Ayşe Naz Hazal Sezen

Ayşe Naz Hazal Sezen

Otantiklik mi? Kendilik tavafı mı?

“Kendi olma cesaretini göster! Kendini gerçekleştirmekten vazgeçme! Kendini bul!” benzeri cümleler modern otantiklik idealinin mantrası olarak yaygınlaşırken, kendini gerçekleştirme ideali hodbin hale geliyor. Kendiliğin ötesinde bir anlam kalmayışı, doğanın isteklerini duymamızın, tabiata hürmet göstermenin, soydaşlarımızı işitmemizin, gelecek nesilleri düşünmemizin, vatandaşlık görevlerinin farkına varmamızın ya da içinde bulunduğumuz dünyada rol aldığımızı idrak edebilmemizin önüne geçiyor.

Otantik olmak, kendiliğin üretimine mıhlanmak ve dışsal olanı reddetmek değildir; aksine sosyal ilişkiler ve sınırları tanıma otantikliğin ön koşuldur. Benin sınırları diğerlerinin sınırlarına çarptığında öğrenir ve genişler.

Kendiyle meşguliyeti yüzünden keşfedemediği yeni sınırların ve başka dünyaların eksikliğiyle yoksullaşan ben, sürekli kendini tavaf ederken depresyonla tanışıyor…

Performans toplumun yeni mantrası “otantiklik”. İnsan otantik olmalı, performansını şeffaf biçimde göstermeli ve kendini üretmeli! Eski Yunanca “bir işi kendi yapan kimse, asil, vekil olmayan; soylu kimse, efendi” anlamlarını barındıran authéntēs sözcüğü bugün dilimizde, “eskiden beri mevcut olan özellikleri koruyan, orijinal, aslına uygun” manalarını barındırıyor. Neoliberalizmin, ekonominin büyümesine ve bireysel özgürlüğe verimli bir saha yarattığına dair illüzyonun bir elemanına dönüştürülen “otantiklik”, yalnızca aslına uygun olmak, orijinal olmak manasını değil, kendiliğini üretmek, performans göstermek ve tüm şeffaflığıyla bu üretimi sergilemek anlamlarını da taşımaya başlamış durumda.

Otantik olmak nedir?

Kernis ve Goldman[1], otantikliği kişinin gündelik hayatın içinde engellenmiş kendiliğinin bir şekilde yaşama geçirmesi olarak tanımlarken; dış dünyanın algıladığı kişi olmaktan ziyade kişinin gerçek benliğinin farkında olması, kendine dürüst olması ve onu ifade edebilmesini kasteder. Olduğumuz gibi davranabilmektir, otantik olmak. Kendi aslımıza uygun, ideal benlik ile gerçek benliğin uyumuyla hareket edebilmek; egonun idealinin dış dünya tarafından belirlenmediği, kendimizin farkında olduğumuz, oluşumuzu önce olduğu gibi kabul edip, varlığımızı ona göre şekillendirebilmektir, otantiklik.

Kendini bul, diğerini unut!

“Kendi olma cesaretini göster! Kendini gerçekleştirmekten vazgeçme! Kendini bul!” benzeri cümleler modern otantiklik idealinin mantrası olarak yaygınlaşırken, kendini gerçekleştirme ideali hodbin hale geliyor. Kendiliğin ötesinde bir anlam kalmayışı, doğanın isteklerini duymamızın, tabiata hürmet göstermenin, soydaşlarımızı işitmemizin, gelecek nesilleri düşünmemizin, vatandaşlık görevlerinin farkına varmamızın ya da içinde bulunduğumuz dünyada rol aldığımızı idrak edebilmemizin önüne geçiyor. Neoliberalizmin otantikliği külte çevirmesiyle kim’liğimiz toplumsaldan bireye, çoğul zamirler tekile indirgeniyor. Kendiliğini üretmenin peşinde olan birey, toplumsal sorunların farkına varmadığında toplum atomize olmaya başlıyor; böylece mevcut sistem ve yönetim hakkında çoğunluk eleştiride bulunamaz oluyor.

Gönüllü performans esareti

Çarka çomak sokulmadan devinimin devam etmesi için mühim olan, bireyin kendiyle meşgul kalmasını ve performansının devamlılığını sağlamaktır. Performans sürekliliğinin sağlaması için geçen yüzyıllarda kullanılan çeşitli fiziksel ya da psikolojik baskı yöntemleri bu yüzyıl içinde etkin olamadığından, bireyin arzulanan üretim sürekliliğine gönüllü olması gerekir. Kendini gerçekleştirdiğini düşünen birey de fahri biçimde kendini sömürgeye teslim eder. Umumiyetle bilincinde olunmayan ise bireyin modern otantiklik kültüyle kendilik üretim sürecine mıhlandığı, performans öznesine dönüştüğü; diğer yandan öznellik adı altında topluluğu ve toplumsal olanı dışlayarak öfke, üzüntü ve güvensizlik devinimini arttırdığıdır.

