MEHTAP MERAL: Sanatçılar ülkenin gayrı-resmî tarihini yazarlar!

Biz sanatçılara şu çok söylenir: Sen sanatçısın şarkını söyle, sen şairsin şiirini yaz. Siyasetten uzak dur. Oysa hayattaki her şeyin siyasi olduğunu anladığınız anda hayat başka bir noktaya evrilmeye başlar. Sanatınız da. Sanatçı çağının tanığı ve ürettikleriyle o çağın yazıcısıdır. Herkesin eşit şartlarda barınma, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarının karşılandığı bir dünyada yaşamayı hayal ediyorum. Bu bir hayal olsa da. Hayaller güzeldir ve insanı hayalleriyle tanırsınız…

Marmara Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü Keman Anadalı’ndan mezun olup uzun yıllar Ruhi Su Dostlar Korosu’nda görev alan, birçok konserleriyle de dinleyicileri ile buluşan Mehtap Meral, şiir yazıyor, şarkı söylüyor, yani her an üretmeye devam ediyor. 2020 yılında ‘İncinin İçindeki Arı’ kitabı ile Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü aldı. Meral’le evinde kahve ve ev yapımı çikolata eşliğinde kendisini, eserlerini, ülkedeki sanat ve sanatçının durumunu konuştuk.

Mehtap Meral’i biraz tanıyalım mı?

Marmara Üniversitesi Müzik Eğitimi Bölümü mezunuyum. İlk müzik eğitimimi Ruhi Su Vakfı ve Dostlar Korosu’nda aldım.  Şimdiye kadar yayınlanmış üç şiir kitabım, üç albümüm var. İlk kitabım 2010 yılında Yasak Meyve yayınlarından çıktı: Kedi Mevsimi, onu “Aşk” adlı ilk tango albümüm izledi. Sonrasında ‘Ses ve Toz’ adlı şiir kitabım, Şair Gibi Sevmek adlı bir söyleşi kitabım yayınlandı. “Yana Yana” ve “Yanlışlar Kraliçesi” adlı albümlerim var. Bu albümlerdeki şarkı sözleri ve müzikler bana ait. Şiir besteleri de var içinde. Bu yıl da İncinin İçindeki Arı adlı şiir kitabım yayınlandı ve bu kitapla Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü aldım.

Hayatını sanatla sürdüren bir kadınım. Sinema, hayatımda çok önemli, çok fazla film izliyorum. Bütün hayatım sanatla geçiyor diyebilirim. Yazmaya devam ediyorum. Şu anda da bir roman üzerinde çalışmaktayım. Covid salgını nedeniyle evlere kapandık hepimiz. Sokağı, sahneyi, insanları seven biri olarak zor bir süreç ama eve kapanmanın da yararı olduğunu düşünüyorum bazen. Daha çok müzik dinliyorum, daha çok okuyorum. Bu istikrarı salgın olmasaydı tutturamayabilirdim belki de

Bir yandan da “Şarkıcı” adlı projem için şarkılar kaydetmeye, şiirler ve şarkılar için klipler çekmeye ve yayınlamaya devam ediyorum. Elbette küçük ekiplerle, minimal çalışmalar oluyor bunlar. Sahne mümkün değil bu süreçte ama üretmeye devam etmek önemli diye düşünüyorum.

Hayatımı sanatla sürdüren bir kadınım. Sinema hayatımda çok önemli, çok fazla film izliyorum. Bütün hayatım sanatla geçiyor diyebilirim. Covid salgını nedeniyle evlere kapandık hepimiz. Sokağı, sahneyi, insanları seven bir insan olarak zor bir süreç ama eve kapanmanın da yararı olduğunu düşünüyorum bazen…

‘Dört Ozan’ adında bir programın vardı. Devam ediyor mu?

