Tuğçe Küçük

Tuğçe Küçük

BÜYÜLÜ BİR SANAL GERÇEKLİK: SOSYAL MEDYA

Amacı insanları ekran başında tutmayı sağlamak olan platformlar karşımıza sonsuz sayıda içerik çıkarırken birçoğumuz dibi görünmeyen bu kuyuda savrulmaktayız… Hayatlarımızdan dolu dolu geçirebileceğimiz gerçek zamanı çalan, bizi ekrana kilitleyen bir sihrin içinde yaşamak yabancılaşmayı, yalnızlığı, güvensizliği, kutuplaşmayı da hayatımıza ekledi. Acaba kitlelerin dünyasında ana unsur haline gelen sosyal mecralar hayatlarımıza dokunmuş sihirli bir değnek mi yoksa bir zehir mi?..

“Bizler dünyanın gerçeklerini, bize sunulduğu kadarıyla kabulleniriz. Olay aslında bundan ibaret.”

(The Truman Show, Yön. Peter Weir)

Sanal ile gerçeğin birbirine karıştığı, sosyal ağlara bağımlı hale gelen kitlelerin zamanının büyük bölümünü bir ekrana bakarak geçirdiği, görme ve görünme isteğinin had safhaya ulaştığı günümüzde milyarlarca ‘Truman Show’ var diyebilir miyiz?..

1998 yapımı filmde Truman’ın her şeyden habersiz bir şekilde anne karnından 30 yaşına kadar bir televizyon şovu içinde yaşadığı anlatılıyor. Onun yaşadığı ada, çevresindeki insanlar, mesleği birer kurgudan ibaret…

Tıpkı Truman’ın gözetlenerek geçen, bir televizyon şovu olan hayatı gibi; Facebook, Twitter, Instagram vb. platformlar aracılığıyla her bir kullanıcının hayatının (kendi isteğiyle) realite-şova dönüştüğü bir sanal dünyanın içinde yaşıyoruz. Ve tıpkı Truman için kurgulanan sahte hayatta olduğu gibi hayatlarımızın merkezinde duran bu platformlarla, her bir kullanıcının ilgi alanlarına göre özel içeriklerin oluşturulduğu, her kullanıcının kendisine ait bir gerçekliğin yaratıldığı, her bir kullanıcının aslında birer Truman haline geldiği bir sosyal gerçekliğin dönülmez ufkundayız! Görüldüğü üzere vakit de artık çok geç…

Çevrimiçi platformlar sihir mi zehir mi?

Amacı insanları ekran başında tutmayı sağlamak olan bu platformlar karşımıza sonsuz sayıda içerik çıkarırken vakit gerçekten de artık çok geç. Çünkü birçoğumuz dibi görünmeyen bu kuyuda savrulmaktayız… Hayatlarımızdan dolu dolu geçirebileceğimiz gerçek zamanı çalan bizi ekrana kilitleyen bir sihrin içinde yaşamak yabancılaşmayı, yalnızlığı, güvensizliği, kutuplaşmayı da hayatımıza ekledi.

Peki, bu platformlar hiç mi iyi şeylere vesile olmadı? Oldukça tartışmalı olan soru da bu.  Kitlelerin hayatlarında ana unsur haline gelen sosyal mecralar hayatlarımıza dokunmuş sihirli bir değnek mi yoksa bir zehir mi?

Artık kitlesel hareketler sosyal mecralar aracılığıyla kolaylıkla gerçekleşebiliyor. Bu ağlar üzerinden dünya çapında sistematik değişimler gerçekleşti/gerçekleşmeye devam etmekte. Çeşitli konularda farkındalık çalışmaları, yardım kampanyaları sosyal mecralar üzerinden hızla yayılıyor. İnsanlar, bağlantısını kaybettiği insanlarla yeniden bu platformlarda buluştu. Ya da birbirinden uzakta olan insanlar bu ağlar aracılığıyla artık birbirlerine çok yakın. Bu platformların hayatı kolaylaştırdığı, güzel dokunuşların aracı olduğu örnekleri sayılabiliriz evet, ama madalyonun diğer yüzü ne diyor?

İnsanlar bu mecralarda ne kadar aktif zaman geçirirlerse şirketler o kadar kazanç elde ediyor. Öyleyse dolaşan bilginin doğruluğunun, toplum üzerindeki etkisinin, birey üzerindeki etkisinin bir önemi olmaksızın amaç bizi bir şekilde çevrimiçi tutmak… Hangi içerik üzerinde daha fazla durduğumuz kaydediliyor, hamlelerimizle kim olduğumuz hakkında verdiğimiz bilgi, bizi çevrimiçi tutacak içerikleri kişiliğimizle daha tutarlı hale getiriyor. Bu akışın parçası olan kitleler elektronik cihazların bağımlısı haline geliyor. Bu da aslında tamamen manipülasyona dayalı yeni bir iletişim kültürünü doğuruyor.