Nezaketin taklidi dahi sağlıklı

Otantiklik olmaya dair belirgin olmayan, fakat birçok alanda kendini hissettiren bu zorlama, bireyin sürekli kendiyle meşgul olmasına neden olur. Kendiyle meşgul kişi, narsisist içe bakış açısıyla toplumsal payından kendisini arındırmaya başlar. Otantik oluyorum, kendim oluyorum, toplumun benden istediklerini yapmıyorum diye düşünürken, kendi zihinsel dengesini koruyan toplumsal jestleri, ritüelleri, kodları uygulamayı bırakır; sokakta gülümsemeyi bırakır mesela… Kendimizle meşgulken sıklıkla fark etmediğimiz, dışa ait diye ilgimizi yönlendirmediğimiz toplumsal değerlerin psikolojik ve fiziksel sağlığımızı ne kadar etkilediğidir. Üstüne düşünmediğimiz ritüel haline gelmiş hareketlerimiz; gülümsememiz, diğerinin farkına varmamız, reverans yapmamız, arkamızda oturanın rahatsız olabileceğini düşünerek koltuğumuzu yatırmamamız ya da herkese açık alanlarda yüksek sesle video izlemememiz parçası olduğumuz topluluğun içinde güvende ve keyifli hissetmemizi sağlar. Taklit dahi olsa bir tebessüm, içe bakmakla meşgul olan ben’i dışarı çeker ve bu nezaket karşısında keyifli hissetmeyi sağlar. Nezaket içeren jestlerin, kaba, umursamaz ve çiğ tavırlar yerine nesiller boyunca tercih edilmesinin sebeplerinden biridir; ritüel haline gelmiş toplumsal jestlerin ruha, hatta bedene iyi gelmesi.

Kendiliğin üretimine mıhlanmış ben

Otantik olmak, kendiliğin üretimine mıhlanmak ve dışsal olanı reddetmek değildir; aksine sosyal ilişkiler ve sınırları tanıma otantikliğin ön koşuldur. Benin sınırları diğerlerinin sınırlarına çarptığında öğrenir ve genişler. Günümüzde bir zorlamaya dönüşen “kendini bulma” baskısı sahici olmak, kendin olmak gibi mottolarla toplumsal olanı reddettiğinde oraya çıkan kabalık ve sığlık, topluluk içinde güvensiz, öfkeli ve üzgün hissetmemize neden oluyor. Otantiklik baskısıyla içe bakmakla meşgul olan ben: “Üzgünken sahte davranmıyor ve gülümsemiyorum, ben samimiyim” ya da “Otobüste olsam da şu an taraftarı olduğum takımın maçını izlemek istiyorum, kendim gibi davranıyorum” dediğinde toplumsal nezaket ritüelleri yok ederek nesnel olan ilişkilerimizi öznele irca ediyor. Karşılığında, kaybolmaya başlayan müşterek ilişki ağları içinde daha öfkeli, hayal kırıklığına uğramış veya güvensiz hissediyoruz.

Kendilik tavafı ve depresyon

Otantik olmayı, kendiliğini üretmeye odaklanan bir performans öznesine dönüştürdüğümüzden beri narsistik içe bakışla dış dünyadan uzaklaşıyoruz. Kendiliğimizin sınırları dışında olan ilişkileri reddetmenin, sosyal etkileşimleri yitirmenin sonucu olarak narsistik bozuklukların günümüzdeki artışını gözlemleyebiliriz. Samimiyet adı altında kendimizi ifşa ederken, pornografik olarak sergilemeye başladığımız ben’in gizil yanlarının kalmayışı yaşamımızı ve ilişkilerimizi profanlaştırıyor. Kendiyle meşguliyeti yüzünden keşfedemediği yeni sınırların ve başka dünyaların eksikliğiyle yoksullaşan ben, sürekli kendini tavaf ederken depresyonla tanışıyor…


[1] Kernis, M. H., & Goldman, B. M. (2006). A multicomponent conceptualization of authenticity: Theory and research. In M. P. Zanna (Ed.), Advances in experimental social psychology, Vol. 38, pp. 283–357). Elsevier Academic Press.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Ayşe Naz Hazal Sezen Arşivi