Hep kendi şarkılarımı söylemek isteyen bir şarkıcı oldum. Sahnede elbette sevdiğimiz sanatçıların eserlerini de söylüyoruz. Çok da severek söylüyorum bu eserleri. Dört Ozan da böyle bir projeydi. Ruhi Su, Neşet Ertaş, Mahsuni Şerif ve Ahmet Kaya şarkıları söylemiştim. Bugünlerde çalıştığım ‘Şarkıcı’ projemde de Türkiye’nin önemli şarkıcılarının eserlerini yeniden seslendiriyorum. Ali Ekber Çiçek, Ahmet Kaya, Aysel Gürel, Banu Kırbağ eserleri ilk seslendirdiklerim. Sırada Zeki Müren, Sezen Aksu, Zülfü Livaneli, Ajda Pekkan, Müslüm Gürses’de var. Oldukça heyecanlıyım.

Sosyal medyayı nasıl kullanıyorsun? Özellikle pandemi sürecinde iletişim araçlarından birisi oldu. Bir Youtube kanalın da var değil mi?

Biraz geç kaldım bu işlerde. Genç müzisyen arkadaşlarım çok daha erken fark ettiler sosyal medyanın önemini. Youtube kanalımı kurdum. Hiçbir aracı olmadan şarkılarımı dinleyenlere ulaştırmaya çalışıyorum. Ne hissediyorsam, neyi söylemek istiyorsam, beni ne heyecanlandırıyorsa onu yapıyorum. Özgürüm ve bu harika bir his. Instagram ve Twitter da kullanıyorum aktif olarak… Dinleyenlerle birebir ilişki kurmak, aracısız onlara ulaşmak hoşuma gidiyor.

Pandemi sürecinde sanatçıların durumunu konuşalım mı? Sanatçıların örgütlü bir yapısı da yok. Bunun sonuçları neler oldu?

Bu zorlu süreçte bunun ne kadar kötü bir şey olduğunu gördük. Geçtiğimiz günlerde sanatçı dostlarımla Instagram üzerinden canlı yayınlar yaptık. Yasemin Göksu, Güvenç Dağüstün, Levent Üzümcü, İlkay Akkaya… Onlarla birlikte olanlara dikkat çekmeye çalıştık, bir farkındalık sağlamaktı amacımız. Örgütlü mücadele içinde olan bir aileden geliyorum. Babam eski sendikacı. Sendika toplantılarında hakların nasıl alındığını göre göre büyüdüm. Kelebek etkisine de inanıyorum. Kişisel çabaların önemine de.

Kültür Bakanlığının bir çalışması oldu bu konuda biliyorsunuz. Meslek birlikleriyle bir araya geldiler. Sonra bir açıklama geldi, 9 aydır işsiz olan müzik emekçilerine sadece 1000’er lira vereceklerini açıkladılar. Bunu da şöyle savundular “Biz bunu kayıtsız müzisyenler de dahil herkes için vereceğiz” kayıtsız müzisyen, bir sendikaya ve hiçbir derneğe, vakıfa, vs. üye olmayan müzisyen demek. Bu yapılanlar iyi niyetli olsa da hiçbir şeyi çözmeye yetmeyecektir. Umuyorum bu süreçte biz müzisyenler, sanatçılar örgütlü olmanın önemini anlar ve dersimizi alarak yolumuza devam ederiz.

Pandeminin başından bu yana çok acı şeyler yaşandı. Ekonomik zorluklar, müzisyen intiharları. Bir gitarist düşünün enstrümanını iyi çalabilmek için çok uzun yıllar emek vermesi gerekiyor. Öyle üç beş ayda yapılabilecek bir şey değil bu.   “Müziğe hayatımı adıyorum, onu o kadar çok seviyorum, o kadar gönülden bağlıyım ki bu iş için mücadele veriyorum ve hatta hayatımı vakfediyorum” diyor müzisyen emeğiyle. Sonra hayatınızı vakfettiğiniz işten öyle büyük paralar da kazanmıyorsunuz. Ama alkış var, sahne var, çalmanın verdiği haz var. Bu yetiyor çoğu zaman. Pandemiyle birlikte hem bir anda ekonomik damarları kesildi, hem de kendilerini gerçekleştirmeleri engellendi müzisyenlerin. İnsanlar enstrümanlarını sattı, işsiz kaldı, üretemedi, konuşamadı, çalamadı ve dinlenmedi. Yıkıcıydı bu.  Herkesten de aynı mücadeleyi, kişisel gücü göstermesini bekleyemezsiniz ve bazı arkadaşlarımız bu sürece yenildi.

