NE OLDU İSTASYONLARIMIZA?

Architectural Digest dergisi Ağustos ayında dünyanın en güzel 37 tren istasyonunu konu edindi. Aralarında İstanbul Sirkeci ve Haydarpaşa garları da bulunan bu listede, bu iki yapı da dünyadaki benzerleri ile yarışır güzellikte. Ne var ki her iki yapı da günümüzde İstanbullular tarafından tren garı olarak kullanılamıyor.

Trendeyim. Sizi bilmem ama, tren yolculukları beni romantik yapar. Bu romantizmin ardında da bilimsel gerçekler arar ve romantizmden kurtulmaya çalışır dururum. Örneğin camdan akan manzaranın akış hızıdır belki insanı hülyalara daldıran? Veya iş arkadaşım Efrayim beyden öğrendiğim bir gerçek var: trenler aslında uçarak gidiyor rayların üstünde! Makinenin çıkardığı kendine özgü müziğin de bu romantizmde etkisi olduğunu düşünürüm. Yalnız değilim elbette. Nazım’dan Sait Faik’e edebiyatımız istasyonlara ve trenlere dair kelimeler ve duygularla doludur, okumaya doyulmaz.  Dünya edebiyatında trenlerin ve istasyonların sandığımızdan daha fazla yeri var. Ne çok filmde ne çok unutulmaz istasyon ve tren sahnesi vardır hiç düşündünüz mü?

Trendeyim ve tümünü düşünüyor, bazılarına telefonumdan göz atarak geçiyorum istasyonları bir bir. Aslında kızgınım. Tren yolculuğu ülkemizde, hiç de hak ettiği değeri görmeyen, bizlere hak ettiğimiz değeri göstermeyen bir durumda. Oysa tarihimizdeki demiryolları külliyatı bir başka.

Architectural Digest dergisi Ağustos ayında dünyanın en güzel 37 tren istasyonunu konu edindi. Aralarında İstanbul Sirkeci ve Haydarpaşa garları da bulunan bu listede, bu iki yapı da dünyadaki benzerleri ile yarışır güzellikte. Ne var ki her iki yapı da günümüzde İstanbullular tarafından tren garı olarak kullanılamıyor.

HAYDARPAŞA GARI’NI VERECEK MİYİZ RANTA?

Dergiye tüm görkemi ile konu olan Haydarpaşa artık sadece vapurdan fotoğrafı çekilen bir manzara oldu. 1909 yılında inşa edilen Haydarpaşa Garı, denize açılan geniş merdivenleri ile Anadolu’nun deniz ile coşkulu bir kucaklaşmasına sahnedir. Eşsiz mimarisi Alman mimarlar Otto Ritter ve Helmut Conu imzası taşır. Mimarların kendilerine ait olan ve 1915 yılında yaptıkları evleri ise bugün Kadıköy’de asfalt yolların kesiştiği unutulmuş bir köşede bir otoparkın ortasında kalakalmıştır. Bu evin mimari özellikleri Anadolu’daki tren rayları boyunca rastladığımız küçük tren istasyonları ile benzerlik gösterir. Mimarların Haydarpaşa Garı’nı 5. Mehmet’in doğum günü için yaptığı biliniyor. Garın ve bulunduğu bölgenin ismi ise Sultan Selim tarafından teşekkür amacı ile Haydar Paşa’ya atfedildi. 1512 yılında Isparta’da doğan ve İstanbul’da mimar ocağını bitirerek Osmanlı ordusunda pek çok mimarlık ve mühendislik görevi üstlenen Haydar Paşa, Selimiye Kışlası’nın yanında pek çok köprü ve tersaneye imza atan isim.

Haydarpaşa garının yapımında kullanılan pembe taşlar Hereke’den,  cephesindeki taşlar ise Lefke-Osmaneli’nden getirilmiş; 1500 İtalyan taş ustası bu Barok stilindeki binayı elleri ile inşa etmiş. Bina sıkı sıkı çakılan 100 adet 21 metrelik ahşap kalas üzerine oturtulmuş ve bu özelliği ile kentteki en sağlam yapılar arasında yer alıyor.

Demiryolu, bu bölgedeki bahçeleri ortadan yararak geçtiğinde, bahçelerin altında bugün İstanbul’un en önemli kazı bölgelerinden birine konu olan tarihi yapıların, mezarların bulunduğu biliniyor muydu bilmiyorum. Alman şirket yetkilileri   ile saray arasında ne tür diyaloglar geçmişti, bir tarihçi heyecanı ile meraklıyım. Peronlar Bizans mirasının üstüne konumlanırken, bugünkü yapının olduğu yerde eski bir Bizans sarayının bulunduğu da yaptığım okumalar sırasında rastladığım bilgiler arasında.

