Odysseia-Sirenler

“Skylla ve Kharybdis arasında kalmak”, günümüzde bile Batı dillerinde bizdeki “kırk katır mı kırk satır mı” karşılığı olarak kullanılan bir deyim

Geçen hafta Odysseus ve yoldaşlarının Kirke’yle karşılaşmalarını anlatmış, Tanrıça’nın sarayında sefa içinde geçirdikleri bir yılın ardından, Kirke’nin öğüdüne uyarak, yurtlarına doğru yelken açmadan önce Thebaili Teiresias'a akıl danışmak için Hades’e doğru yola koyulmak üzereyken bırakmıştık. 

Odysseus'un Hades’e inişi hiç kolay olmaz, orada karşılaştığı ruhlar ve onlarla konuşmaları başka bir yazının konusu olacak kadar uzun. Sonunda Odysseus Teiresias’ı bulmayı başarır ölüler diyarında. Bilge ruh Odysseus'a İthaka'ya dönmek için hangi yolu izlemesi gerektiğini ve yolda tanrıların gazabından nasıl sakınabileceğini bir bir anlatır. 

William Etty, Odysseus ve Sirenler, 1837

Akhaların Hades’ten sonra yine Kirke’nin adasına dönmeleriyle sürdürelim.

“Görününce erken doğan gül parmaklı şafak,

gönderdim arkadaşlarımı Kirke'nin konağına,

alın götürün, dedim, Elpenor'un ölüsünü.

O saat ağaç kütüklerini kesip ölüyü yaktık,

kıyının en yüksek yerinde acı gözyaşları döktük.

Üstündeki silahlarla yandı kül oldu ölü,

sonra bir tümsek yığdık ve bir anıt diktik,

eline yatkın küreğini mezarın tepesine çaktık.

Biz yaparken bir bir bütün bu işleri,

öğrendi Kirke bizim Hades'ten döndüğümüzü,

çabucak süslendi püslendi ve çıkageldi,

hizmetçileri de ekmek getirdiler ardından,

bol et getirdiler ve pırıl pırıl kırmızı şarap.

Ortamızda durdu ulu Tanrıça ve dedi ki:

-Yamansınız çok! indiniz Hades'in evine sağ salim,

bir kez ölür öbür insanlar, siz öldünüz iki kez.

Haydi gelin, yiyin için burada bütün gün,

Şafak sökünce çıkarsınız gene yola,

hem yolu göstereceğim size, hem anlatacağım her şeyi, 

bir aksilik çıkar bakarsınız gene,

denizde, karada bir şey gelmesin başınıza.-

Böyle dedi o, ulu yüreklerimiz de dinledi onu,

orada oturduk bütün gün, güneş batıncaya dek,

bol bol et yedik ve diktik tatlı şarabı.

Güneş batıp karanlık kaplayınca ortalığı,

adamlarım palamarların dibine uzandılar,

o da tutup elimden götürdü arkadaşlardan uzağa beni,

uzanıp yanıma sordu tekmil olup biteni bir bir,

ben de anlattım ona her şeyi olduğu gibi.

Ulu Kirke dinledi beni, sonra şu sözleri söyledi bana:

-Demek her şey böyle oldu bitti,

şimdi kulak ver sen benim diyeceklerime,

hep hatırlatsın bir tanrı sana bu dediklerimi:

Sirenlere varacaksın sen en önce,

onlar büyüler yakınlarına gelen bütün insanları,

kim yaklaşırsa bilmeden ve dinlerse onları, yandı,

bir daha evinde onu ne karısı karşılar, ne çocukları.

Sirenler onu çayırda çınlayan ezgileriyle büyüler,

çayırın çevresinde kemikler vardır, öbek öbek,

bunlar kemikleridir etleri çürüyen insanların,

büzük büzük durur kemiklerin üstünde deriler.

Durma orada yürü, arkadaşlarının da tıka kulaklarını,

tatlı balmumuyla tıka ki, onların sesini dinlemesinler,

istersen dinle sen, ama bağlasınlar ayakta seni,

hızlı geminin içinde iplerle bağlasınlar

kollarından bacaklarından orta direğe,

ondan sonra dinle Sirenleri doya doya.

