Özübaşına ya da tek başına
İYİ Parti yönetiminin, yerel seçimlerde “Türkiye’yi değil ama AKP’yi rahatlatacak” bu kararı almakla, kendi sonlarını hazırladıkları söylenebilir. Askerlerin 1960 yılında 27 Mayıs’ın ardından, 1961 seçimlerinde DP oylarını bölme amaçlı YTP denemelerinin güncellenmiş halini izliyor gibiyiz. Özübaşına seçimlere girme kararı yerel seçimlerin sonunda, İYİ Parti’yi “tek başına” bırakacağa benziyor.
“Belediyeleri kaybetmeyi göze alarak, Türkiye’yi kurtarmak.” Yerel seçimlere “hür ve müstakil” ya da “özübaşına” girmek. Bu söylem; seçim öncesinde muhalefet partileri arasındaki rekabete İYİ Parti’nin bakış açısını yansıtıyor.
CHP’nin genel seçimler öncesinde “altılı masa” çevresinde oluşturmaya çalıştığı, seçim ittifakının uğradığı hezimetten yeterince etkilenmediğini de gösteriyor. Bu kez adını değiştirerek önerdikleri son “iş birliği” girişimi, İYİ Parti tarafından kesin bir dille geri çevrildi.
Karar; siyasal strateji belirlenirken; “sürekli dostluk ya da düşmanlıkların değil, çıkarların baskın geleceği” kuralını göz ardı eden CHP yönetiminin, altı ay aradan sonra İYİ Parti’den aldığı ikinci ders oldu. Özellikle son kurultayın ardından parti içindeki etkisi gözle görünür biçimde hissedilen Ekrem İmamoğlu’nun, siyasal pragmatizme dayalı ısrarının İYİ Parti yönetimini etkilemediğinin de göstergesi.
Aslında Akşener’in direttiği “özübaşına” seçimlere girme kararının, kendi partisine değil ama CHP’ye olumlu katkı yapma olasılığı hayli yüksek. Bu
varsayımın gerçekleşmesi, CHP yönetiminin iktidara giden yolun sürekli eleştirdikleri, AKP ve ona yakın partilere benzemekten geçmediğini kesinlikle fark etmeleriyle yakından ilgili. CHP’nin yeni bir paradigmaya gereksiniminin, - Türkiye’nin içinde bulunduğu koşullar dikkate alındığında- her zamankinden daha fazla olduğu çok belirgin. Böyle bir çalışma; laiklik, başörtüsü ve helalleşme tartışmalarıyla, AKP’nin değirmenine su taşıyan yaklaşımın da alternatifidir.
Özetlemek gerekirse, partinin güncel ve genel yaşamı etkileyen olumsuzluklara yönelik eleştirilerini, hemen her gün yineleyen aynı kişiler yerine sürekli değişen bu alanda uzman sözcüleriyle ve mutlaka pratik çözüm önerileriyle kamuoyu önüne getirmesi iyi bir başlangıç olabilir. Örneğin büyük şehirlerde küçük yaşta öğrenciler başta, çalışanların yakınmalarını dikkate alan bir kampanya başlatılabilir. Belediyeler ve çok sayıda çalışanı bulunan, özel sektöre ait işyerlerinin çalışmaya başlama ve bitiş aralıkları, havanın aydınlandığı saatlere kaydırılabilir. Eş zamanlı olarak bu sisteme katılacak AVM’ler de çalışanlara değiştirilen saatlere göre alış-veriş olanağı sağlarlar. Seçim öncesinde CHP’li Başkanların yönetimlerindeki kentlerde, otobüs, metro, tren istasyonları ve iskele girişlerinde imza kampanyaları düzenlenerek, halkın önce dikkati çekilir
ardından desteği alınabilir.
Daha uzun erimli projeler örneğin; kayıt dışı ekonomi, depreme karşı alınacak önlemler, vergi sisteminin değiştirilmesi, eğitim ve güvenlik, hukuk ve yargı, dış politika, tarım ve kentleşme konularında, gerçekçi ve kalıcı bir çalışma ilgili kesimlerin katılımı ve destekleri alınarak, partinin programına dönüştürülebilir.
Yeni yönetimin büyük ölçüde eski üst yönetimin üyelerinden oluşması, kökten çözüm önerilerinin gündeme getirilmesini engelleyebilir. Hızla yenilenecek üye yapısı bu kesimin direncini kesinlikle ortadan kaldıracaktır.
Üstelik alınacak kararla, yeni programların partinin en alt kademelerinden başlanarak, tartışılması katılımcılığın öne çıkarılmasını sağlamakla kalmayacak, partide yeni bir heyecan yaratacaktır.
İYİ Parti yönetiminin, yerel seçimlerde “Türkiye’yi değil ama AKP’yi rahatlatacak” bu kararı almakla, kendi sonlarını hazırladıkları söylenebilir. Askerlerin 1960 yılında 27 Mayıs’ın ardından, 1961 seçimlerinde DP oylarını bölme amaçlı YTP denemelerinin güncellenmiş halini izliyor gibiyiz.
Özübaşına seçimlere girme kararı yerel seçimlerin sonunda, İYİ Parti’yi “tek başına” bırakacağa benziyor.