Tuğçe Küçük

Tuğçe Küçük

HELİOS’un PHAETHON’UNDAN ADA’daki FAYTONA: ATLI ARABA KÜLTÜRÜ

Atlı araba, Yunan mitolojisinden adını almış MÖ 2000’lerde yola çıkmış çağlar, devirler aşmış bir kültür olmuş bugüne kadar gelmiş…

Pierre de Gigord Collection of Photographs of the Ottoman Empire and the Republic of Turkey, 1850-1958

Güneş Tanrısı Helios, güneşi taşıdığı atlı arabasıyla her sabah dünyayı aydınlatmak ve ısıtmak için doğudaki sarayından çıkar güneşi gökyüzüyle buluşturur akşam olunca da batıdan yeryüzüne inerek günlük döngüsünü tamamlarmış. Helios’un kendisinden çok uzaklarda ölümlü annesi Klymene ile yaşayan oğlu Phaethon bir gün çıkagelmiş. Phaethon, kendisinin Güneş Tanrısının oğlu olduğuna inanmasa da annesinin sözleri üzerine düşmüş yollara. Helios ise Klymene’in adını duyunca anlamış Phaethon’un onun oğlu olduğunu. Ona babası olduğunu kanıtlamak için istediği bir şeyi dileme hakkı vermiş. Phaethon da Helios’un her sabah dünyayı aydınlattığı arabasını bir gün kullanmak istediğini söylemiş. Helios, bunu kendisinden başka bir tanrının bile başaramayacağını, zira yarı ölümlü bir genç için imkansız olduğunu söylese de Phaethon tek isteğinin bu olduğu konusunda ısrarcı olmuş. Helios, verdiği sözü çaresizce tutarak tekerlek izlerinden çıkmaması ve dizginleri sağlam tutması konusunda uyararak Phaethon’u bindirmiş arabaya. Daha biner binmez Phaethon’un acemiliğiyle de öyle hızlı koşup gitmiş ki atlar gün doğumunu izleyenler şaşkınlıkla kalakalmış Phaethon ise o korkuyla salıvermiş dizginleri. Atlar süratla dünyaya inmekteyken arabanın sıcaklığı da dağları tepeleri yakıp kavurmaktaymış. Phaethon’un kontrolünde olan güneşin atlı arabası biraz daha dünyada kalacak olsa artık dünya kalmayacakmış. Derken Zeus Phaethon’u bir yıldırımla öldürüvermiş. Phaethon, gökyüzünden alevler içinde süzülerek Erinados ırmağına düşmüş. Phaethon’un kız kardeşleri öyle ağlamışlar öyle ağlamışlar ki gözyaşları kehribara, vücutları oracıkta, ırmağın kenarında kavak ağacına dönüşüvermiş…

Asırlar boyu ulaşım aracı olarak kullanılan teknolojinin gelişmesiyle de nostaljik varlığını koruyan faytonun ismi de, Phaethon’nun hazin sonla biten dizginleri eline alma hikayesine, bu mitoloji efsanesine dayanmaktaymış.

Göçebe Türklerin atlı kültürü

Fransızca kökenli phaeton kelimesi Türkçeye fayton olarak geçmiş ve atlı arabalar adını birçok dilde bu mitolojik hikayenin kahramanından almıştır. Çin kaynakları atlı arabanın ilk defa MÖ 2000 yılında Türkler tarafından kullanıldığını söylüyor.* Tekerleğin ilk kalıntılarına Mezopotamya’da rastlanılması da bu bilgiyi destekler nitelikte. Tarihsel anlatılara göre Türklerin atlara olan ilgisi zaten biliniyor. Akla ilk gelenörneklerden biri olan ölen kişilerin atıyla birlikte gömülmesi bile yaşamlarının içinde atın önemini anlamak için yeterli.  Hatta Dîvânü Lügati’t-Türk’de de “At Türk’ün kanadıdır” deniyor. Göçebe Türkler; yaşamlarında, kültürlerinde, geçim kaynaklarında önemli bir yeri olan atın yetiştiriciliğini yapmışlar yetiştirdikleri atları komşu ülkelere satarak bir geçim kaynağı sağlamışlar. En nihayetinde Türklerin atlara olan ilgisi ve bunun sonucunda elde ettikleri deneyimleri atlı araba kültürünü de beraberinde getirmiştir.

Osmanlı’nın faytonla tanışması

Ancak bugün düşünüldüğü hali ile faytonlar Osmanlı’da özellikle Lale Devri’nde öne çıkmaya başlamıştı.  Bu dönemde faytonlar, Fransız asilzadeleri taklit edilerek süslü arabaların yapılması ve kullanılmaya başlanması ile önem kazanmıştı. Mesela,  III. Ahmet’in oğullarını sünnet yerine götüren arabanın altı atıyla ve içinin altın yaldızla döşendiği gösterişli bir fayton olduğu bilinmekte.