Ama dostlarına yalvarır da, dersen ki ne olur iplerimi çözün,

bağlasınlar onlar senin bağlarını bir kat daha sıkı.”

Böyle der Tanrıça, Odysseus’a. Ama yoldaki tehlikeler bu kadar değildir; Sirenlerden sonrası da bir o kadar zorludur. Sirenlerden kurtulabilirlerse, bir yanında Skylla diğer yanında Kharybdis adlı iki korkunç canavarın yaşadığı dar bir boğazdan geçmeleri gerekecektir. Bunlardan Skylla altı başıyla, saldırdığı gemileri paramparça eden bir deniz yaratığıdır; Kharybdis ise denizin derinliklerinde yaşayan ve günde üç kez deniz suyunu içerek yüzeyde korkunç anaforlar yaratan başka bir canavardır. 

Léon Belly, Odysseus ve Sirenler, 1867

Sirenler

Kirke’ye yeniden veda ettikten sonra tehlike dolu yolculuklarına başlar Akhalar. Sirenlerin yaşadığı adaya yaklaştıklarında Tanrıça’nın öğüdünü hatırlar Odysseus; baştan çıkarıcı ölümcül yaratıkların büyüleyici sesine kapılmamaları için gemideki tüm denizcilerin kulaklarını balmumuyla güzelce tıkar; sonra da kendini geminin direğine halatlarla sıkıca bağlatır. Sirenleri geride bırakana dek, emir verse de bağlarını kesinlikle çözmemelerini ister adamlarından bir de. 

Sirenlerin adasına yaklaşmışlardır artık; rüzgar kesilmiş, yelkenler toplanmış ve yalnız kürekle yol alırken birden Sirenlerin şarkısı çalınır Odysseus’un kulağına:

“Gel buraya dillere destan Odysseus, Akhalıların şanı şerefi,

durdur gemini de duy bizim sesimizi.

Hiç bir gemi buradan geçemedi,

durup dinlemeden tatlı ezgilerimizi,

dinlerler doya doya, daha çok şey öğrenir öyle giderler.

Biliriz biz engin Troya'da olup biten her şeyi,

Argoslularla Troyalılara tanrıların ne acılar çektirdiğini, 

biliriz biz ne olur ne biter bereketli toprak üstünde.”

Gustave Adolf Mossa, Tok Siren, 1905

Odysseus duyduğu ezgiden o denli büyülenir ve kendinden geçer ki haykırarak kürek çekmeyi bırakmalarını emreder adamlarına; artık hep burada kalacak ve hiçbir yere gitmeyeceklerdir, öyle der. Onun bağırdığını duyan, daha doğrusu gören Perimedes'le Eurylokhos hemen kalkarak onun bağlarını daha da sıkılaştırır ve sonrasında hepsi birden tüm güçleriyle küreklere asılırlar; kadırga hızla Sirenlerden uzaklaşır(1)

Skylla ve Kharybdis

Ancak tehlike henüz geçmiş değildir; gemi kısa süre sonra bir yanında Skylla, diğer yanında Kharybdis’in pusuda beklediği uğursuz boğaza girer. 

Bu iki canavardan Skylla çok eskiden güzel bir kadındır. Poseidon’un baştan çıkardığı genç kadın, Denizler Tanrısı’nın kıskanç eşi Tanrıça Amphitrite’nin, yıkandığı pınara zehirli tuz karıştırmasıyla bir deniz canavarına dönüşmüştür. 

Başka bir söylenceye göreyse Skylla bir su perisidir. Glaucus adında bir balıkçı deniz kıyısında rastladığı sihirli bir otu yer ve bir anda kolları yüzgece, belden aşağısı da balık kuyruğuna dönüşüverir; yediği ot yalnızca onu dönüştürmekle kalmamış, ölümsüzlük ve gelecekten haber verme yeteneği de sunmuştur ona.

İşte bu Glaucus, bir gün koyda yüzerken gördüğü Skylla’nın güzelliğine vurulur ilk görüşte ama su perisi onu geri çevirir. Glaucus akıl istemek için tanrıça Kirke’yi ziyaret ettiğinde bu kez de Tanrıça Glaucus’a tutulur ve onu elde edebilmek için Skylla’nın yüzdüğü koya gizlice sihirli bir losyon dökerek su perisini deniz canavarına çevirir.

