NEYE KULAK VERECEĞİZ?

Azerbaycan ve Ermenistan Devletleri arasında Dağlık Karabağ bölgesinin paylaşılamamasından kaynaklanan çatışmalar ve Türkiye ile Yunanistan arasındaki Doğu Akdeniz gerilimi, belli bir süredir ülke gündemini meşgul ediyor. Ülkeler arası gerilimde taraf olmak veya bizzat gerilimin tarafı olmak, öncelikle diplomatik çözüm yöntemlerinin masaya getirilmesini ve diyaloğa ağırlık verilmesini gerektirir. Gel gelelim; bu gereksinim, Türkiye’ deki siyasi iktidarın nicedir benimsediği şoven milliyetçi siyasi üslup ile örtüşmüyor.

Devletler arasında zaman zaman hortlayan uzlaşmazlık süreçlerinde,  Ermeniler ve Rumlar ile olan çelişkilerin mutat tarihi kökenleri üzerine bina edilen iletişim dili; Cumhuriyet tarihi boyunca devletin resmi ideolojisinin bir veçhesi olmuştur. Milliyetçilik ve militarizmi payanda alan sağ tandanslı siyaset yapma usulü, iç ve dış politikada asırlara varan sorunların çözümsüz kalmasına neden olmaktadır. 

AKP’ nin 2015 Haziran ayı genel seçimlerinde meclis çoğunluğunu elde edememesi sonrasında, iktidarda kalmak için MHP ile milliyetçilik temelinde varmış olduğu zorunlu mutabakata, ana muhalefet partisinin de bir itirazının olmadığını düşünüyorum. Nitekim, dokunulmazlıkların kaldırılmasına vermiş oldukları destek, sınır ötesi operasyonlar konusunda Kemal Kılıçdaroğlu’ nun “içimiz yana yana evet diyoruz” gibi, siyasi tutarsızlıklarının psikolojik dışavurumu olan açıklamaları ve Kürt nüfusun ağırlıklı olduğu bölgelerde örgütlenememiş olmaları da bu saptamamızı doğruluyor. 

Asıl sorun; aşırı milliyetçi mutabakatın, fütuhat edebiyatı ile heyecanlanan Türk toplumunda karşılık bulması ve ilk fırsatta Kürtleri ve azınlık unsurları hedef alan eylemlere dönüşmesidir. Komşusu ile derdi olmayan birisinin, “afedersiniz Ermeni dediler, Ermeni dölü, Rum tohumu” gibi galiz ifadeleri benimseyerek saldırıya geçmesi, taraflı resmi tarih öğretisi ile yapılan bilinçli yönlendirmenin bir tezahürüdür.

HDP İstanbul Milletvekili Garo Paylan’ ın, Kumkapı’daki Ermeni Patrikhanesi’ nin sokağında, Azerbaycan bayrakları ile yapılan gösterinin bir provokasyon olduğunu ifade etmesi ve yetkili makamları tedbir almaya çağırması dikkate değerdir. Anayasaya göre herkesin önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız gösteri yürüyüşü yapma hakkı vardır. Son derece barışçıl bir şekilde düzenlenen kadına yönelik şiddeti protesto eylemleri, provokasyon ihtimali gerekçesiyle yasaklanabiliyor. Savaşın tarafı ve muhatabı olmayan dini kurumlar, okullar ve ibadethaneler önünde yapılan eylemlerin, tarihte görüldüğü gibi kanlı şiddet eylemlerine dönüşmesi ihtimali, benzer saiklerle yasaklanmasa bile tedbir alınmasını gerekli kılmıyor mu? Hrant Dink cinayeti, 6-7 Eylül olayları gibi, belli çevrelerin alarmist bir tutum ile tahrik ettiği elim hadiselerin tekerrür etmesinin yaratacağı tahribatın farkında mıyız? 

Nicedir siyasi iktidarın ön haber kaynağı olan MHP liderinin anaforik beyanatlarına mı, “Susuyorum, sustukça yüreğim küfleniyor, konuşsam faydası yok, sözlerim dağılıp harfleniyor” diyen Metin Altıok’ un Sivas yangınındaki çığlıklarına mı kulak vereceğiz?

Önceki ve Sonraki Yazılar
Boray Acar Arşivi