Haydarpaşa, bu kazılar sebebi ile bir daha asla gar olarak kullanılamayacak sanırım. Çocukluğumdan itibaren bu garı kullanabildiğim için kendimi şanslı sayarım çünkü yeni nesillere mimarisi ile örnek verebileceğimiz güzel gar binalarımız artık maalesef yok. Oysa iyi yapı, iyi deneyim yaratır. İyi deneyim insanı değerli hissettirir.

Bu bina ve diğerleri, üzerine konumlandıkları arazileri ile rant meraklısı siyasilerin kararlarına kurban ediliyor bir bir. Haydarpaşa Garı da 2004 yılından bu yana üzerine üşüşen akbabalardan kurtulmaya çalışıyor. 2005 yılından bu yana, tam 17 yıldır sivil insiyatif bu yapıyı korumaya çalışıyor. 2010 yılında çatısı tümü ile yanan, 2013 yılından bu yana kapalı olan bu yapının ileride bir otele ve alışveriş merkezine dönüşüp dönüşmeyeceğini göreceğiz.

İSTANBUL DEĞİL; DÜNYA MİRASI SİRKECİ GARI

Dergide yer alan bir diğer bina ise, Haydarpaşa’ya karşı kıyıdan göz kırpan Sirkeci Garı. Mimari özellikleri ile en az Haydarpaşa kadar güzel olan bu yapının dünyanın en güzel 37 istasyon binası arasında listelenmesi boşuna değil. Osmanlı döneminde demiryollarını Almanlar işlettiği için, bu yapının da mimarı bir Alman, August Jachmund. 3 Kasım 1890 yılında açılışı 2. Abdülhamit tarafından yapılan gar, 2013 yılından bu yana Marmaray projesi ile birlikte tren yolculuklarına kapatılmış durumda. 

60’lı yıllarda dönemin sanat ve kültür insanlarının buluşma noktası olan, trenle İstanbul’a gelen Avrupalı turistleri karşılayan bu yapı, Marsilya’dan getirilen özel taşları ve kulelerinde bulunan Fransız yapımı saatleri ile belirsizlik içerisinde atıl biçimde akıbetini bekliyor. Kapatıldıkları günden bu yana, her iki garın da sanat etkinliklerinde kullanılmak üzere açılan çeşitli ihaleleri ile ilgili dava süreçleri devam ediyor. İstanbul’un mimari ve tarihi güzelliğinin, turistik ve kültürel mirasının simgesi olan bu yapılar dava dosyalarının arasında çürümeye mahkum edildi anlayacağınız.

İTİBARSIZLAŞTIRILAN ANKARA GARI

Söz konusu listede yer almasa da diğer bir değer Ankara Gar binasıdır. Önceleri Alman işletimindeki demiryollarının küçük bir banliyö istasyonu biçiminde inşa edilen Ankara Garı, Cumhuriyetin ilk yıllarında, başkentin yoğunluğu ile artan ihtiyacı karşılamak üzere yeniden tasarlanıyor. Yapıyı tasarlamak üzere dönemin Bayındırlık Bakanlığı tarafından Şekip Akalın görevlendiriyor ve gar 1935-37 yılları arasında inşa ediliyor.

Ankara mimarisinin en önemli değerlerinden biri olan yapı halen kullanımda olsa da, hemen bitişiğinde insafsız bir hacimle ve açıkça tasarımdan nasibini almamış bir biçimde konumlanan yeni istasyon binası altında ezilmiş durumda, can çekişiyor.

Yeni Türkiye, tarih sayfalarında hangi iyi özellikleri ile yazılacak, içinde yaşadığımız bu günlerden bunu tahmin etmek zor ancak kesinlikle bu mimari ve tasarım özellikleri ile olmayacak. Kapatılan bu binaların yerine Türkiyelilerin layık görüldüğü yeni yapılanmaların ne mimari ve tasarım özellikleri, ne de inşaat kaliteleri bu ülkenin tarihinde ve kadim kültüründe yer alan örneklerin yanına yaklaşabilecek durumda değil. Ülke dökülüyor, yapıları da dökülüyor.

İSTASYON YAPILARI KAMUSAL HAKKIMIZ

İnsan mobil bir varlık ve sürekli seyahat halinde. Seyahat eden insanın en önemli kamusal ihtiyacı bu seyahatleri gerçekleştirdikleri ulaşım araçları ve yapılar. İster şehir içi ulaşımda olsun, ister şehirlerarası seyahatlerde, bu yapıların estetik özellikleri olduğu kadar fonksiyonel anlamda mimari ve tasarım özellikleri de yolculuk deneyimini etkileyen faktörler. İyi bir yaşam kalitesi için iyi tasarımı talep etmek gerekiyor. İstanbul ve Ankara gibi dev kentler, sahip oldukları dev bütçelerle öncelikli olarak içinde yaşayan kent sakinlerine hak ettikleri tasarım kalitesini vermeliler. Her gün çalışan, yorulan, işe, ailesine gitmek için oradan oraya giden ve bu ulaşım için de para ödeyen insanlar, güvenli yolculuğu, temiz tuvaletleri, sağlıklı ve düzenli yeme-içme mekanlarını ve yolculuklarını kolaylaştıracak her türlü hizmeti ve yapısal detayı fazlası ile hak ediyorlar.