Türkiye’de ilk vaka 10 Mart’ta açıklandığı zaman birçok kişi “bu covid, sınıfsal bir şey değil herkesi vuruyor” dediler. Ama aslında herkesi vurmadığını, sınıfsal olduğunu görmüş olduk.

Her şey sınıfsaldır, siyasidir.  Biz sanatçılara şu çok söylenir:  Sen sanatçısın şarkını söyle, sen şairsin şiirini yaz. Siyasetten uzak dur. Oysa hayattaki her şeyin siyasi olduğunu anladığınız anda hayat başka bir noktaya evrilmeye başlar. Sanatınız da. Sanatçı çağının tanığı ve ürettikleriyle o çağın yazıcısıdır… Sanatçılar bir ülkenin gayri resmi tarihini yazarlar. Ben gördüğüm bir insan hikayesini, o hikâyenin arkasında yatan kişisel, toplumsal nedenleri görmek, görmeye çalışmak, hissetmek ve hissettirmekle sorumlu hissediyorum kendimi.

Covid’e gelince: elbette virüs herkese bulaşıyor. Hatta adil bir tavrı olduğunu söyleyebiliriz. Zengin fakir ayırmıyor bulaşırken, çocuklara, hayvanlara zarar vermiyor. Ama bulaştıktan sonra olanlar, sağlık sistemi, kimlerin nasıl tedavi gördüğü, birilerinin karantinada kalabilirken çalışmak zorunda olanların metrobüste tehlikeyle burun buruna işe gidip çalıştıklarını biliyoruz. Herkesi aynı şekilde etkilemiyor bu hastalık da. Tıpkı depremin de herkese aynı zararı vermediği gibi. Bu farkın azalmasını, herkesin eşit şartlarda barınma, sağlık ve eğitim ihtiyaçlarının karşılandığı bir dünyada yaşamayı hayal ediyorum. Bu bir hayal olsa da. Hayaller güzeldir ve insanı hayalleriyle tanırsınız.

“Karantina süreci daha çok üretmemi sağladı. Başından beri süreci çok iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. Çok az TV izliyorum. Bol bol film izledim. Sevdiğim yönetmenlerin filmlerinin hepsini tekrar izleme şansına kavuştum bu süreçte. Dizi izledim. ‘Bir Başkadır’ı izledim ve çok sevdim mesela…”

Karantinanın kazandırdıkları oldu mu?

Olmaz mı? Karantina süreci daha çok üretmemi sağladı. Başından beri süreci çok iyi değerlendirdiğimi düşünüyorum. Çok az TV izliyorum. Bol bol film izledim. Sevdiğim yönetmenlerin filmlerinin hepsini tekrar izleme şansına kavuştum bu süreçte. Dizi izledim. ‘Bir Başkadır’ı izledim ve çok sevdim mesela. Berkun Oya’yı da çok severim zaten.  Kitap okuyorum bol bol. Her gün mutlaka yoga yapıyorum. Yazıyorum, müzik dinliyorum. Dışarıyla olan teması azalınca kendisiyle olan teması artıyor insanın. Elbette özlüyorum daha özgür olduğumuz günleri ama bu süreci de şikâyet ederek geçirmedim. Hastalığın henüz bulaşmamış olmasını da büyük bir şans olarak görüyorum ve kendimle ilgileniyorum daha çok.

Yeni projelerinizden bahseder misiniz bize biraz?

Çok yakında yeni bir şarkı yayınlanacak. Sözleri Aysel Gürel’e müziği Banu Kırbağ’a ait bir eser olan ‘Bir Bahar Aşkısın’ Youtube kanalımdan hem yayınladığım şiirlere hem de diğer eserlere ulaşmaları mümkün bu röportajı okuyanların. Sosyal medya hesaplarımdan da sık sık paylaşım yapıyorum dilerlerse beni takip edebilirler. Umuyorum bu salgın geçtiğinde yeniden konserlerde buluşacağımız, göz göze şarkılarımızı söylediğimiz günler gelecek!..

Size de çok teşekkürler bu güzel röportaj için…

Önceki ve Sonraki Yazılar
Seyit Tosun Arşivi