F. Nesrin Karadağ

F. Nesrin Karadağ

ANNE’İ ANNEM ANLARDI AMA BEN ÖFKELENİYORUM.

Tiyatro İn’in bu sezon martta başlayan yönetmenliğini Onur Ünsal’ın yaptığı Defne Kayalar ve Engin Hepileri’nin oynadığı oyunu Anne gelecek sezonda da seyircisiyle buluşacak.

Annemi kaybedeli 13 yıl oldu. Her anne kadar korumacı her anne kadar kendi istediği olsun diyen ve her anne kadar sevgi doluydu. Adet olmuş her dedim ama her anne gerçekten öyle mi? Değilse neden? Onun da kendi hayatıyla ilgili keşkeleri, pişmanlıkları vardı mutlaka. Ama çocukların derdinden onunkilere hiç sıra gelmezdi. Kendince çok sevdiği çocukları için iyi şeyler isterdi. Peki hoşnut olmadığı şeyler yaptığımızda kötücülleşir miydi? Ben evden ayrıldığımda, abilerim evlendiğinde kızdı mı bize? Her fırsatta arar, özlediğini söyler ve gel der, ben aramadığımda kızar gönül koyardı. Anne gibi.

Bir insanın özelde bir kadının hayattan beklediği şeyler nelerdir? 22 yaş gibi bugün artık -uygar dünyada-erken sayılabilecek bir yaşta evlenen, kendini eşine ve çocuklarına adayan bir kadın, hayatından nasıl memnun olur? Bir kadın isterse evinin tüm işini yapabilir, yemek pişirebilir, çocuklarını büyütebilir; ama isterse. Bilinçli bir istek ve farkındalıkla bunları yaparsa bu kendine hayatı için biçtiği rol olabilir. Peki seçme hakkı yoksa, ya da bunun seçimlik bir şey olduğunun hiç farklına varamamışsa, ataerkil düzen buna hiç izin vermemişse… O zaman ne olur?

Florian Zeller’ in 2010 yılında ilk kez sahnelenen oyunu “Anne” işte bu sorulara cevap arıyor. Çocukları büyüyüp evi terk ettikten sonra kocasıyla baş başa kalışını, evliliğini ve geldiği noktayı sorguluyor Anne. Tüm bu sorgunun onda yarattığı parçalanmayı görüyoruz sahnede. Anne ’in açıktan yapmadığı şey ise kendiyle hesaplaşma. Bunu yapamıyor, fakat öylesine büyük bir acı çekiyor ki avuntuyu ilaçlarda ve içkide arıyor. Kendisiyle öyle hesaplaşamıyor ki tüm öfkesini kocasına, bir türlü gelmeyen oğluna ve çoktan vazgeçtiği kızına yöneltiyor. Ben ne yaptım bu hayatta ne yapmalıyım diye sormuyor ve elinin altındakilerden çıkarıyor acısını. Bu belki de seçim şansı olabileceğine dair hiçbir fikri olmamasının tamamen içselleşmesiyle ilgili bir durum. Çözümü kendinde aramak yerine kötücül, şüpheci ve özgüvensiz bir yerde durmayı tercih ediyor.

Hikâye aslında fazlasıyla tanıdık. Annem izlese bu kadına hak verebilirdi, onu anlardı ama ben öfkeleniyorum. Belki de Zeller tam da bu yüzden kadının bütün çaresizliğini böylesi bir yolla göstermeyi, seyircisini Anne’e öfkelendirmeyi tercih etmiş. Şehirli, çağdaş belki feminist diyebileceğimiz kadınları Anne’in çaresizliğini göstererek öfkelendirmek. Öyle ki; seçimini evlenmemekten ve çocuk yapmamaktan yana kullanan kadınların tercihlerinin yerinde olabileceğini sezdirecek kadar güçlü bir antikahraman Anne. Feminist bir gözle bakarsak değişmeyen dönüşmeyen kendi gücünün farkına varamayan bir kadın. Bu haliyle de izleyiciye ilham olmak yerine içine düştüğü çukuru ona yeniden gösteren, bugün artık istemediğimiz bu kadınlık rollerini yeniden üreten bir hikâye. Ama öfke belki işe yarayabilir.

