Ortaköylü İtalyan

Türkiye, Batı ile Doğu arasında bir köprüydü. Ortaköy ise Boğaz hattında halkla Beyaz Türkler arasında bir köprüydü. Doğudan Batı’ya geçiş kolaydı. Fakat Ortaköy’den Bebek’e uzanan görünmez köprüden geçmek pek kolay değildi. Ekonominin durumu ortadaydı. Belagat marifetiyle miting meydanlarında halkın üzerine boş laf bocalamak kolaydı. Fakat Kuruçeşme’nin süslü mekanlarındaki hesaplar aziz milletin boyunu aşardı.

Galata’dan geçince başlayan Karaköy’ün dağdağası, Tophane’den ve Kabataş’tan süzülüp Beşiktaş’ın arı kovanı misali insan seline karışır, Ortaköy’deki incik boncukçuların gelişigüzel tezgahlarının arasındaki curcunayla son bulurdu.

Ortaköy, Boğaz’ın lüks hattının adeta sıfır noktasıydı. Bu noktadan sonra halk biter, Beyaz Türkler başlardı. Camdan bir duvardı. Tesbih taneleri gibi yan yana dizilmiş kumpirciler ve Ertekin’in abuk şapkası farklı bir rüzgâr estirirdi.

Bir âdemoğlu Ortaköy meydana ayak basmayagörsün… Kumpirciler bunu çarçabuk fark ederler ve hep bir ağızdan bağırışlardı. Zeytin, mısır, turşu, sosis, haydari, mor lahana gibi envai çeşit ürünün durduğu renk cümbüşü tezgahlarının önünde hareketlenen kumpirciler, fırından kabuğuyla çıkmış yamru yumru patateslerini hançerelerini patlatırcasına heyecanla övmeye başlarlardı.

Bölgeye ilk kez gelenler bu kakafonik kumpir propagandasından afallamış halde etrafa bakarken bu kez gözleri tam karşıdaki Ertekin Cafe’ye takılırdı. Bu kafede yalnızca 2-3 masa vardı. Masaların birinde kendilerine çok ciddi bir şey konuşuyor havası vermeye gayret eden iki ihtiyar delikanlı otururdu: Ertekin 2019’da öldü, Hıncal Uluç 2022’de. Sahibi ölünce Ertekin Cafe’yi dalgalar aldı götürdü.

Kumpirin Akıbeti

Ortaköy’ün kumpirlerinin ölümü de aşağı yukarı aynı zamana tekabül etti. Patatesler tadını, sosisler tuzunu, Rus salatası ruhunu kaybetti. Tereyağı yavanlaştı. Kaşarın kalitesi bozuldu. Kumpirler samana döndü. Ertekin’in ve Hıncal’ın ölümlerinin sorumlusu elbette Araplar değildi. Fakat kumpir cinayetinin olağan şüphelisi onlardı. Araplar sayıca çoktu. Fakat gustoları pek yoktu. Gusto olmayınca beklenti de olmuyor, ne koysan gidiyordu. Kumpirciler bu duruma kısa sürede uyanmışlardı. Malzeme kalitesi düşse de cirolar azalmıyordu. Arapların Ortaköy’ü istilası, derli toplu pideler yapan Kırçiçeği restoranını da bir lokmada yuttu. Yerine şak diye bir nargile kafe açıldı.

Arap Uyanışı

 

Ortaköy geçilmesi zor bir eşikti. Fakat Araplar çetin cevizdi. Türklerden daha baskın çıkmışlardı. Boğaz cephesinde Ortaköy hattını Bebek’e doğru zorlayıp Kuruçeşme’nin Allah affetsin süper-kıro mekânı Huqqa’yı bir ileri karakol haline getirmişlerdi. Araplar şimdilik Huqqa hattını zaptetmişken acaba bu fetihi Bebek’e doğru taşıyabilecek miydi? Yoksa bütçeleri, tarzları Lucca’nın bodyguardlarına, Bebek Otel’in resepsiyonuna, Mangerie’nin karşılama personeline yenik mi düşecekti? Ayı yol biliyorsa avcı da yol biliyordu. Arapların şakası yoktu. Nusret’in Bebek Şubesi, Araplar için Huqqa’dan sonra ikinci bir ileri karakol olabilirdi. 8. Yüzyılda İspanya’yı fethetmişlerdi. Şimdiki hedef İstanbul’du. Zafer Turizm’in baş muavini General Ümit Özdağ ise bu fethin karşısında duruyor, kahramanca çarpışıyordu.

Yükselen Princess

Ortaköy’ün meşhur Dereboyu caddesi üzerindeki Princess Hotel 90’lı yılların gözdesiydi. Otelin içinde açılan Rock House, hizmet kalitesi, yemekleri, müzikleri ve patenli garsonlarıyla yükselen bir gece kulübüydü. Hard Rock Cafe’ler tüm dünyada popülerdi. Bu akım Ortaköy’de Rock House’la ifadesini bulmuştu.

