
Kaya Türkmen
Yolsuzluk nedir?
Erdoğan, 10 Şubat 2014'te Al Jazeera televizyonuna verdiği röportajda şöyle diyordu: "Ben yolsuzluk dendiğinde şunu anlarım: Devletin kasası soyuluyor mu, soyulmuyor mu? Ayakkabı kutusu içerisinde söylenen olaylar, Halkbank’tan alınan ya da soyulan para değildir".
17-25 Aralık sürecinde Halkbank Genel Müdürü'nün evinde bulunan ayakkabı kutularındaki paralardı söz konusu olan.
Erdoğan’a göre, bu paralar devletin kasasından çıkmamış, demek ki yolsuzluk molsuzluk da olmamıştı.
Uluslararası hukukta yolsuzluk tanımı çok daha geniş ve Erdoğan’ın söylediklerine hiç benzemiyor.
Yolsuzluk sadece devletin kasasını soymak değil. Ona hırsızlık deniyor zaten.
Çağdaş hukuka göre, kişisel veya parti çıkarı uğruna kamu görevlerinin kötüye kullanılması, ihalelerin yandaşa dağıtılması, rüşvet, usulsüz komisyonlar, imar rantları, garanti ödemeleri, kayırmacılık... Bunların hepsi yolsuzluk.
Ve biz bu sayılanların hemen hepsini Akape iktidarı döneminde öğrendik.
Akape döneminin yolsuzluk haritasında ilk sırada, yandaş müteahhit düzeni yer aldı. Kimilerinin “Beşli çete” veya “40 haramiler” diye adlandırdığı iktidarın gözbebeği şirketler devletin milyarlarca liralık ihalelerini adrese teslim “kazandılar”.
Özellikle TOKİ eliyle yürütülen projelerde rekabet ilkesine aykırı biçimde, davet usulüyle ihaleler dağıtıldı. Devletin kasasından para çalınmadı ama devletin o işi daha az para harcayarak yaptırması mümkündü.
Şehir hastaneleri, havaalanları, barajlar, millet bahçeleri fahiş fiyatlarla yapıldı. Bunlara bir de devlet garantili projeler eklendi: Avrasya Tüneli, Osmangazi Köprüsü, İstanbul Havalimanı… Her yıl geçmeyen araçların, uçmayan yolcuların parasını halk cebinden ödedi. Yani devletin de milletin de cebinden oluk oluk para aktı.
On beşe mal edilen projeyi devlet kendi imkanlarıyla beşe mal edebilirdi. Burada da mı yok yolsuzluk?
Belediye arsasını birilerine beş liraya satıp on beş liraya geri almak yolsuzluk değil mi? Devlete, yani kamuya ait olan bir değerin ona buna peşkeş çekilmesi yolsuzluk değil mi?
Akape’li belediyeler bu düzenin temel taşlarından biri oldu. İstanbul ve Ankara’daki Akape döneminde, milyarlarca liralık kamu kaynağı Ensar, TÜRGEV, TÜGVA gibi vakıflara aktarıldı. Bu vakıflar, doğrudan parti kadrolarının yönettiği yapılardı. Kamu kaynaklarının dini ya da ideolojik STK’lar üzerinden yönlendirilmesi, siyasetin arka kapısından servet transferi anlamına geliyordu.
En sarsıcı yolsuzluk dosyası 17-25 Aralık operasyonlarıyla ortaya saçıldı. Reza Zarrab’ın rüşvet çarkı, dönemin dört bakanının adını doğrudan içeriyordu. Evlerde bulunan ayakkabı kutuları, para sayma makineleri ve kasalar bu sistemin sembolüne dönüştü. Dönemin İçişleri Bakanının oğlunun, iş takibi karşılığında para çuvallarıyla görüntülenmesi kamuoyuna yansıdı. Zarrab, ABD’de verdiği ifadede, bir bakana 50 milyon euro rüşvet verdiğini itiraf etti. Bu rüşvet de mi yolsuzluk değildi, devletin kasasından çıkmadı diye?
Bu rüşvetler karşılığında, İran’a yönelik uluslararası ambargonun Halkbank üzerinden delindiği ortaya çıktı. Yani Türkiye, bir suç zincirinin hem finansörü hem de aklayıcısı hâline gelmişti. Yine de bu dosya iç siyasette “darbe girişimi” etiketiyle örtüldü, soruşturmalar kapatıldı.
25 Aralık'ta yapılmak istenen ikinci dalga operasyon, “paralel yapının yargı darbesi girişimi” olarak nitelendirildi. Savcılar görevden alındı, polisler sürüldü, dosyalar rafa kalktı. Meclis’te kurulan komisyon, dört bakanı Yüce Divan’a göndermeme kararı aldı. Böylece hukuk, siyasetin eliyle gömüldü.
Kamu bankaları iktidarın arka bahçesi gibi kullanıldı. Ziraat Bankası üzerinden verilen kredilerle yandaş medya satın oluşturuldu. Demirören grubunun Doğan Medya’yı bu yolla alıp hâlâ borcunu ödemediği iddiaları ortada duruyor. Halkbank ise zaten Zarrab dosyasının merkezindeydi. Üstelik bu bankalar, gerçek ihtiyaç sahiplerinden çok, siyasi akrabalara ve müteahhitlere kaynak akıttı.
Yolsuzluk, sadece mali bir suç değil, aynı zamanda ahlaki bir çöküş. “Kasadan çalınmadıysa sorun yok” demek, bu çürümeyi meşrulaştırmaya çalışmak.
Oysa biliyoruz ki ayakkabı kutularına gizlenmiş paralar, kamu yararı kisvesi altında şişirilmiş faturalar, torpilli ihaleler, partizan vakıflara akan milyonlar... Bunlar sadece hırsızlık değil, bir rejimin kendine kurduğu finansman mekanizması.
Yolsuzluk, kamunun kasasından para çalmanın çok daha fazlası.
Suçsuz insanları iftiralarla hapse atıp hayatlarından çalınan her gün, her dakika da yolsuzluk.