Kharybdis de geçmişte bir ölümlüdür, Gaia ve Poseidon'un birleşmesinden doğmuştur. Çok oburdur, ne yese doymaz; bir gün Herakles’in Geryoneus'tan çaldığı sürüye saldırarak hepsini yer ve buna çok öfkelenen Zeus’un gazabına uğrayarak deniz dibinde yaşayan bir canavara dönüştürülür o da.

[Bir boğazın karşı iki yakasını tutan Skylla ve Kharybdis’in Sicilya’yı İtalya karasından ayıran Messina Boğazı olduğu düşünülmüştür hep. Gerçekten de Messina dar bir boğazdır; gemilerin bir yakadaki güçlü akıntılardan kaçarken diğer yakadaki kayalıklardan da sakınması gerekir. Günümüzün sonar, radar gibi elektronik yardımcılarından yoksun eski denizcileri için, Odysseus döneminin tek yelkenli ve çoğunlukla kürek gücüyle yol yapan kadırgalarını Messina’dan geçirmek, özellikle fırtınalı havalarda bir kabus olmalıdır. “Skylla ve Kharybdis arasında kalmak”, günümüzde bile Batı dillerinde bizdeki “kırk katır mı kırk satır mı” karşılığı olarak kullanılan bir deyim.]

Yine Akhalara dönelim. Kharybdis’e yakalanırlarsa kurtuluşları yoktur, ister istemez Skylla’nın mağarasına daha yakın geçeceklerdir. Odysseus silahlarını kuşanır, kadırganın pruvasına çıkar ve denizden saldıracak canavarı gözlemeye koyulur. O ne kadar dikkatli olsa da Skylla dipten hızla fırlayarak altı denizciyi birden alır koparır güverteden ve aynı hızla kıyıdaki mağarasına çekilerek  avlarını yemeye koyulur. Denizcilerin korkunç çığlıkları hâlâ duyabiliyorken, içleri kan ağlasa da hızla küreklere asılarak uğursuz boğazı geride bırakır Akhalar. Kısa bir süre sonra Çatal Adası’na varırlar, daha kıyıya yanaşmadan bile adanın çayırlarında otlayan yüksek alınlı sığırların ve iri koyunların sesleri ulaşmaktadır gemiye kadar. Sonunda biraz dinlenebilecekleri bereketli ve huzurlu bir adaya kavuşmuş gibi görünseler de Teiresias'ın Hades’teyken ona söyledikleri gelir aklına Odysseus’un:

“Ama gene de varabilirsin sılaya, acı çeke çeke,

gemlersen kendi yüreğini ve yoldaşlarının yüreğini,

siz kaçınca menekşe rengi denizden,

yanaştırınca sağlam yapılı gemiyi Çatal Adası'na,

otlayan inekler göreceksiniz ve besili koyunlar,

her şeyi gören ve işiten Güneş Tanrı'nındır onlar,

aklın fikrin dönüşte olursa, dokunmazsan bu sürülere,

belki varırsın o zaman İthaka'ya, çile doldura doldura,

ama dokunursanız onlara, peşin söyleyeyim bak,

gemin de, arkadaşların da bil ki yok olacak,

sen kurtulsan bile, çekeceksin çok acılar,

bir tek arkadaşın kalmayacak, yitireceksin hepsini,

yabancı bir gemiyle çok geç varacaksın yurduna.”

Foça’daki Siren Kayalıkları

Odysseus adaya hiç ayak basmadan yola devam etmeyi önerse de arkadaşları ne kadar yorgun ve aç olduklarından dem vurarak ağlaşmaya başlar hep bir ağızdan ve bir gece olsun adada konaklamak için yalvarırlar. O da kabul etmek zorunda kalır gönülsüzce. Kehanetlere kulak vermemek pek akıllıca değildir oysa, onu da başka bir yazıda anlatalım.

  1. Bizde de Foça’nın açığındaki Orak Adası yakınlarındaki -bir zamanlar çok sayıda foka ev sahipliği yapan- kayalıklar “Siren Kayalıkları” olarak adlandırılagelir. Belli ki bu ad, rüzgarın kayalıklardan geçerken çıkardığı ıslık benzeri sesler Sirenlerin şarkısına benzetildiği için yakıştırılmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Oğuz Pancar Arşivi