Rock House 2000’lerin başında Hayal Kahvesi’ne dönüştü. Teoman, Athena, Şebnem Ferah, Demir Demirkan Ortaköy sahnesinde gençleri coşturuyordu. Otelin içinde açılan İtalyan pizzacı Dolce Vita ise kendisinin seneler sonra yerini alacak İtalyan restoranından habersiz, İstanbullulara harıl harıl pizza pişiriyordu.

Fakat yıl 4 mevsimdi. Her yazın bir kışı, her çıkışın bir inişi vardı. Princess, 2000’li yıllarda pırtlak gibi çoğalan yepisyeni otellerin karşısında köhne kalmıştı. İçindeki gece kulübünün şaşalı dönemleri bitmiş, 2. sınıf bir karaoke bara dönüşmüştü. Her canlı ölümü tadacaktı. Otel, 2021’de iflas bayrağını çekti ama her kışın da bir baharı vardı.

İtalyan Aşkı

Princess’in yerini şıkır şıkır bir Crowne Plaza aldı. Yeni otelin Dereboyu Caddesi’ne bakan cephesinde bir Türk bir İtalyan vardı. Şekerci Cafer ile Cafe Nero, otelin yeni yüzünün ilk müjdecileriydi. Terasa ise eli yüzü düzgün bir İtalyan restoranı konuşlanmıştı. Visorante; deniz manzarası, Boğaz köprüsü, İtalya’dan gelen işlemeli masa örtüleri, Roma esintili dekorasyonuyla ilginç bir uyum yakalamıştı.

Peki 1 değil 2 değil… Bu İstanbul’da açılan kaçıncı İtalyandı? Türklerin bu İtalyan sevdası nereden geliyordu? Mutfağın patronu Tufan Şef, yemek kültürünün yakınlığından bahsederken İtalyan restoranı açmanın garanti bir iş olduğunu söylemekte haklıydı. Pide seven Türk pizzaya sıcak bakardı. Mantı müptelası Türk’ün, ravioliyle sorunu olmazdı. El emeği göz nuru açılan eriştenin tadını almış Türk, taze makarnaya elhak yeşil ışık yakardı. Visorante’nin içine Roma’daki Aşk Çeşmesi’nin bir minyatürü kondurulmuştu. Bu minyatür çeşmenin içi su dolu değildi. İçine bozuk para atmak yasaktı. Yine de bizim Türklerin sağı solu belli olmazdı.

[caption id="attachment_601004" align="aligncenter" width="300"] Şef Tufan Başal- Efe Sıvış[/caption]

Tufan Şef, başlangıçlardan Burrata peyniri (550TL), pizzalardan Bistecca Con Asparagi (900TL), makarnalardan Linguine Pacino (450TL), ana yemeklerden Sırlanmış Dana Bonfile (1100TL), tatlı olarak da Kahve Dolgulu Cannoli (500TL) tavsiye etmişti. Türkler yeniliklere açıktı fakat alışkanlıklarından da kopamıyorlardı. En çok Alla Diavola (850TL) ve Margherita (850TL) pizzayı tercih etmişlerdi. Bunlar neticede anam babam usulü peynirli ve sucuklu pizzalardı.

[caption id="attachment_600899" align="aligncenter" width="267"] Burrata Peyniri[/caption]

 

Tüm bunlar olurken ithal ördekler, Türkiye’nin gümrük kapısında takılmışlardı. Gümrük memurları ile ördekler arasındaki bu gerilim, Ortaköy’deki yüksek rakımlı lüks restoranın mönüsündeki ördek proşütonun istikrarını bozmuştu. Bizim gariban yerli ördeklerin eti ise Şef Tufan’a fazla sert gelmişti. Böylece ördek proşüto menüye erken veda etmiş, günümüze ulaşamamıştı.

[caption id="attachment_600898" align="aligncenter" width="300"] Bistecca Con Asparagi[/caption]

Pizzalar ise Napoli tarzındaydı. Önce dinlendiriliyor sonra fırında 90 saniyede pişiveriyordu. Tufan Şef henüz 30’undaydı fakat sakin bir yapısı vardı. Kısa bir dönem Spago tecrübesinin ardından yıllarca Edition, Mandarin gibi otellerde çalışmış, yaz-kış Bodrumlu olmuştu. Bunca yıldan sonra İstanbul’un karmaşası, trafiği ve kaosu yorucuydu. Şef, pizzaları mayalanmaları için 72 saatlik dinlendirmeye bıraktı. O sırada gözleri Boğazın mavi sularına dalıp gitti. Yakında evlenecekti. Kim bilir… Belki de kendi ruhunu bir gün tekrar Bodrum’da dinlendireceği günleri düşünüyordu.

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Efe Sıvış Arşivi