Mimari özellikleri dünya listelerinde gösterilen binaların kapalı olmasını ve akıbetlerinin belirsizliğini bir yana bırakın, bugün en basit tren yolculuğunda bile karşılaştığınız manzaraya, yaşadığınız bir deneyime, bir tasarımcı gibi göz atın.

SÖĞÜTLÜÇEŞME KAOSU

Geçtiğimiz hafta bir kez daha Söğütlüçeşme-Eskişehir seyahati için tren yolculuğu gerçekleştirdim. Burası önümüzdeki yıllarda yaklaşık 22.000 metrekare inşaat planlaması olan ve semtlilerin bu yapılaşmaya sürekli olarak başkaldırdıkları bir yer. Haklılar da. Önceki projeler ve mevcut yönetimlerin AVM ve rant merakı, bu yapının ne kadar kamusal önceliklere duyarlı olacağı hakkında soru işaretleri doğuruyor.

Bu inşaat ve dava süreci belirsizliklerinde seyahatlerimizi bu berbat ortamdan gerçekleştirmek durumunda kalıyoruz. Bugün buradan trene binmek nasıl bir deneyim mi? Şöyle:

Civarında yol üstünde otobüslerin ve dolmuşların zar zor durabildiği Söğütlüçeşme, bunların dışında Marmaray bağlantısı ile kentin en işlek noktalarından biri. Peki dolaşım sorunsalı dert edinilmiş mi? Hayır. Kentin en işlek ulaşım noktalarında rastladığımız en temel ve basit tasarım sorusu olan dolaşım, Üsküdar veya Beşiktaş iskelelerinde de çözülmediği gibi, bu noktada da belirsiz ve kaos her yerde. Otopark yok, taksi durağı yok. Şehir içi ve şehir dışı ulaşımın kesiştiği bir yer olan bu istasyona, yaya girişi, viyadük altından, yıllardır demirler ve inşaat bariyerleri ile kapalı bir yerden geçilerek yapılıyor. Bu yürüyüş sanki bir inşaat alanındaymışsınız gibi – zaten öyle – yarı tamamlanmış, kırık dökük bir asfalttan gerçekleşiyor. Etrafa mantar gibi yayılan ve her biri kendi uyumsuz tasarımı, sandalyesi ve dağınıklığı ile gelen büfelerle, ATM makineleri ile sarılı. Tam Türkiye’nin ve mega-köy İstanbul’un olağan hali gibi: kim kime dumduma.

Peronlara çıkarken, öylece boşluğa, merdivenlerin yanına konumlanıvermiş iki masadan bilet gösterip geçiyorsunuz. Kuyruk öyle uzun oluyor ki, bu merdivenin etrafında dar düdük bir yerden ilerliyorsunuz. Bilet kontrolü için bile bir yer tasarlanmamış; veya tasarlanan yerden halen geçemiyoruz.

Son derece anlamsız satıcılar, dükkanlar Eskişehir veya Ankara (yeni) garlarında da düzensizce etrafa saçılmış durumda yolcuları bekliyor. Bir tasarım profesyoneli gözü ile bu yapılardaki aksaklıkları, güvensizlikleri, zorlukları sıralasam buradaki yerim yetmez.

Her gün her mecradan Osmanlı ecdadının kudreti ile gövde gösterisi yapanların bu ülkenin insanına sunabildikleri, maalesef Osmanlı’nın kıyısından geçemiyor. Tarihteki örneklerin tersine çağımız insanı, su basan yer altı mahalleri, nemden atan gri granitler, oldukça sağlıksız ve kullanışsız yolculuk deneyimlerine layık görülüyor ve şaşılacak şey şu ki, kentliler tüm bu vasatlığı hizmet sayıyor. Diğer yandan tarihin bizlere miras olarak bıraktığı ve pekala kullanmaya hakkımız olan yapılar ise, siyasi erkin müstakbel rant hayalleri ile, kamu tarafından unutulmaya bırakılıyor.

Her gün bu mekanları kullananların daha iyisi için talebi olmadıkça, bu satırlar da anlamsız. Tasarımı yaptırmak da, talep etmek de bir kültür meselesi.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Özlem Yalım Arşivi