirdiği erkeklerin kadınların kamusal alanda var olmaları için seslerini duyurmaları konusuna değiniyor. Unat, “Sivil toplumun bir ürünü olarak sayılabilecek kadın hareketi, yerini etkili bir devlet feminizmine bıraktı. Mustafa Kemal ülkesinin bağımsızlığı için savaşırken bireysel planda da bağımsız vatandaşların yaşayabilecekleri bir siyasal düzeni düşlemişti. Bu nedenle Türk kadınını ataerkilliğin kölesi haline getiren her türlü gelenek, örf ve hukuk kurallarının değişmesi gerekiyordu” diye yazıyor.

medeni-kanun-1.jpg

MEDENİ KANUNUN KABULÜ

1923’te bir komisyon kurulmasıyla Medeni Kanun tartışmaları başlıyor. O sırada Adalet Bakanı olan Seyit Bey’in kanun teklifiyle ilgili sözleri dönemin bakışını yansıtıyor: Bir ülkenin yasaları o ülkenin örfünün ürünüdür ve yasalar ancak ülke örfünün evrimi ile değişebilir. Komisyonun önerdiği yasa şeriata bağlı kalır. Unat, “Yeni tasarı çok karılılığı yasaklamamakla beraber Kuran’ın öngördüğü bir zorunluluk olmadığını, bu arada çok karılılığın fuhuşu engelleyici bir kurum olduğunu hatırlatıyordu” diyor. Yine Nermin Hoca’dan aktarmaya devam edelim: Mustafa Kemal ve arkadaşları beklentilerinin yasama organının özgün çalışmaları ile gerçekleşmeyeceğine kanaat getirince, hedefledikleri köklü yeniliği gerçekleştirecek araç olarak Batılı bir medeni yasanın toptan kabulüne karar verdiler. Böylece 1925’te İsviçre’de hukuk eğitimi görmüş olan Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, 26 kişilik yeni bir komisyon, İsviçre medeni Kanunu’nu evlenme yaşının indirilmesi maddesi dışında özüne dokunmaksızın Türkçeye çevirtti. Bu tasarı 17 Şubat 1926’da tartışılmadan tek oturumda kabul edildi.Böylece İslami bir toplum modelinden Batılı, eşitlik ilkesine dayanan Medeni Kanun geçerlilik kazanır. Medeni Kanun’un gerçekten tam eşitlik sağlayıp sağlamadığı üzerine de çalışmalar var. Onların ayrıntısına bu yazıda girmeyeceğim.

gazete-kupur.jpg

KADINLARA OY HAKKI

Nermin Abadan Unat Cumhuriyete yönelik eleştirilere de değinir. Şirin Tekeli’nin ilk dönem Cumhuriyet kadınlarının kişisel isteklerini bastırması düşüncesini ve yasal hakların Batı’ya modern bir ülke görünümü çizmek üzere verildiği iddiasını sorgular. Unat’tan aktarmaya devam edelim: Mustafa Kemal’in, içeriğinde demokrasi hedefi yatan çağdaş yurttaş fikrini savunması, bu nedenle cinsler arasındaki farklılığa yer tanımaması, kadın sorunlarını göz ardı ettiği anlamını taşımaz. Bunun en açık kanıtı, aktarma yoluyla İsviçre Medeni Kanunu’nun kabulü için çaba sarf etmesi, aile içi güçlüklerin yargı yolu ile çözülmesini önermesidir. Aynı şekilde Mustafa Kemal ve arkadaşlarının önce 1930’da kadınlara yerel seçimlerde oy hakkı, 1934’te ise ulusal seçimlerde oy vermek ve aday olma haklarının tanınmasını sağlamasının, uluslararası politikanın bir uzantısı olarak yorumlanması olağanüstü öznel bir yorumdur. Tekeli’nin yorumuna göre, bu hak Atatürk tarafından o dönemde Avrupa’da güçlü bulunan Alman ve İtalyan faşizminden Türkiye’yi ayırmak için tanınmıştır. Yani Avrupa’ya modern görünmek adına bu haklar kadınlara verilmiştir. Yoksa Cumhuriyet rejiminin böyle bir derdi yoktur. Oysa Osmanlı’da doğmuş Cumhuriyet’in kuruluşuna tanıklık etmiş kadınların kendi yazdığı metinlere baktığımızda böyle olmadığını görürüz. Nezihe Muhiddin’in ‘Türk Kadını’ kitabı bunun güzel bir örneğidir.

kadinlara-oy-hakki.jpg

Nermin Abadan Unat’ın sorduğu temel bir soruyla yazımı bitiriyorum. Mustafa Kemal’in Batılılaşma ve demokratikleşme konusunda benimsemiş olduğu, ödün tanımayan fikirleri olmasaydı acaba 1920 ve 1930’ların Türk toplumunun sosyoekonomik dokusu, tek başına kadın derneklerinin ısrarlı taleplerine destek verecek düzeyde miydi?

Osmanlı’daki kadın mücadelesini yok saymadan, oradan devralınan mücadele gücüne dayanarak biz kadınlar hala erkek iktidarıyla savaşmaya devam ediyoruz. Nermin Abadan Unat’tan alıntıladığım gibi Medeni Kanun olmadan, yasal haklar tanınmadan bugünkü mücadele kazanılamazdı. Hukuki hakların tanınması bugünkü mücadelenin yasal zeminini oluşturmuştur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Eda Yılmayan Arşivi