Sosyal medya bir uyuşturucu

Filtreler, efektler, beğeniler, yorumlarla bir mükemmeliyet algısı etrafına yerleştirilen hayatlarımız sahte ve kırılgan bir popülerite içeriyor. Oysa gerçek dünyada filtreler ve efektler yok. Kimse sosyal mecralarda göründüğü kadar kusursuz, parlak, ışıl ışıl değil. İşte tam olarak bu durum insanları depresyon ve kaygıya sürüklüyor. Özellikle sosyal mecraların ortasında büyümüş olan Z-kuşağı çocukları tam da bu sebeplerle çok daha kırılgan, depresif ve kaygılı…

Ancak yine aynı sebeplerle, herkesin istediği gibi göründüğü, herkesin her daim mutlu göründüğü, herkesin dilediği yorumu çekinmeden yapabildiği bu mecraların vaatlerinin sahte bile olsa gerçek hayattan çok daha parlak oluşu gözlerimizi alıyor. Hâl böyle olunca varılan nokta bu sistemler üzerinde kontrolümüzü kaybettiğimizi gösteriyor. Nitekim artık onlar bizi kontrol ediyor…

Post-truth çağında her şeyi biliyor/hiçbir şey bilmiyoruz

Sosyal platformların bir diğer yönü benzer görüşlere sahip insanların bir araya gelmesindeki fiziki engeli ortadan kaldırıyor oluşu. Sosyal mecralar üzerinden oluşturulan topluluklar, hızlı haber alma ve kitleselleşme olanağı sunuyor. Böylece bir siyasi parti ya da sivil toplum kuruluşunun parçası olmaksızın bireyler kendileriyle türdeş düşüncelere sahip olan insanlarla çevrimiçi platformlarda bir araya gelebiliyorlar.

Bunun bir adım ötesinde ise dijitalleşen medyanın klasik medyadan bağımsızlaşarak kendi gerçekliğini yarattığı, kullanıcıların içerik üreticisi durumuna geldiği nokta var. Bu değişim bir yönüyle geleneksel medyanın tekelci yapısına alternatif olsa da içeriğin her kullanıcı tarafından üretilebilmesi ve hızlı yayılması manipülasyon, propaganda ve reklamı da beraberinde getiriyor. Gerçekliğin çarpıtılması sonucunu doğuran bu durum, ‘post-truth’ (‘hakikat sonrasılık’) kavramı ile karşılanmıştır. ‘Post-truth’, ön yargılı haberlere duyulan ilginin artmasına neden olmakta ve kullanıcılar kendi dünya görüşlerine uygun içeriğe yönelmekte, bu da içeriğe duyulan şüpheyi ortadan kaldırmaktadır.

İşte bu durum, ‘benzerseverlik’ kavramı ile ifade edilen bir duruma; benzer kişi, grup ve fikirlerin bir araya gelmesiyle yeni fikir üretiminden ziyade aynı düşüncenin güçlenmesine yol açıyor. Bu bağlamda sosyal mecraların kâr amaçlı bir iş modeli olduğu düşünülürse yayılan bilginin doğruluğunun bir öneminin olmadığı, önemli olanın bilgi akışının devam etmesi ve kitlelerin çevrimiçi kalma sürelerinin uzaması olduğu kabulüyle hepimiz için çok tanıdık bir örnek olan Covid-19 hakkında dolaşan bilgileri düşünelim: Covid-19 insanlar eve kapansın diye devletler tarafından mı üretildi? Covid-19 diye bir şey aslında yok mu, bu sadece grip mi? Aşı insanlara zarar veriyor mu? … Bu konuda onlarca, yüzlerde komplo teorisi var ve bunlar sanal mecralarda hızla ve yaygın şekilde dolaşıyor.

Böyle bir hal içindeyken, ilgilendiğimiz sorun ne olursa olsun söylentiler öyle hızla yayılıyor ki neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemeyecek hale geliyoruz.  Dolayısıyla sosyal platformları kullanalım ya da kullanmayalım, şu noktada onlar sosyal hayatımızı da siyasi kararlarımızı da akıl sağlığımızı da etkiliyor.

Dünya artık manipülatif bir düzlem

İnsanların hiçbir şeye inanmadığı, her şeyin komplo teorisi olduğunun düşünüldüğü bir dünyada kimliklerimiz ve inançlarımız konusunda kontrolü giderek kaybediyoruz. Kitlesel karmaşa, siber zorbalık, kutuplaşma gibi sosyal mecraların hayatlarımıza eklemlediği bir dizi sıkıntıyla boğuşurken gerçek sorunlara odaklanmaktan uzaklaşıyoruz.  Siber teknolojiyi üreten merkez ülkeler bilgiyi de üretenler haline geliyor.

Başta söylediğimiz gibi dünyanın gerçeklerini bize sunulan kadar biliyorken ve böylesi bir manipülatif alanda yaşarken sosyal duruşumuzun, siyasi kararlarımızın tamamen kendimize ait olduğundan emin olabilir miyiz?.. Emin misiniz ‘gerçekten’?!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuğçe Küçük Arşivi