Osmanlı İmparatorluğunun faytonla tanışması Lale Devrine dayansa da faytonun kullanılmasının yaygınlaşması II. Mahmut ile birlikte anılmakta. 1825’e kadar sadece hükümdarların kullandığı faytonları bu tarihten sonra devlet erkanlarının ve sarayın ileri gelenlerinin de kullanmasına izin verilmişti.  Sultan Abdülaziz döneminde ise faytonlar kiralanmaya başlanmıştı. Bu dönemden sonra Osmanlı padişahları, sadrazamlar törenlere özel faytonlarla katılmaya başlamış padişahların gösterişli faytonlarına ‘saltanat arabası’ denilmişti.

Bu dönemde faytonlar, imparatorluğun kültürünü de oldukça etkilemişti. Faytonun tekerlekleri edebiyatın, sanatın yolundan da geçer olmuştu. Örneğin, Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası romanı Osmanlı toplumunun üst tabakasının yaşam biçimine getirilmiş bir eleştiriydi.

Osmanlı’da değişen fayton kültürü

Osmanlı’da faytonlar 18. yüzyılın sonlarına gelindiğinde sadece kadınların kullanması için öne çıkıyordu. Bazı tarihi metinler bu dönemde faytona kadınlı-erkekli binilen tek vilayetin Eflak-Boğdan olduğunu, diğer yerlerde kadınlar arabalara binerken erkeklerin kendilerinin bineceği tek vasıtanın at olduğu inancına sahip olduğu söylenmekte. Buna karşılık 19. yüzyıla, II. Abdülhamid zamanına gelindiğinde ise kadınların faytona binmesi yasaklanmıştı.

Faytonun İstanbul’da yaygınlaşmaya başladığı ilk zamanlarda süslü, pırıl pırıl arabaların, özenli kıyafetler giyen sürücüleri vardı. Ancak zamanla bu durum değişmiş faytonlar eskimiş sürücüler de pejmürde bir hale gelmişti.

Cumhuriyet Döneminde Fayton Kültürü

İki atla çekilen, üstü körüklü ve karşılıklı iki kişiden dört kişinin oturabildiği binek arabası olan faytonlar, şehirlerde otomobil ve belediye otobüslerinin yaygınlaştığı 1960’lı yıllara kadar kullanılmıştı. Faytonların özel olarak kiralananlarının yanında İstanbul’un yoğun nüfuslu semtlerinde sıraya dizilerek yolcularını bekleyen dolmuş faytonlar da vardı. Dolmuş faytonlar dört kişilik değil, sekiz yolcuyu bir seferde taşıyabilecek kapasiteye sahipti. 60’lı yıllara gelindiğinde faytonlar ve faytoncular İstanbul’un merkezinden uzaklaşmaya başlamışlar ancak 70’lerin sonuna kadar sayfiye semtlerde varlıklarını korumayı başarabilmişlerdir.

Ada faytonlarının atları

Günümüzde ise bir yıl öncesine kadar faytonları görebildiğimiz tek yer adalardı ve son bir yıldır atların faytonlara bağlanması yasaklandı. İstanbul’da adaları ziyaret edenler fark etmiş olacaktır ki adalardaki faytonların atları sağlıksız koşullarda yaşatılmaktaydı. Koşullara dayanamayıp ölen hasta olduğu için ölüme terk edilen ve yerine getirilip aynı döngüyü yaşayan yüzlerce at sırf insanlar ada gezintisi yapsınlar diye yıllardır bu işkenceyi çekiyorlardı. Son yıllarda atların sağlıksız ve mutsuz olduğunu duyurmayı amaçlayan kampanyalar da yürütülüyordu. Ancak fayton konusunu çözüme kavuşturan ruam hastalığı oldu fakat ruam hastalığı nedeniyle ahırlara kapatılan atlar için kampanyaların seslendiği gibi bir mutlu son olamadı…

Sözün özü faytonun yolculuğu bu anlatıda, Güneş Tanrısı Helios’un oğlu Phaethon’un hikayesinden geçip Osmanlı Padişahlarına uğrayıp insanın olduğu yerde diğer canlıların huzurunun olmadığının bir diğer acı örneği olan ada faytonlarının atlarına vararak noktalanmıştı…

*ŞAHİN, Y. D. (2005). Türk Kültüründe At Arabası (At Arabalarının Dili). Dergipark, 1-14.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Tuğçe Küçük Arşivi