Anne’nin oğluna düşkünlüğünün yanında kızına ve oğlunun sevgilisi duyduğu düşmanlığa varan hal ise son derece tanıdık ama bir o kadar açıklanmaya muhtaç. Kocasının kendisini genç bir kadınla aldattığı iması ise genç olan tüm kadınlara düşmanlık etmek için bir gerekçe gibi. Rollerin birbirinin içine geçtiği, gerçekle hayalin karıştığı bu dünyada sanki toptancı bir yaklaşım var; tüm erkekler bir gün terk eder, tüm kadınlar kötüdür. Böyle bir anlayışın içinde Anne öyle yalnız ki, çıkışı bulamıyor ve bu yalnızlığın sebebi ise yine bu bakış açısı. Feller bu karışık, tekrarlı ve gerilimli atmosferle geleneksel, sorgulamayan ev kadınının bir portresini bize gösteriyor gibi. Bu haliyle de tüm bu eleştirilerin yanında Anne’i bir prototipe dönüştürüp mekanizmayı gösteriyor. Bu yüzden de hikâyede gerekçeler yok, geçmiş hikâyeler yok. Her şey şu anda ve Anne’nin kafasının içinde. Fakat göstermeye çalıştığı işleyiş ne kadar açığa çıkıyor doğrusu çok emin değilim. Evet öfkelendiriyor ama değişime dair öyle az şey söylüyor ki. Sadece olanı bu denli sert şekilde göstermek yeterli mi? Tekrarlar, hayaller, anlatım dili güzel ama kadının elinden kadının ezilmişliğini yeniden üretmiyor mu bu tercih? Anne’in hem kendi kızına hem de oğlunun sevgilisine karşı olan öfkesi, kini, sevgisizliği biraz fazla değil mi? Bunları düşünürken aklıma hocam Metin Balay’ın söylediği şu sözler geliyor; gerçek öylesine güçlüdür ki, onu var olan yanıltıcı ögeler içinde isteyerek ya da istemeden göstermek seyirciye çok şey söyler.

Geçen sene Antony Hopkins’li Olivia Colman’lı “Baba” (The Father) filmiyle bizi kendine hayran bırakan Florian Zeller, Father’da da yine duygularımızı harekete geçirmeyi hedeflemiş ve bunu başarmıştı. Hikâyeyi ve olayları alzheimerlı yaşlı bir babanın gözünden anlatıyor olması daha önce denenmemiş bir buluş olarak dikkat çekiciydi ve film gücünü buradan alıyordu. Bunun üzerine iyi oyunculuklarda eklenince Father tüm dünyada haklı övgü ve ödüller almıştı. Annedeki buluş ise bu denli güçlü değil maalesef; yine duyguları harekete geçiriyor, yine merkezdeki karakterin zihninden olayları gösteriyor ama deneyimin kendisi daha bildik olduğundan aynı çarpıcılığı yakalayamıyor.

Oyunda Anne rolünde Defne Kayalar oldukça etkileyici bir performans ortaya koyuyor, adeta hayatının en önemli başrolünü oynadığını düşündüğünü düşündürüyor seyirciye. Babayı oynayan Engin Hepileri her zamanki gibi işini titizlikle yapan ve rolünün hakkını veren sakin oyunculuğu ile oyundaki çatışmayı daha da görünür kılmayı başarıyor. Oğul ve Kız rollerinde izlediğimiz Doğa Halis ve Sevda Erginci ise maalesef Defne Kayalar ve Engin Hepileri’nin performanslarının yanında biraz sönük kaldı. Belki de oyunun inandırıcılığının kırıldığı zayıf nokta burası. Onur Ünsal’ın bir yönetmen olarak işini titizlikle yaptığı sahne trafiğinin şaşmazlığı, ışık tasarımındaki özen, ses ve müziklerin yarattığı atmosferin etkisi, dekordaki yaratıcılıktan ve masraftan kaçılmamış olduğundan ve tabi ki oyuncuların sahnedeki performansı ve metni sahneye aktarıştaki gücünden anlaşılıyor. Cem Yılmazer’in iddialı dekoru son derece gösterişli büyüleyici ve yaratıcı.

Fransız yazar ve yönetmen Florian Zeller son yılların dikkat çeken genç kuşak isimlerinden biri. Özellikle “Baba”, “Anne” ve “Evlat” üçlemesi ile ülkemizde de adından söz ettiriyor. Bu sezon mart ayında Prömiyer yapan Anne gelecek sezonda daha da ilgi çekecek gibi görünüyor.

Kafası karışanlara küçük bir not; “Anne” oyunundaki karakterin adı Anne (with an E?). Bu yüzden metnin neresinde anne dedim neresinde ismini söyledim, doğrusu ben bile karıştırdım. Başka dillerde bu problem yaşanmasa da sanki adıyla özdeşleşmiş hatta istemeden de olsa karakteri genelleştirmiş gibi bir etki yarattığını da söylemek lazım. Bu durum Türkçeye özgü olarak metinde katman yaratmış bile denilebilir. Bir de “Baba” ve “Evlat” oyunlarında da anne ve kız evlat rollerindeki kadın yine Anne (isim). Yani sanki üçleme Anne adlı kadının kadınlık durumlarını ve rollerini merkeze alıyor. “Evlat”ı maalesef henüz görmediğim için daha fazla yorum yapamıyorum.

Yazan: Florian ZELLER

Çeviren: Ayberk ERKAY

Yöneten: Onur ÜNSAL

Oyuncular

Anne: Defne KAYALAR

Baba: Engin HEPİLERİ

Oğul: Doğa HALİS

Kız: Sevda ERGİNCİ

Önceki ve Sonraki Yazılar
F. Nesrin Karadağ Arşivi